30 Aralık 2006

Night at the Museum - Müzede Bir Gece

Tatil filmi. Çocuk filmi. Ama çok keyif aldığım bir film. Bayaa uzun zamandır hiç bu kadar bir filmde güldüğümü anımsamıyorum. Hemde sinemaya girerken nefret edeceğimi düsündüğüm halde.. Kesinlikle gayet matrak ve çok yerinde bir dengede mesaj olsun karakterleri tiye alma olsun tutulmus bir film. Hele bir de benim gibi çocukluğunuzda mini mekanik denen oyuncaklar vardı kuzey kalesi askerler yerliler şunlar bunlar tamamen hayal gücünüzde bunları karsılıklı dizer savaştırırdınız falan eğer işte bunlarla oynayarak geçtiyse çocukluğunuz bu filmden keyif alırsınız. Ve böyle aralara serpistirilmis o kadar tatlı ve keyifli espriler var ki bravo diyorum.
Filmin ama en kral kahramanı easter island head yani o olmasa filmin bütün matraklığının 50% i yok olurdu.. Muhdesem.. Dum Dum gimme gumgum.

28 Aralık 2006

canım yazmak istiyor sadece bugün ama annatacak birşeyim de yok. beeh yazacak bisein yoksa nie o zaman oturup da bisey yazmaya calısıosun istek gelirse gelsin her insan her istediini gerçeklestirebilio mu ve gerçeklestirmeli mi sanki..

26 Aralık 2006

EPIC 2015



Tarih ve Sci-fi. Geleceğe dair kehanetler.. Paranoyak bakış açım Google'un gidişatını frenlemek için kitleleri bilinçlendirme amacıyla yapılmış bir video diyor. Ancak öte yandan da bu tarz şeyler önce bir kehanet bir teori olarak ortaya çıkar ondan sonra da gerçek olurlar. Dolayısıyla bence her ikisi de birbirine geçmiş ve tek gerçek olan bunun bin katı daha ilerisinde şeyler gerçek olacak ama bunları gerçekleştiren Google ve Amazon olamayabilir. Bu tarz kehanetlerin öngöremediği bir şey de iddia edilen tarihe kadar gerçekleşebilecek olaylar ortaya çıkabilecek başka daha innovatif fikirli firmalar.. Bekle beni web 2.0 senden kocaman bir ısırık almaya geliyorum..

24 Aralık 2006

Rank and Title

The game of choice for unemployed people or maintenance level workers is basketball.
The game of choice for frontline workers is football.
The game of choice for middle management is tennis.
The game of choice for CEOs and executives is golf.

Conclusion : The higher up on the corporate ladder you are, the smaller your balls are.

23 Aralık 2006

The Prestige

Bu sene seyrettiğim birçok filme göre iyi bir film olsa da fena değil kategorimi aşamıyor.
Nolan ismini görünce gitmeliyim diye düşünüyorsunuz. İlk filmindeki (parladığı) kurguda yaptığı zaman kullanımındaki yeniliği bu filmde de devam ettiriyor ancak o filmden bu filme binlerce bu tekniği alıp kullanan o kadar çok film seyrettik ki artık bu tarz zaman kullanımı görünce sinirleniyorum. Film anlatımı açısından seyirciye ilk bastan geleceği gösterip sonra geriye dönüp olan olayları anlatıp devamlı o gelecekteki önceden seyrettirdiğimiz sahneyle ilgili soru işeretlerini deşmek. Yada orda oluşturduğumuz önyargılı yada yönlendirilmiş sonucu sonradan gelerek yıkıp seyirciyi şaşırtmak bana çocukca, zeka yoksunu birşey gibi geliyor. Bende seyirciyi aptal yerine kolmayı severim aslında ama bu aralar ben hep seyirci olduğumdan bundan nefret ediyorum. Ve hep işin kolayına kaçmak olarak görüyorum. Acaba mesela bu film normal bastan baslayıp anlatılan bir hikaye olsaydı ne kadar seyredilir olurdu. Gerçi bu filmin bir motivi var kendini seyrettiren o da sihirbazlık ve onun sahne arkası sahne önü durumu bu ilgi cekici birşey her neyse bu yönden beğenmedim filmi.. Dekor falan fena değildi 1800 lerin sonunu bildiğimden değil ama benim hayalimdeki o yıllara uyuyordu ancak hapishaneye takıldım bence orada bir yanlışlık vardı. Hapishane çok yapay duruyordu. Sanırım yeni gibi durmasından duvarlar falan daha pis berb.at bi yer olması lazımdı gibime geliyor. Ve bence filmin en büyük saçmalığı bu filmde 1800 lerin sonunda klonlama makinesi yapıldığı iddia edildi. Bence çok büyük bir sacmalıktı. Bir de edison la tesla arasındaki o şiddete varan savaş teması da neydi öyle çok gereksizdi. Tesla'nın soyundan mı geliyor nedir Nolan. Başka bir film yaparsın Edisonun Teslaya nasıl hainlikler yaptığından dem vurursun da konuya hiç bir artısı eksisi olmayan bir sekilde araya sunu da katayım diyerek bir Edison haksızlıkları silsilesi ekleyemezsin. - E Teslayı kullanıyoruz onun hayatına da bakalım azcık be.. gibisinden bir türk mantığı. Nolan yoksa Türk mü?

Film konusundaki bu iki saçmalıkla kendini de hafifleştiriyor. Ama seyirlik bir çerez işte..

Değinmeden geçemeyeceğim bir nokta daha var. Scarlett Johansson bu kadar dandik bir yan rolde ne işin var? Bu filmde yine pek birsey belli olmuyordu ama Scoop daki halini görünce artık aşkım listesinden çıkarıyorum onu. Duba gibi..

Kıyamet Alametleri

Kıyâmetin yaklaştığına dair alâmetler çoktur. Bunlar ikiye ayrılır:
A-Küçük Alâmetler
Cahillik çok, ilim az olur.
Cahiller başa geçip, hükmeder.
İçki çok içilir.
Dinî vazifeler, lâyık olmayanlara verilir.
Âlimler günah işleyici, ibâdet edenler cahillerden olur.
Zararlarından korunmak için, insanlara ikram olunur.
Erkekler, hanımına uyup, anne ve babasına isyan eder.
Çalgı ve oyun aletleri çok kullanılır.
Güvenilir kimseler azalır. “Filân mahallede iyi bir kimse var.” denir.
Büyük ve yüksek binalar yapılır.
Sonra gelenler, öncekilere “Cahil” der.
Kötü kimseler, söz sahibi olur.
“Filân kimse çok iyidir.” denildiği hâlde, o kimsede zerre kadar iman bulunmaz.
İnsanlarda sevgi azalır.
Erkekler ipek giyer.
Zina ve livata çoğalır.
Adam öldürmek ve fitne çoğalır.
Dinî işler ayıp sayılır ve terk olunur.
Bidatler çoğalıp, sünnetler unutulur.
Her köşede zalim ve zorbalar çoğalır.
Günahlar iyi, ibâdetler kötü gösterilir.
Deccal vekilleri çıkıp, insanları yoldan çıkarır.
Gençler çok günah işler, kadınlar işi iyice azıtır.
Kadınlar çeşit çeşit baş bağlayıp dar elbise giyer.
Doğru söyleyenleri, başlarından kovmaya çalışırlar.
İslâmın ismi, Kur’ân-ı kerîmin resmi kalır.
İnsanlar, âlimleri bırakıp, cahillere uyar.

B-Büyük Alâmetler
Mehdî gelir ve dünyayı adaletle idare eder.
Deccal çıkıp, tanrılık dâvâsında bulunur.
İsa aleyhisselâm gökten inip, Deccal’ı öldürür.
Yecüc ve Mecüc çıkar ve dünyayı fesada boğar.
Mekke-i Mükerreme’den Dâbbetü’l-ard çıkar.
Güneş batıdan doğar.
Aden’den büyük bir ateş çıkar.

19 Aralık 2006

Bir de bunlar var

Aşağıraki postu okuduysanız bir de böyle cevherler var.. :) yok yazının girişi negatif ama bence bu iyi bu kafanın çalıştığına alamet de 40 yaşında da hala aynı geyik deam ederse o kötü olur işte..

Vestel - Bor

Vestel'in notebooklar için bor madenini kullanan bir pil ürettiklerini duyurması bende Türkiye ve geleceğiyle ilgili umutlar yeşermesine sebep oldu. En sonunda gerçekten aklı başında bir firmanın ve şirket yönetiminin ve gerçekten de içinde bulunduğu ülkeye bir şeyler katacak ve kattıklarının kendine düşen payından da kazanç elde etmeyi düşünebilecek zeka pırıltıları ortaya çıktı dedim kendi kendime. Hepimiz hatırlarız ve okumuş dinlemiş seyretmişizdir Bor madeni ve üzerinde dönen geyikleri.
- Ülkemiz bu madenin 70% ine sahip hepsini satsak 7 jenerasyonumuz bolluk ve refah içinde yaşar. İlerde acaip zengin olacaz falan da filan da.. hikaye.. yani yok gerçekten bor madenlerinin 70%i Türkiyede ama Vestel gibi firmaların sayısı artmazsa gelecekte zengin olabileceğimiz hikaye.. Yabancı ülkeler devletler yıllardır R&D lere milyarlarca dolar harcamışlar binbir çeşit gelişmeler kaydetmişler üretmişler ve bu insanlar o kadar salaklar ki eninde sonunda gelip senin 70% ine sahip olduğun bir madene kendilerini bağlayacaklar. O madenle çalışan kullanan ürünler yapacaklar.. Haydi bize bunu sat diyecekler. Hadi ordan.. Sende tekelindeki bir madeni adamları köpeen yaparak satcan hayale bak hahah.. Bu olsa olsa tembel ve akılsız Türk mantığından öte birşey olmaz.. Tabloid gazete haberi olur. Bu arada anti parantez bizde tabloid gazete tutmuyor cünkü bizim gazetelerimizin hepsi şekil olarak olmasa bile içerik olarak bir tabloid gazeteden daha saygın değiller.. Yani zaten varlar.. Bizde bir ara saygın gazete çıkardılar da o deli sattı..

İşte Vesteli takdir ettiren mevzu da burda başlıyor. Çünkü adam bor madenini kullanan bir teknoloji icat etmedikten sonra bunun dünyaya yayılamayacağını ve dolayısıyla bor madenini ve ilgili ürünü de satamayacağımızı biliyor. Maden kendi ülkesinde illa ki kendi ulaşımı çok daha kolay olacaktır. ne yapıyor bir pil üretiyor bunu kullanarak ve başka ürünlerde varmış üretmeye çalıştıkları. şimdi başka ülkelerde başka enerci kaynaklarıyla bu madenin sağladığı enercinin yarısı hemde çok pahalıya sağlayan bir ürün mü talep görür yoksa Vestelin icadı mı.. Tabi ki Vestelin icadı.. Buna kimse karşı duramaz hemen bunun muadilleri üretilir ve bor madeni kullanıma sokulur hem Vestel bir kaymak yer hemde Türkiyenin önü açılır.

Uzatmayayım ama bu tutar tutmaz ama bu düşünce kırıntısını görmek beni umutlandırdı. Kafayı çalıştıran her firmanın bu yolda ilerlemesi lazım dünyadaki rezervin büyük bölümünü elinde tuttuğumuz bir maden üzerine harıl harıl ürünler çıkarmalı ve bunları çok daha ucuza mal edip çok daha verimli olmalarını sağlamalıyız. İşte devrim bu olur işte o zaman bu dünyada Türk olarak bir varlığımız bir manamız olur. Bu kadar önemli hedefler dururken sığ hükümet muhalefet tartışmalarını izlemek halkın beyninin nasıl boş şeylerle uyuşturulup dikkatinin dağıtıldığını görmek midemi bulandırıyor.. Her başa gelene her dakikası ve her saniyesinde kıpırdayamasın bir şey yapamasın diyerek saldırılmasından gına geldi. Eliştirdikleri şeye çözüm sunamayan insanları görmek her gün neşemi ve huzurumu kaçırıyor. Onlarca yıldır piyasada dolanan ve hiçbirşeye karşı kabiliyeti olmayan ve artık birşeyler yapmayı değil siyaseti iş edinmiş zihniyetlere hala umutla bakan onlar hakkında konuşabilen insanları görmek beni yoruyor..
Dinamik, pratik ve zeki insanların bulunduğu ortamlarda keyif içinde birşeylere konsantre olmak ve işlevsel bir hayat yaşamak istiyorum artık..

18 Aralık 2006

Yayınevleri - Kitaplar - Tercüme

Berbat çeviriler binlerce yazım hataları, tashihden geçmeden alelacele basılmış kitaplar. Kitaplar ucuz değil.. Ve kaliteleri de berbat. Kitap okuma zevkini mahvediyor. Can yayınları falan filan gibi firmalardan insan çok özenli baskılar beklemiyor ama aldığınız kitabın sonlarına doğru 16 sayfasının basılmadığını görünce insan sinirleniyor. Yada nebileyim okuyorsunuz ve arada aptalca bir hatanhın her sayfada tekrarlandığını görüyorsunuz kendinizi kaptırmıssınız kitaba ve bir anda bu salak hatayla ayılıyorsunuz ve bütün keyif kaçıyor. Altın kitaplar iyi bir yayınevi imacı vardır en azından ben öyle düsünüyorum bu isten para kazanan ve dolayısıyla daha özenli kitap çıkarabilmek için masraf yapabilir bir firma gibi ama Le Carre'in kitabını okurken cinnet geçirdim ne iirençti yüzlerce hata vardı.. Bilmiyorum kitap okumaktan vazmıgeçsem ingilizce okumayı mı denesem onnar daha mı özenlidir ki acaba türkiye türkce ve alakalı herşeyi unutmak mı en iyisi bilemiyorum ki..

Sea of Sin

Sea of Sin I am swimming in..
Depeche mode un bir şarkısı..
Bende böyle hissediyorum. Kımıldadığınız anda varlığınızın farkına varıp üzerinize çullanan binlerce milyonlarca sinek gibi günahlar nefes aldığınızda sizi ele geçiriyorlar.. Kurtulmak gerçek bir çaba gerektiriyor. Hayatı kesip atmak.. Zor.. Herşey çok zor..

16 Aralık 2006

Eragon

Çocuk filmi.. Dragona ve karakterlere yükledikleri aptalca esprili(!) diyaloglarla atmosferi olabildiğince yumusatıp ne idüğü belirsiz bir film çıkarmıslar ortaya yine. Jeremy Irons ve John Malkovich gibi iki baba adamı cast ta görünce insan seyrediim diyor ama annıyoruz ki bu iki baba adam cevircek film bulamıyorlar bu da yazık be. Ayrıca sanırım ikincisi cevirilecek bu filmin buna da yazık.
Hem de yazık ki ne yazık..

Macera Dolu Amerika

Note this is an exact replication of National Public Radio interview between a female broadcaster and US Army General Reinwald, who was about to sponsor a Boy Scout Troop visiting his military installation. (Bunun gerçek olduğuna ikna edemiyor ama..)

FEMALE INTERVIEWER: So, General Reinwald, what things are you going to teach these young boys when they visit your post?
GENERAL REINWALD: We're going to teach them climbing, canoeing, archery, and shooting.
FEMALE INTERVIEWER: Shooting! That's a bit irresponsible, isn't it?
GENERAL REINWALD: I don't see why, they'll be properly supervised on the rifle range.
FEMALE INTERVIEWER: Don't you admit that this is a terribly dangerous activity to be teaching children?
GENERAL REINWALD: I don't see how. We will be teaching them proper rifle discipline before they even touch a firearm.
FEMALE INTERVIEWER: But you're equipping them to become violent killers !
GENERAL REINWALD: Well, you're equipped to be a prostitute, but you're not one ... are you?

Ne diyeceğimi bilemedim!..

12 Aralık 2006

Tematik Aksam Yemeği Eventleri

Henuz gerçek bir rutine donusturemesem de aksam yemekleri konusunda da böyle bir isteim var. ama böyle dısarı çıkıp da gidip bir yerde ya arkadaslarla muhabbet ederek yada tek basına yalnızlığın soğukluğunda yemek yemek çekici gelmiyor. e arkadas muhabbeti de bir gun iki gun iyi de her gun çekilmez. bi de insan her zaman konusmak istemiyor. şu gazino calgılı türkülü yemekli mekan kavramını biraz daha modifiye etseler de caıımıza ve bize uygun hale getirip versiyonlarını arttırsalar iyi olacak.

benim düsüncem imkanım olsa yapacaım sey eski siyah beyaz filmleri dev perdeden islerken yemek yiyebileceğiniz bir mekan açmak. bunun dısında gecede üç 4 stand upçının çıktığı mekanlar yapılabilir. rockhouse denenmisti ama bence çok erken bi zamanda denenmisti su hard rock cafe olayı denenebilir. rock müzik yapancı müzik yemek yerken sahne performansı şovu ii olan grublar ii olur yani.

böölece üç beş gün romantik üç beş gün tematik üç beş gün arkadaslarla üç beş gun is icabı üç beş gün evde tek basına derken bir ayı doldurabiliriz. haydi girisimciler bekliyorum.. bu sektor cidden bos niyetli bir sekilde el atan yürür gider benden söylemesi..

10 Aralık 2006

Dile kolay 30 hafta olmus

Zaitle birgun karsılastık ve aa naber falan derken bilmemkaç aydır görüsmemis olmanın acısını çıkardık sonra görüsürüz hadi baybay ve ayrıldık. ama bu kadar çok görüseceğimizi düsünmemistim. O hafta cuma zait aradı hadi kalk sinemaya gidioruz. neden olmasın dedim ve cuma gunleri gece matinesi sinema rutinimiz start aldı. şöyle bir hesapladım da 30 hafta olmus. kesinlikle bir film arayışımızın olmaması hoşuma gidiyor. sinemaya gidiyoruz ve o an da hangi filmler varsa bir tanesine giriyoruz. yazın o filmlerin kısır olduğu donemlerde ne dandik filmlerde bombos salonda yayılarak ve geyik yaparak film seyrettiğimizi bilirim deysik bir keyif. biraz da sinema salonlarından bahsetmek istiyorum. profilo daki eski odeon yeni afm sinemalarıyla basladı maceramız mekan olarak uygundu ve sinemalarda iyiydi ve en onemlisi nachos satıyorlardı. sonra cevahire gittik bi kaç sefer ama salonlar güzel belki ancak ne fuayesinde iş var nede o devasa alanı ısıtamıyorlardı yazın da zaten gece matinesini kaldırdılar sonra ve bi daha gitmedik yine profiloya döndük ve sonra da kanyonda mars sinemaları.. istanbulda mars sinemalarının üstüne tanımıyorum. acaip güzel dekore edilmis sıcak fuayesi gayet güzel salonları ve muhdesem koltukları. gerçek amfitiyatro düzeni önünüzde 3 metre birisi otursa yine perdeyi görürsünüz. hele o koltuklar diğer sinemalardaki gibi aman bu mekana maksimum koltuğu sığdırayım mantığının dısında olarak normal cüsseli bir insan evladının 1.5 katı genisliinde bir oturma yeri var. koy koyma yeri genis 3 kol koyabilirsiniz. yayılması çok zevkli. salonun tek problemi sesi bazen abartıorlar bir de nachos ve lipton ice tea satılmaması ama bunları da koyarlar yakında ümit ediorum. kanyonun otoparkı iğrenç bu arada bunu da belirtmeden geçemeyeceğim.

Bu 30 haftalık sürede bir sürü hit film de gördük falan filan ama sadece bir film pirates of the caribbean dead man's chest gece 12 de salonu doldurdu.

bu rutine arada katılanlar oluyor daha keyifli oluyor. bir ara 7 8 kişiye çıkmıstık. kanyonda görüsmek üzere :)

8 Aralık 2006

Hastalık

Sağlıklıyken hastalık üzerinde atıp tutulacak birşey gibi geliyor ama hasta olunduğunda insan anlıyor ki.. öyle değil.. berbat bişey 3 gundur yatakta yatıorum ve beynim uyumak uyanmak ve tekrar uyumaya çalısmaktan muşmulaya döndü. bedenim her milimetrekaresi ağrıyarak bana iskence yapıyor. o kadar uzun zamandır yatıyorum ki yatmak acı vermeye basladı. ve devamlı düsünmek yada rüya görmek bunlarda sıkıcı olmaya basladı. sese karsı beynim o kadar hassas ki birseyler izleyip dinleyemiorum. kitap okumak beynime geçmeyecek sancılar sokuyor..

küçükken bir film seyretmistim. üç beş kardes evde bi sekilde tek baslarına kalıyor ebeveynleri bi yerlere gitmek zorunda kalyıyorlar bunlara o kadar süre boyunca yaşamalarına yetecek kadar para bırakıolar. ki bu günlük öğünleri şunları hesaplıyınca o cocuk yaştaki bünyelerin istedii herşeyi almalarına yetecek kadar bi para... bunlarda hergun ravioli yeriz nefis bise delyi gibi de sevioruz diip hesaplıolar hergun ravioli ihtiyaçlarının dısında kalan parayla bi ton istedikleri oyuncakları sunnarı alıolar 3 üncü gün sonunda o istahla yedikleri ravioli den nefret ediolar.

her gun yatmak da iirenç bise. herhangi birseyin belirli dozlarda alınmadıkca yapılmadıkca hiçbir keyfi kalmıyor. ne olursa olsun.. birşeyleri biraz özlemek.. biraz ulasamamak.. biraz uzak kalmak her istediin anda yakalayamamak.. hem değer bilme hem de keyif alma adına önemli şeyler. bütün gün yorulup aksam huzur içinde yatağa yatıp kemiklerinin o rahatlamasını hissederek uykuya dalmaktan daha keifli bise düsünemez insan yorgunken ama bütün gün yatınca ve yatmak zorunda olunca kahretsin yeteer daa ne kadar yatacam oluyor..

bu arada en son 13 yaşımda bu kadar hasta olmustum. simdi kendi kendime diorum ki evlat (evet kendime evlat diyorum size ne hıh!) saykılı tamamladın tekrar 13 yaşına dondun yani onunde 13 yıl daa var.. sonra düsünüorum bunun ne garantisi var ki bir yandoan da bu sene öleceğini hissetmiyormmusun sen.. en sonunda da diyorum ki her an ölebilirim bunun bir sebebe baalı olması gibi bi gereklilik yok ki o sebebte gelir beni bulur onemli değil ama ben hazır mıyım değilim.. Allahım borclarımı ödemeden canımı alma.. Korkuyorum..

5 Aralık 2006

Gelecekteki Hayat

Geçenlerde bir kaç arkadaşımla oturmuş birşeyler konuşurken bir anda kendimi bunları anlatırken buldum. ne zaman düşünmüşüm ne zaman kafamda şekillendirmişim ve anlatışımı süreç boyunca gözlemledim kendime şaşırarak ve bayaa da inanmışım bunu farkettim.

olay sanarım matriks den çıkıyor. evet matrix..

küçük bir kitle sistemin çalışmasından sorumlu olacak ve bunun dışında herkes 3x3 gibi falan m2 lerde bir odada hayatını sürdürecek. yiyecekleri sadece üç öğün alacakları haplar olacak gerekli ve yeterli derecede ütün alınması gereken besinler bu hapların içinde olacak ve asla daha fazla almayacaklar. herkesin bünyesinin durumu yattıkları yerden ölcülecek ve bireye göre özel haplar hazırlanacak değişimler bilgisayarlar tarafından gözlenecek. haplara gidiş ise obeziteden gelecek çağın öylesine korkunç bir hastalığına donusecek ki bu insanlar yemek yemekkten korkar hale gelecek diet pill lerden yiyecek haplarına geçiş olacak..

bu küçük condolarda yaşayan insanlar, uyurken ve ihtiyaçlarını gerçekleştirirken gerçek dünyaya donecekler ve kesinlikle bu dünyada kaylmayı istemeycekler işlerini hızla tamamlayıp online olacaklar. yattıkları yerden sanal dünyaya bağlanacaklar. www.secondlife.com da gördüğüm prototip oyun da bu düsüncemi tetikledi zaten. ve özellikle de büyük ihtimalle oyunun reklamı amacıyla uydurulmus bir hikaye olduğunu düsündüğüm çinli bir adamın oyun içinde geçerli olan parayla oyun içindeki sanal arsaları alıp üzerine inşa ettiği evleri satarak elde ettii oyunun sanal parasını daha sonra geçerli parite üzerinden gerçek amerikan dolarına çevirdiğinde kazandığı paranın 125 bin dolar olması... işte kendimize beden sececeğiz ve o bedende yaşayacağız istersek değistireceğiz karakterimiz olacak istersek onları da değistireceğiz. bi yerde calısacağız isler yapacağız ve bunların hepsini sanal değilde gerçekmis gibi hissedebileceğiz. bu sisteme belki 7 8 yaşından itibaren bağlı olacağız eğitimimizi bu sistemde yapacağız ve yeni hayat o olacak. gerçek bedenimiz değil sanal dünyadaki gerçek dünyamızda olan varlığımız önemli olacak. herşeyi dibine kadar yaşayabileceğiz. intihar bile edebileceğiz. ve çok gerçekci bir sekilde hissedebileceğiz. strange days filmindeki ölme duygusunu yaşamayı düsünürsek neden olmasın o sistem olusana kadar bir çok denekten böyle veriler elde edilmis olacak belki.. işte böyle gelecekte hayat böyle olacak ve sonra o odada öleceğiz. bünye ölünce bir alev bulutu kaplayacak ve oda bir baska kullanıcıyı bekleyecek..

Sorunlu Hisler

Bilmem hiç hissettiniz mi ama şunu farkettim ki eğlendiğim anlarda bile artık sıkılıyorum.. bu gerçekten ürkütücü birşey bu artık hiçbir şekilde benim için çıkış yolunun kalmadığını ve beynim bilinmez bir keyfe ve vakit geçirmeye dair korumalı bir bölgesinde oluşturduğu umut alanını da kaptırdı ve ben artık fiziki olarak olmasa da mental açıdan ölmüş bir insan sayılabilirim. varlığım..

kötü gerçekten kötü bunu hissetmekten endişe ediyormuşum gizliden gizliye ve buna geleceğimi görüyormuşum bunu farkettim gerçekleştiğinde.. ve.. bitti işte..

2 Aralık 2006

Age : 29

bir yıl daha geçti.. blogger a göre yaşım 29.. çok fazla insan sevmedim bu kadar yılda bir elin parmakları eh belki ve onlar artık yok geleceğe bakıyorum ve titreten bir yalnızlık başka bir şey yok.. ya sevecek insan yok yada ben artık sevemiyorum yeni birilerini.. 29

Bright Eyes - Happy Birthday to me

All eyes on the calendar
Another year I claim of total indifference
To here, the days pile up
With decisions to be made, I'm sure all of them were wrong
Into this song I send myself
And with these drinks I plan to collapse
And forget this wasted year, these wasted years
Devoted friends, they disappear
And I'm sorry about the phone call and needing you
Some decisions you don't make
I guess it's just like breathing or not wanting to
There are some things you can't fake
I guess that it's typical
To cling to memories you'll never get back again
And to sort through old photographs
Of a summer long ago or a friend that you used to know
And there below
His frozen face
You wrote the name and that ancient date, that ancient date
And you can't believe that he's really gone
When all that's left is a fucking song and
I'm sorry about the phone call; and waking you
I know that it is late
But thank you for talking, because I needed to
Some things just can't wait