26 Ocak 2007

Hepimiz İbneyiz..

Overism

Overdose, overfighting, overmarketing, overlying, overcrying, getting over, overover, overdone, oversome, overall, overnull, overwhelm, overlock, overlife.. overdeny, oversensible, overcare, overfear, overdare, overlove, overmore..

Seviyorum bu parçaları..





24 Ocak 2007

Fw : Nefret ediyorum ama bu dumur etti


Kim nefret etmez ki bu Fw meillerden. Ama buna gözüm takıldığında olay meil forward falan unutturdu. bu fotodaki aksesuar malzemeleri ve fotonun kullanıldığı alanı msg ı algılayamadım biri bana yardımcı olsun. Bazı fotolar vardır gülümsetir bizi yıllar oncesinin modası yansımıstır o zaman normal olan birşey şimdi çok garip geliyordur falan ama allaşkına bu foto sanmıorum ki cilalı taş çaında bile normal olabilsin nasıl bir mantık bu fotonun çekilmesine iteklemiştir insanları çok ama çok merak ettim

No!

Durum yatay pozisyonda. Geçiş lazım.. Dikkat..

23 Ocak 2007

yorgun..

yorgunum.. çok..

20 Ocak 2007

iphone


iphone'u görünce ve özelliklerini okuyunca evet işte telefon. bunu almalıyım demekten başka birşey yapamıyorsunuz. bir kere apple olaya direk kafadan dalmış. bütün herşeyi bir telefonda merge etmiş ipod, cep telefonu, widescreen display, kamera, etc. ve bunu gelecekten gelen bir fikirle yapmış. piyasadaki telefon firmalarının çakal pazarlama stratejilerini de yerle bir eden şekilde yaptı bunu. ayrı modellerinde mesela birinde mp3 çalar ve storage capacity geniş diğerinde kamera 2.0 mp ama capacity az diğerinde internet ulaşımı gelişmiş ama diğerleri gelişmemiş olan ve bütün bu modelleri aynı anda piyasaya süren ama tek bir telefonda toplamayan telefon üreticileri bakalım iphone dan sonra ne yapacaklar. ama şu ana kadar bir tane bile telefonu olmayan bir firmanın onları çok feci sarsacağını söyleyebilirim. benim iphone için dünya çapında tahmini satış rakamım iki sene içinde 350 milyon+ dır. ben alacağım o alacak ve herkes alacak. amerika satış fiyatı sanırım 499$ olacak ve bu kadar özelliği bir araya getiren muhteşem bir telefon için çok uygun bir fiyat. notebookları desktop sınıfına itecek ve notebook bugün bizim için ne ise onun yerini alacak bir telefon iphone. alışılmışa yakın web kullanımıyla vazgeçilmez olacak bir ürün. kesinlikle ben bayıldım zaten bu tarz bir işleve sahip bir lcd ekran hayali kuran benim için, çıktığı ilk gün yakasına yapışılası bir cihaz. 4 yada 8 gb storage unit ise bence biraz az olmasına rağmen ilk çıkış için yeterli olabilir. tabi apple web de bedava dehşet büyüklüklerde storage arealar sunarsa zaten arayı korkunç bir şekilde açmış olacak. henuz geç kalınmadıysa beklentiler satın alınmadıysa apple hisselerine yatırım yapmanın iyi bir seçim olabileceğini söyleyebilirim.
Teknolojiye direnen bir insanken bu web teknolojilerine kafayı takmamın ardından yaşanan değişimle artık teknolojiyi ilk dakikada ele geçirip hemen sindirme taraftarı oldum. Vistayı da ilk çıktığı gün (29 Ocak) almayı ve hemen vakit kaybetmeden kullanmaya başlamayı düşünüyorum. Betaları kullanmaya karşıyım hamallık yapmayı sevmiyorum. Yada aman microsoft tekellesti bizim bilgilerimizi ele geçiriyor aman vistaya karşı duralım yaşasın linux daha amator ama daha özgür geyikleri beni ilgilendirmiyor artık. Gelişmemiş veya hala gelişen bu programların sıkıntısını çekmeye tahammülüm yok hayat kısa zaten. Bilgilerimizi birilerine vermekten çekinmemeliyiz. Nedir ki her an her yere iz bırakıyoruz bilgi vermemek mümkün değil ki. vermediğini zanneden kendini kandırıordur. Dünyanın gidişatında zaten tek bir sistemin kontrolunde olan bir topluluk olacağız. Kontrolde olmaktan korkmanın manası kalmadı. cünkü eskisi gibi bir kontrol mümkün değil kontrolde olanların kontrolu belirlediği bir sistem anca çok büyük kitleleri kontrol edebilir. bitti artık tek bir kontrol noktasının kendi istediği gibi büyük kitleleri kontrol edebilmesi. artık kontrol edenin kontrolde olduğu sistemler başarılı olabilir. dolayısıyla gözlenmekten bilgilerimizin arsivlenmesinden korkmamalı tam tersine acık ve tam istediklerimizi ortaya koymalıyız ki bize uygulanan hizmetler istediğimiz şekillerde önümüze gelsin. sonuç olarak iphone diyorum.

Sad

Yalnızlığı oldum olası sevmişimdir. Bana büyük genişlikler sağlamış özgür hissettirmiştir. Çoğu zaman tercih ederim yalnız kalmayı. Ama işte bazı anlar var şu an gibi yalnız hissedersiniz kendinizi. İşte bu anlar acıtıyor. Yalnız olmak istemiyor insan.. Yalnızlık güzel ama yalnızlığı hissetmek berbat birşey..

Yalnız hissettiğimde kendimi hep bir kişi geliyor aklıma.. Sevmeyi veya sevilmeyi istediğim anlarda olmasını istediğim bir arkadaş bir dost ama artık yok. Uzaklarda kimbilir nerelerde ne hallerde.. Ruhum doyuyormuş onunla.. Bir başkası doyurmadı, doyuramıyor... sad. sad. sad.

"Yanlız"

19 Ocak 2007

Yeni özellik

dolanırken internette şu sağda görünen zombi post u buldum. ve unuttuğum kendi gerizekalı yazılarımı tekrardan gözümün içine soktuğu için bloguma koydum.

günün özlü sözü de gmailden sevdiğim bir özellik

kendimden korkuyorum hep yaptığım şeyi yapıyorum yine. nefret ettiğim birşeye daha çok bağlanıyorum daha çok geliştirip daha fazla birlikte olmaya başlıyorum. ben ve internet sanarım hep şikayet edip defolup gitmesini ve ayrı kalmak istediğimi söyleyip hiçbir zaman da yapmayacağım. o zaman neden huzursuzluk duyup şikayet ediyorum bu piskolocimi de çözebilmiş değilim. raporlu deli olmama az kaldı sanarım.

15 Ocak 2007

Sorun bu işte..

Aşağıdaki yazı 14.01.2007 tarihinde Akşam gazetesindeki köşesinde Engin Ardıç tarafından kaleme alınmıştır. Yazının bulunduğu akşam gazetesinin linki budur http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=64389,10,2 ben ayrıca buruya da alıntılamak istedim. Engin Ardıç uslubundan ötürü arada okuduğum bir yazardır eğlendirdiğini düşünürüm çok hazzettiğim birisi değildir ama şu yazısı nefret ettiğim derinliksizliğin ve hazımsızlığın çok minik bir kısmına tercüman olmuş.

Saray futbolu

Cahilim, aklım ermiyor, üstelik meselelere son derece 'yüzeysel' yaklaştığım için, dünyada ilk ve tek örnek olarak bir sarayın dibine nasıl olup da futbol stadı yapıldığını bir türlü anlayamıyorum!... Bu nasıl bir aymazlık, nasıl bir zevk düşüklüğü, nasıl bir sakillik, nasıl bir düşüncesizlik, nasıl bir ihanettir?

Yaşı kırkın altında olanlar bilemeyeceklerdir, kırk ile elli arası olanlar da hayal meyal hatırlarlar belki: İnönü Stadı, Demokrat Parti yönetimi tarafından Mithatpaşa Stadı edilmişti (İnönü adını heryerden kazımak için) ve de Nasrettin Hoca türbesi gibi üç yanı tribün, bir yanı havagazı fabrikasıydı...

('Deniz tarafı' ve 'gazhane tarafı' deyimlerini duymuş muydunuz?)

Gazhane tarafı, yani 'yeni açık'... Gazhane 1964 yılında ortadan kaldırıldı... Saha da 1967 yılına kadar topraktı, çim mim yoktu.

O alanın, meğer Dolmabahçe Sarayı'nın ahırları olduğunu (ıstabl-ı amire) rahmetli Çelik Gülersoy'dan öğrendiğim zaman şaşırıp kalmıştım.

Anlı şanlı Milli Şef yönetimi, Lütfi Kırdar eliyle, sarayın yanına futbol sahası domaltmıştı... Taksim Topçu Kışlası'nı yıkıp park yaptığı gibi (babam sıkı bir İsmetçi olduğu için oraya ısrarla 'İnönü Gezisi' demeyi sürdürüyordu ellili yıllarda)... Haa bir de, dünyanın 'akustiği en kötü' amfitiyatrosunu, Açıkhava'yı yaptılar tabii.

Dolmabahçe ve Yıldız sarayları halka kapalıydı, müze falan değillerdi, gezilemiyorlardı... Çünkü birinde, burada açıklamam mümkün olmayan bir devlet dairesi vardı, diğeri de neydi, bilir misiniz? Harb Akademisi, yani kurmay mektebi! Nice sonra Yıldız'dan Maslak'a taşımayı akıl edebildiler.

'Sahil sarayları' dizisinin diğer unsurlarına gelince... Fındıklı Sarayı, mütarekede İngilizler tarafından basılıp kapatılana kadar Meclis-i Mebusan olarak kullanılmış (çünkü Sultanahmet'teki asıl bina yanmıştı), cumhuriyet döneminde ikiye bölünmüş, iki binasının arasına duvar çekilip biri Güzel Sanatlar Akademisi, biri de Atatürk Kız Lisesi edilmişti...

Dolmabahçe Sarayı'nın veliaht dairesi Resim ve Heykel Müzesi, muhafız karakolu da Beşiktaş Kaymakamlığı olmuştu.

Sonra kuzeye doğru iskeleler ve tütün depoları geliyor, sonra kum depoları başlıyordu.

Sırada bir bina daha vardı ama 'devlet misafirhanesi' miydi neydi, merak edip bakamazdık, gezemezdik.

Bunun hemen yanına dikilmiş bir de çirkin mi çirkin Et ve Balık Kurumu deposu!

Beşinci Murad'ın yirmi sekiz yıl sürgün yaşadığı ve içinde öldüğü yapı, Çırağan'ın 'müştemilatı' da (yoksa harem dairesi mi?), Beşiktaş Kız Lisesi... Sonra asıl Çırağan'ın, sarayın 'mabeyn' bölümünün kuru boklar üzerinde kara sinekler vızıldayan yıkıntısı ve gene bir futbol sahası, saray bahçesine kondurulmuş toz toprak içindeki döküntü Şeref Stadı (bugün havuz)...

Orayı kurtaran, memurların küfür ettikleri Turgut Özal oldu.

Bundan sonra Yüksek Denizcilik Okulu'nun gene çirkin ve modern yapısı geliyor, sonra da Feriye Sarayı başlıyordu.

Feriye Sarayı'nın üç binasından ikisi Kabataş Lisesi'ne verilmişti araya gene duvar çekilerek, üçüncüsü benim sobalı ilkokulumdur!

Beş yıl (1958-1963) deniz kıyısında bir sarayda okudum ve geceleri yatağımdan işlemeli tavan süslerini seyrettim... Bugün Galatasaray Üniversitesi, bizim revir de rektörlük.

Abdülaziz'in bileklerinin kesildiği oda Kabataş Lisesi müdürünün odası olmuştu ve apar topar taşınıp da kanlar içinde can verdiği saray karakolu da metruk durumdaydı, duvarları yerindeydi, içi boştu. Sonra orayı, bugün lokanta olan tarihi binayı ne yaptılar, bilir misiniz? Tekel Deposu!

Yeni yönetim yakın tarihten ve Osmanlı'dan nefret ediyor, tuğraları kazımakla yetinmiyor, sarayların hepsini müze yapacağı yerde kimisini bakımsız bırakıyor, çürümeye ve yıkılmaya terkediyor, yıkılmış olanı onarmıyor, kimisini resmi daireye, kimisini okula dönüştürüyordu. Bunun hem 'alçak hanedanın zevk ve sefa yuvalarını ilim ve irfan yuvası yaptık' diyebilme keyfi vardı, hem de çağdaş liseler ve akademiler için gerekli altyapı masraflarından kurtulma kolaylığı...

Ama sorarsanız, Haşmet'in arkadaşı Necati size 'cumhuriyetin ilk döneminde İstanbul'a büyük yatırımlar yapıldığı' yalanını gözünüzün içine baka baka söyleyecektir.

1940 yılına kadar çivi çakmadılar be, çivi!

14 Ocak 2007

The Way that "THEY" Live

12 Ocak 2007

Art school Confidential

Saçmasapan bir film. İlla kurcalayıp binlerce şey söyleyebiliriz belki de ne gerek var ki. Filmde tek ilgimi çeken dikkat ettiğim nokta the L word deki shane rolundeki kadının burda da lezbien olarak bir sahnede görünmesiydi. Ve bu kadın lezbiyen falan diğilmiş gerçek hayatında. Rol dünyasında lezbiyen olmak enteresan..

Sanata bir sorgulama sanatla kafayı yemek yerine dısardan gelip basit bir iki çizgiyle sanatçı olunabilir mi sanat nedir. O lise college cinayet filmleri. Katiller ve bunlardan hikayeler ve kendine pay çıkarmaya calışan asalak tipler ve gerçek bir katilin ortaya koyduğu deneyimlerinden çıkan eserler. bir aşkın sanat hırsının.. bla bla düsünmek istemiorum John malkovich yine mükemmeldi harika bi adam
saçmalık sanat diye de birşey yoktur. zevzeklik vardır bence

Empire Falls

2 part ve 8 chapterdan olusan tv için çekilmis bir film. Çok sağlam oyunculuklar var. Bir roman uyarlaması. Bir kasabanın, bir ailenin hikayesini anlatıyor. Nedense seviyorum böyle hikayeleri bu da keyifliydi 4 saatlik bir film için iyi de kotarılmış denilebilir. Sonu biraz zayıg kalmıştı ama yine de böylesine bir hikayede son çok önemli olmuyo önemli olan karakterlerin hayatına bakış onlarla geçirilen zaman.

House

Super karizma doktorumuz kaldığı yerden devam ediyor. Caddy ye de ısınmaya basladım. Ally Mc Beal de bir travestiyi canlandırdığı için ne zaman dean rolunde görsem bi türlü silinmiyordu o imaj ama son bölümde house abimize yaptığı kıyakla gönülleri fethetti. House abimize kalkan eller kırılsın.

Gilmore Girls

Bir başka sorunlu dizi. Single Anne ve kızının hayatını anlatıyor. şu anda 7 inci sezonu oynuyor. İlk 3 - 4 sezonu iyiydi. Ama şu anda konu o kadar twist üstüne twist yapmaktan bezdirici bir noktaya geldi ki ipin ucu kaçmış bulunuyor. Annenin hangi erkekle evleneceğine bir türlü karar vermemesi. Kendisi için belirlenen bütün mükemmel aşıklara hayatı zindan edişi.. Bu tarz kadınların ön planda olduğu dizileri izlemeye devam edersem gay falan olabilirim. Şimdi moda dünyası veya kadınların çoğunluk olduğu ortamlarda çalışan erkeklerin yüzdesel çoğuunluğunun neden gay olduğunu anladım. Çünkü o kadar çok bu kadınların yaptıkları şeyleri görüyor ve bunların karakteristik saçma özelliklerine tanık oluyorlar ki ve istisnasız hepsinin böyle olduğunu görüyorlar ki ister istemez kadınlardan uzaklaşıp hatta aman sakın yanlarına iş dışında bir sebebten ötürü yaklaşma gibi uyarılar ediniyorlar.
Rory nin büyüdükce bencilleşip iirenç bir kız halini alması falan şişko aşçının aptalca takıntılarıyla çevresindekileri yorması. Nerde benim elektrikli testerem.. Kadınların hepsini bir kıtaya kapatsak onnar orda takılsa diyorum..

The L Word

Diziye ilk rastladığımda lezbiyen kadınların hayatı fikrinden ötürü çekici bir dizi olarak görmüştüm. Nedendir bilmem ama çok farklı bir dünya gibi görünen kadınların hayatını gözlemlemeyi seviyorum ve lezbiyen kadınlar da çok farklı bir boyut. Ancak dizi evet enteresan belki ama ilk sezondan sonra saçmaladı. Çok fazla gereksiz bir şekilde bütün ilişkileri sorunlu hale getirdi. Bütün komunite freak gibi gösteriliyor. Ve bunun da ötesinde yazar olmaya çalışan ufak tefek sorunlu straightten bozma lezbiyen teşhirci vs. ceni cidden sıkıcı uyuz ve aptal bir kadın olmaktan öteye gidemiyor. Ve dizide oldukça fazla rol bulduğundan dolayı o karakter nefret doluyorum istemeden. En sonunda dizinin beni getirdiği nokta kadınlardan uzak dur kadınların hayatından sanane ve evet bu cinsin hepsi erkeklerin algılamalarının ötesinde kendi dertlerine gömülmüş. Ve tek kafanızı rahat ettirecek çozum hepsinden uzakta durmak. Hiç bir şekilde yolunuz kesişmesin. Çünkü onları anlamak imkansız kendileri bile ne dertleri olduğunu bilemiyorlar. Sadece kendilerini sorunsuz görmek ve istemek ve gerçekleşmesini beklemek gibi bir doğaya sahipler. Olmayınca da şaşırıyorlar ne yapacaklarını hepten şaşırıp kaybedyorlar. Dizinin 4 üncü sezon ilk bölümü yayınlandı. Sanırım bu son sezonu olur. Ama dizide en matrak olay da lezbiyen erkekti.

9 Ocak 2007

Principality of Sealand - Sealand Prensliği

Dünya için biraz eskimiş ama Türkiye için bu yakınlarda gündeme gelmiş bir haber. Okuyunca çok beğendim ve hastası oldum Prens Paddy Roy Bates'in. Prenslikle ilgili detaylı official web sitesi www.sealandgov.org. İkinci dünya savaşından sonra ingilterenin terkettiği ve savaş sırasında alman hava baskınlarına bir önlem olarak yaptırdığı deniz üzerindeki platformlardan birinin uluslararası kıta sahanlığında olduğunu fırsat bilen bu uyanık ingiliz ailecek buraya yerleşerek 1967 yılında Sealand prensliğini ilan ediyor. Komik olan kendi kıta sahanlığından geçen ingiliz gemilerine de utanmadan uyarı ateşi açarak ayaklarını denk almasını belirtiyor. Hayatımda duyduğum en matrak olay ve super. Ülkenin 550 m2 lik bir oturma alanı varmış. Ve Roy Bates ölünce oğulları ülkeyi (marşı bayrağı anayasası pakete dahil) satışa çıkarmışlar 10 milyon sterline.

5 Ocak 2007

Kedi


Lovely..

3 Ocak 2007

Gelecekteki Hayat - II

Şu Epic 2015'i izledikten sonra bilişim dünyası ve teknolojileri ve gelecekte yaşayacağımız hayatla ilgili kafamda milyonlarca fikir uçuşmaya başlamıştı. Ancak birşeyleri düşünüp sonra internette dolanırken bazı şeylerle karşılaşınca aslında kafamda şekillenen yada başka insanların da önümüzdeki on yıl içinde olmasını öngördüğü bir çok şeyin bugünlerde gerçekleşmeye başladığına şahit oluyorum. Epic 2015 te belli belirsiz altı çizilen ancak benim ordan ve şimdiye kadar gördüklerimden yola çıkarak şekillendirdiğim LCD tablet ekranlar sanırım 2 yılı geçmeden her yeri sarmaya başlayacak. Bu ekranlardan en basit olarak doüşündüğüm newspaper olayının sonlanması newstablet lerin emerge etmesi idi ki bugün gördüğüm bir site bu olayın gerçekleşmesinin daha da yakın olduğunu gösterdi. Pressdisplay.com üye oluyorsunuz ki aylık yaklaşık 30 dolar civarında daha ekonomik üyelikleri de mevcut 65 ülkenin 35 farklı dildeki 350 gazetesine hemde son 14 sayısına ulaşabiliyorsunuz. İlgilendiğiniz gazeteleri belirliyorsunuz ve her siteye girişinizde sadece onlar önünüzde. Tablet ekranlarla bu iş daha da güzel bir hale donuscek. İdris efendi sabah gazetesini neden almadın? Hanımablacım kalmamış gibi sorunlar kalmıyor. sabah kalktığınızda kahvenizin yanında derli toplu hazır bir şekilde duruyor gazeteler. Şu anda gayet prematüre. Gazeteye yapılan baskının pdf format versiyonu bir nevi ancak ileride tamamen online kendini güncelleyen resim ve videolar barındıran ve bir tane değil üzerine tıklanrdığında alakalı bütün resim ve görsel malzemelere ulasılabilecek olan gazeteler. Haberin artık haber gibi verildiği asparagasın neredeyse yok olduğu görselsiz ve bir yere dayanmayan haberlerin artık yer kaplamayacağı daha rafine gazeteler. Böyle olunca her gazetede haberin kendisi aşağı yukarı objektif ve olması gerektiği gibi yer alacak ancak gazeteleri birbirinden ayıran yazarları yorumları olacak işte bu noktada da insanlar önem kazanacağı için gerçekten işinin ehli iki yazı attırıveririm üç beş kurus da ordan kaldırırımcı insanlar kalmayacak güdümlü gazeteciler bir bir elenecek. Daha zeki daha bilincli ve bilgili bir toplum olacağız. Herneyse aslında bu lcd ekran gelecekteki bilgisayarların da temelini oluşturuyor. Google tahminimce şu anda microsoftun elinden kapamadığı OS alanında kendini şu yönde geliştiriyordur. Artık herşey internette sonlanacak bir bilgisayar online olmadığı bir noktada elektriksiz herhangi bir elektrikli alet kadar işe yarar olacak bütün dünyanın wireless olacağını ve hızların gerçekten çok çok fazla olacağını düşünüyorum. her user google gibi firmaların kendilerine sağlayacağı terrabytelarca disk space ine sahip olacak online olarak. ve bu lcd ekranlarda harddisk falan olmayacak işletim sistemi basit bir web browserı olacak web de gördüğü herşeyi alıp çalıştırıp kullanabilen compatible birşey. bütün tuşlarını şunu bunu dokunmatik ekran dolayısıyla gerektiği anda ekranda belirmesiyle halledicez. ben şu an için neden notebooklarda bir açılır kapak ve fiziki klavye kullandıımızı touchpad e neden gereksinim duyduğumuzu da anlamıyorum direk luzumsuz klavyeyi kaldırarak notebook ları şu anda bence 5-8 cm daha inceltebiliriz. 500 gb lık ram ve tümleşik bir ekran ve ses kartı yeterli olacaktır. GSM şebekeleri tamamen internet service sağlayıcılığına donusebilirler sesli görüşmeyi internet üzerinden yapabiliriz. Bu noktada online web space den oturu gerekli olan server farmlar tahminimce en çok güvenli olması ve korunması gereken birimler binalar olacak bunlar için de ay yada mars ı uygun görüyorum. Ulaşımın her önüne gelen için mümkün olmadığı ve sınırsız boş alana sahip güneşten uzaklığı ile ekstra bir soğutma maliyetine ihtiyaç duymayan kesinlikle denetlenebilir bir yer bence mars server farmlar için..

Gelecekteki Hayat I
Gelecekteki Hayat III