27 Aralık 2008

Eskiye nazaran

Küçük çocuk büyüyor.

Bump

Yolunda gitmeyen birşeyler var hissi beni öldürecek.
Neden ve nereden kaynaklı çözemiyorum ancak küçük mutsuzluklarım bunlara yol açıyor sanırım.
Bu aralar depresyonumun en üst noktasına ulaştığımı düşünüyorum. Burdan marta kadar sanırım inişe geçecek ve bir yılı daha çıkaracak gücü toplayabileceğim.
Yada bilmiyorum.
Bıkkınlık, bezginlik aynı ve hep aynı şeyler özellikle de çok bir tad vermiyor ve heyecanlandırmıorsa beni boğmaya başlıyor.

baş ağrısı başladı bir de ayaklarda ağrılar..
dinlenemiyorum.

bir yeni yıl sözü
2009 bittiğinde istemediğim idare ettiğim bir hayatı yaşıyor olmayacağım.
ya isteklerime ulaşacağım yada kökten değişim..
artık mutlu olacağım.
benim hayatım.

18 Aralık 2008

Soğuk

Soğuk dışarıda sana ulaşması engelli iken, sıcak içkiler yudumlayıp gülümseten ve kalbini yumuşatan sohbetler yapmak çok keyif verici oluyor.

14 Aralık 2008

Kısa

90 larda iirenç türkçe pop müziklere ve iirenç sanatçılara maruz kalmışız.
the day the earth stood still filminin yeni çevrimi bi boka benzemez ve şu an için konu falan birşey ifade etmiyor ama 1951 yılındaki versiyonu merak ettim.

rüyalarım fazla gerçek duygusu barındırıo

algılayamadıım, cozemedıım davranıslar benı sınırlendırıo.

değişim uyuşukluğumla savaşıyor yakında biri kazanacak gibi..

10 Aralık 2008

Gözlerini kapa


Harika bir hikaye anlatımı.. 3 katmanda bir hayat uzanıyor.


Artist : Gamze B.

Ruhum

Kızgın, dev bir ejderhanın alevlerinde yıkandıktan sonra saatlerce ayaklarının altında çiğnenmiş ve uzaklara yalnızlığa ve soğuğa fırlatılmış hissindeyim.

9 Aralık 2008

Bir Not

Kazanamadıklarını değil, kaybedeceklerini yada kaybettiklerini hissedebilirsin..

8 Aralık 2008

Süzülüp gitmek

Çok değil bir süre sonra gençliğimle birlikte en öncesinde gençliğim sonra bedenim yavaş ama çok uzakta olmayan bir zamanda süzülüp gideceğiz..
Gerçekleştiremediklerim, gerçekleştirmeye üşendiklerim yada gerçekleşmesine izin vermediklerin artık uzak ve imkansız olacak. Bir süre sonra belki ben yada belki de sen olmayacaksın..

hepten yapayalnız

4 Aralık 2008

Geçiyor

Mutsuzum. Ve mutlu olmam hayallerim yada hedeflerimle ilgili değil..
Biliyorumki hiçbir zaman mutlu olamayacağım. Mutluluğum yaşmak istediğim bir ilişkide sevdiğim tarafından sevilmekte. Dünyayı içindeki ve dışındakini umursamadan ikimiz olarak tek olmak ve mutlu olmak..
Ve mutluluğa giden sadece bir kişi var ve imkansız görüyorum.
Çünkü formül aynı geri dönüşü alabilmekte.
Senkron tutturmakta.

Haydi 1 kişi de aynı şartlarda arasın mutluluğu dozu ve senkronizasyonu ayarlamak mümkün değil ki..
eh bir de dış etmenlerin mükemmel olmadığını koy ortaya

sonuç mutluluk yok
bazen duruyorum ve düşünüyorum bende gezmekten dolaşmaktan konuşmaktan yemekten içmekten egomu tatmin etmekten seksden nefes almaktan yaşamaktan herhangi birşeyden lezzet ve keif alabilseydim keşke..
keşke.

30 Kasım 2008

Genişleyen Düşünceler

Düşünce çemberlerimi her bi turda giderek artırmayı çok seviorum her nekadar bir süre sonra odak noktamı kaybedip yitip gitsem de..
yazmayı çok istiyorum ama bir yandan esniyorum bir yandan zihnim yorgun ve dolu ama bir süredir ara ara aklıma geliyor.
hayatta komplekslere sahip olmak.
kompleks yapmak bir şeyi, kendine güvensizlik midir yoksa kibrin ve kendini büyük görmeye çalışmanın uç noktası mıdır..

kompleks duyuyorsam bir şekilde kompleks duyduğum şeyin bende eksikliğini farkedip kendime dert etmişimdir e o zaman o şeyin bende tam olmasını istemekteyimdir.

ben kimim de herşey bende olacak..
varlığımı olduğu gibi sevip mutlu olmayı öğrendim.. madde yalan madde çok acı verici.. benden rahatsızlık duyanın kendi derdi o bir gun o derdini benım uzerımde denemeye kalkarsa benım derdım olur o zaman da ya carparsınız ya da uzaklasırsınız..

işte böyle birşey bu genişleyen düşünceler
suya damlayan bır damla su gıbı
bır halka daha bır halka daha
ne kadara kadar dıyerek serbest bırakmak cok keıflı..

22 Kasım 2008

İzleyici

Vucudunda kendi korkunun kokusunu aldın mı hiç?
Köşeye sinmiş korku içinde yokolmaya çalışırken, kendi kendini korkmamaya ikna etmek için beynin deli gibi çalışırken hücrelerinden korkunun kokusu yayılır ve teslim olursun korkuya..

Şimdi bende bu kokuyu alıyordum.
Ayak sesleri her tarafta ve giderek yaklaşıyor. Ayak seslerine hiç kulak kabarttınız mı?
Hızlı, yavaş, ağır, belirsiz çeşit çeşit ve binlerce anlam içerir.

20 Kasım 2008

Tomoreraw

Git.
Yürüyerek yada koşarak her nasıl olursa olsun git artık.
Sen ölmüşsün, kendini kaç seneler önce öldürdün kimbilir. Birine mi öldürttün yoksa kendin mi öldürdün.
Bunun için değişmiyorsun, hareket etmiyorsun ve hep aynısın.

Neyi düşünürsem ben oyum. Ve bu çok güzel.
Aslında herkes neyi düşünürse o. Bu ama çok güzel değil.

Yüzlerine, dediklerine, yaptıklarına ve çevrelerine bakınca insanların hayatlarından kesitleri görmek hem de tüm çıplaklığı ile görebilmek duyulamayacak diyalogları duyabilmek gerçekleri düşünerek yaşamak gerçek olmasa bile çok boğucu.

Başkalarının hayatının içinde yer almak beni öldürüyor. Kendi hayatımda olmak tamamiyle ve icabında da bu hayatta kimse olmasın istiyorum.

Git. Git dedim sana..

10 Kasım 2008

her gün biraz daha..

Yavaş yavaş çekiniyorum yada bazen olduğu gibi çekiliyorum.
Sessizce değişim.. İsteklerim beliriyor beni ikna ediyor.

Jane'i gördüm. Özlemişim. Onun hayatından kesitleri dinlemek o anlarda ona karışmak beni yok edip ondan yaşamak, benim hayatıma şok tedavi gibi oluyor bir süre daha hayata döndürüyor. Bazen şanslıyım diyorum böyle 2 insan seviyorum diye bazen de çilemi mi uzatıyor bu durum sadece acaba diyorum.

Kararsız.

Bir kitap okuyorum. Ve şimdiye kadar gördüğüm en hoşuma giden başlangıç cümlesine sahip. "Kızıl saçlı adamı öldürdükten sonra Parson sokağında oturmuş çayımı yudumluyorum."

Düşünceler keyif vermemeye başladığında hep farkettiğim fantezinin tükendiği ve sorunlara yöneldiğim oluyor. Ama rüyalarım daha doğrusu yarı uyanık bilinç kaymalarım. Bilmiyorum rüya başka birşey bunlar daha değişik. Sanki..

Tamam artık..

4 Kasım 2008

İnsan

Sevmiyorum.

19 Ekim 2008

There are some women




Bazı kadınlar görüyorum bana gördükçe mutluluk ve yaşama isteği, neşe ve heyecan veriyor. Bazı kadınlarsa ah keşke hiç görmemiş olaydım diyorum.. Ve nedense istatistik olarak ilk gruba girenler 100binde 3 iken ben bu hayattan keyif almaya çalışmayı umuyorum.. Bir kadın ya kusursuz güzel ve büyüleyici hatlar ve tarz sahibi olmalı yada zekası tüm bedeninde güzelliğe dönüşmeli ama asla şişman olmamalı.. Görmekten zevk almak.. Bana göre kadın estetik bir "monument", ama ortalık kendisini aşağılayan kadınlarla dolu..


Birçok erkek kadına bakar, her gördüğü kıça her gördüğü bacağa bakar. Niye ki hiç kıç yada bacak görmemiş 14 yaşında tıfıl mısın.. Neye baktığını bilmeyen bu erkekler yüzünden kadının kendisine bakması dejenere olmuş bence. Götünü başını açınca bakılacağını bildiği için özensiz ve ucuz kadınlar heryerde.. Estetik ve zevk bozucular. Hiç bir güzelliği olmadan çıplaklığını sergileyip ilgi bulan kadınlar alın size bakanları da defolun gidin buralardan..


1 Ekim 2008

24 Mayıs 2009

the day my earth will come to an end

28 Eylül 2008

Suskun

Durmak, heyecanını bile belirli ve dar bir aralıkta yaşamak.
Zamanı da yavaşlatmak
o derece yavaşlatmak ki dakikada 40 kalp atışı belki de daha aza indirmek.
Ben inanıyorum
zaman saniyelerle değil
kalp atışlarıyla ölçülür.

Durgun zamanda yağmur yağsın.
Damlalar camdan süzülürken dışarısını bulanıklaştırsın
Beni bir serinlik kaplasın
Bu serinliğim ve dinginliğimde düşüncelerimi sıralarken sakince koltuğuma oturmuş
Kaçamak gözlerim ve aldığım keyfi yansıtan gülümsemem seni izlesin.
Seni, güzel yüzünü, zarif tavırlarını, bazen çattığın kaşlarını.
parmaklarını
kahve o anda çok acı gelir. çay belki de bir bitki çayı.
aromasından yükselen koku başka anları da çağırsın..
dingin, sessiz, suskun
nasıl da keyifli
böyle ruhumu dinlendirmelere nasıl da çok ihtiyacım var..

Not

yol uzun sevgilim
ve de eski
şeritlerin üzerinde fren izleri
ben karışık
sen dört

yemyeşil çimlerin ortasında büyümüş bodur ağaçlar

Righteous Kill

Babaları seyretmek keyifli idi ama film çok gereksiz.. Baştan aşağı klişe sorduğu sorularıyla mesajıyla herşeyiyle gereksiz. Ben olsam bulmuşum böylesine nefis iki aktörü biraz daha tarzlarının dışına taşırdım. Ama herneyse bayadır seyretmiyordum al pacino ve robert de niro biraz düzgün oyunculuk gördük en azından..

8 Eylül 2008

Geçiyor

Dün, bir zamanlar yarındı. Anılar da bir zamanlar yarınların hayalleriydi. Unutma. Şimdide duran hep biziz. Ama biz şimdi neredeyiz..

1 Eylül 2008

Sıkıldım, başım ağrıyor...

Başım ağrıyor, ne oldu bilmiyorum.. sağa donunce yada sola donunce yatarken sol tarafında beynımın sankı ağır bır yuk altında ezılıyormuscasına bır ağrı oluyor. sağ tarafı çok buyudu dığer tarafa baskı mı yapıyor acaba.. ama o zaman sağa donunce ağrımazdı demekkı sol taraf kafatasımın ıcınde hareket kazandı ondan ağrıyor. sırtustu yatınca sımdılık bı problem yok..

hedeflerımı dusunuyordum sonra aklım yaşlı ınsanlara gıttı emeklı olanlara cocuğu torunu falan olanlara hayatları hedeflerı yasamak ve devam ettırebılmek olmus medıocre bır ınsan hayatına gıttı memur counlukla yaşa ve gıt gerceklesn hedef yok anın tadını cıkarmaya calısmak var belkı bu da yok anı olabıldıınce az acılı yapmak var anca belkı..

zaten baska nedır kı hayat..

hedeflerımın olması yada daa doorusu hedeflerım bır anda bana gereksız ve komık gorunduler. ıste nefes aldıın surece etrafına bak ve öl git..

bu kadar basıt hale getırenler var ve bence bıraz zavallıca bılmıorum.. bınbır sorunu ıle uurasırken su hayatın keıf almaya calısmak bence sacma

neyse bu aralar cok sıkılıorum.. herseyın taaa..

ne kadar onemsız hersey..

sevdığım ınsanlar bana uzak sevmedığım ınsanların gereksızlıklerı benı bouyor..
bı de notrler var ben kendımı kotu hıssedıom onlarla..
yalnızken de bır sure ıyı ama sıkılıorum
ee o zaman
amaannn

21 Ağustos 2008

Düzen

Aşk, bu düzenin parçası..
Peki düzen ne. Düzen, yalnız kalmamak. Hayat tek başına yaşanmayacak bir süreç. Dolayısıyla insan yalnızlığın altında ezilip, sıkılabiliyor ve bunları aşabilmek için aşık oluyor. Arkadaşlık da sevgili de herşey aşk sınıfında.. Sonuç olarak yalnızlık yok.. Yalnızlık olmayınca elimizde var olan seçeneklerden en iyisini seçmek oluyor. Peki bu seçeneklerde kriter nedir.. kriter elbette bencillikdir.. İşte bu nokta büyük çelişki oluşturuyor. Bencilliğine hizmet eden ortak yaşam sıkıcılaşır. Bencilliğe hizmet ettiğin ortak yaşam işkenceye dönüşür. o zaman grilerin peşine düşmek en iyisi.. Bir miktar aldıkça bir miktar vermek zorunda kalmak.. dolayısıyla asla mutlak mutluluk yok. Hep artı olamıyor arada eksiler var bazen de uzun süreler.. ortak yaşamları çeşitlendirerek dengelemk birinde eksiye gecince diğerinde artılarda olarak dengelemek ve bu böyle bir oyun.. zihni meşgul ederek öldürür...

Sonuç olarak mutluluk yok çünkü yalnızlık mümkün değil. Hiç insan olmasa bile bir çiçek bir böcekle de olsa paylaşırsın ve o da bir gün bencillik eder..
Gerçeği aramak mutlak mutluluğun nerede olduğuna ve ona nasıl ulaşacağıma konsantre olmalı bunun önüne çıkan herşeyi ezip geçmeliyim.. Benim hayatım benim için önemli. siz de kimsiniz değer yargılarınız ve diğer herşeyiniz ve de hiçbirşeyiniz beni ilgilendirmiyor sadece dikkatimi bir kaç saniyeliğine çekebilirsiniz o kadar..

6 Ağustos 2008

Durum

Yorgunum..
gercekten yorgunum
isteklerime hayır denmesinden nefret ediyorum
hiçkimseyi sevmiyorum, sevemiyorum
gün geçtikçe kendimi kandırmak güçleşiyor
zamanın geçtiğini yada geçmediğini farketmeden yaşadığım anlar her geçen gün azalıyor..
yorgunum
heyecanım ve heyecan duyacağım hiçbirşey ve hiçkimse yok
herşey birbirinin ve bu zamana kadar yaşadığım, tecrübe ettiğim ve sahip olduklarımın türevi gibi geliyor..
çok yorgunum
kendimi kandıramıyorum
ahmaklığım beni şaşırtıyor ama değişemiyorum
yorgunluğum acı veriyor
sevmiyorum
hissetmiyorum
neşe veren bir kaç şey de insanlara bağlı ise ve bunun içine limon sıkıyorlarsa hiddetleniyorum.
daha fazla yorulmamalıyım sanırım...

Belief and Islam

http://www.dinimizislam.com/detay.asp?id=4112

Iman

Îmân means having belief in the six fundamental principles (Âmantu) of faith, and also accepting by heart all the commandments and prohibitions revealed to Muhammad (‘alaihis-salâm) by Allahu ta’âlâ and delivered by him to us, and to state this belief with the tongue.

[That is, I have belief in Allahu ta’âlâ, in His angels, in His books, in His prophets, in the Day of Resurrection and Judgement, and in qadar [that is], that good and (khair) evil (sharr) are from Allahu ta’âlâ. I bear witness that there is no ilâh (being to be worshipped) except Allah, and I bear witness that Muhammad (‘alaihis-salâm) is His born slave and His Messenger.]

Îmân itself is without consulting mind, experience or philosophy, to confirm, to believe the facts which Hadrat Muhammad communicated as the Prophet. If one confirms them because they are reasonable, one has confirmed mind, not the Prophet. Or one will have confirmed the Messenger and the mind together, in which case the Prophet has not been trusted completely. When confidence is incomplete, there is not îmân.

Faith in Allah: Having faith in Allahu ta’âlâ means accepting and believing with one’s heart in His existence, His Oneness, His having no partner, His creating everything out of nothing, and there being no creator other than Allah. It means accepting and loving all of the rules of the religion which Allahu ta’âlâ has sent through with the mediation of the Last Prophet Muhammad (‘alaihis-salâm) who came as rahmat-al-lil-‘alamîn (grace to all nations).

Faith in His Angels:Angels are nûrânî (luminous, spiritual) creatures. They are neither male or female. It is a condition for us to love their deeds, and to accept, to confirm that they are all sinless and obedient.

Faith in His Books: The faith in the Books has to be as follows: The Zabûr (the original Psalms), the Tawrât (Torah), the Injîl (Latin Evangelium), the Qur’ân al-karîm, and all other books were sent down by Allahu ta’âlâ. All of the Books are just and right; however, with the Last Book, the Our’ân al-karîm, Allahu ta’âlâ abolished the validity of other books. Besides, one must also accept and confirm that the books before Qur’ân al-karîm were defiled by people, and they are no longer The Word of Allahu ta’âlâ.

Faith in His Prophets:One must accept and confirm that all prophets were selected by Allahu ta’âlâ, and they were all devoted, truthful, and did not commit any grave or venial sins. A person who does not certify and who belittles even one of them becomes a kâfir (disbeliever). One must believe, accept and certify that the first prophet is Âdam (‘alaihis-salâm), and the last one is Muhammad (‘alaihis-salâm). One must put faith in this fact that our Master, the Prophet communicated the rules of the religion in the best and precise manner, and one must accept and love all these commandments and prohibitions.

Faith in Qadâ’ and Qadar:Having faith in qadâ’ and qadar necessitate a person to believe that Allahu ta’âlâ has bestowed irâda-i juz’iyya (partial will) upon people, and that people make selections using their partial wills, and that all of their deeds are created by Allahu ta’âlâ in the end. The meaning of khair (good) and sharr (evil) is to know, to accept, to confirm and to esteem highly that all deeds are opted and willed by people, and that Allahu ta’âlâ creates them if He also wills.

Faith in the Last Day:Faith in the Last Day means believing, accepting and esteeming highly that people will resurrect after the annihilation of everything, and that, after Judgement and Mîzân ‘balance,’ The Muslims will be awarded Paradise and the disbelievers will be in Hell eternally.

Believing and loving
Question: It is said that all people who believe in Paradise, in Hell and in the existence of Allah are Mu’mins and they, who believe in this way, will be awarded Paradise. Is it true?

ANSWER : It is plainly wrong! Shaytân, in the same way, believes in Allah, in Paradise and Hell, in the other tenets of belief, in angels, in prophets, in the heavenly books, in the Resurrection after death, and in the Day of Judgement; that is, Shaytân knows them as well. However, it does not suffice only to know and to believe in the six fundemantal principles of belief in the Âmantu. As well as believing in the six fundemantal principles of belief in the Âmantu, it is an additional condition that one must also accept and love all the commandments and prohibitions revealed by Allahu ta’âlâ. One who does not love any of them cannot become a Muslim. Apart from these, there is another issue; namely, hubb-i-fillah and bughd-i-fillah.That is, one must consider Allah’s friends as friends and His enemies as enemies. If one stays away from His friends and loves His enemies, then one is not a Muslim. As it can be seen, even Shaytân believes in Âmantu, and knows it in detail. But Shaytân does not accept and love them, and, what is more, considers the enemies of Allah as the friends and the friends of Allah as the enemies. A person who knows and believes like Shaytân is not a Muslim.

3 Ağustos 2008

Bugün yap

Düşündüğünü bugün yapmayacaksan düşünerek vakit harcama. Düşündüğünü yarın yapıyorsan yapma daha iyi. Çünkü yarın artık aynı parametrelerin olmadığı farklı bir gün ve yaptığın şey yanlış olur.. Ya da başarı bekleme hayali içinde olma.. ya da yeniden düşün..

Görüntü

Dümdüz alabildiğine boşluk.. Anlamsız geliyor değil mi? Boşluk da ne demek.. Boşsa mutlaka ilerisinde aşağısında birşey vardır. Yok. Alabildiğine boşluk. Ellerimi kaldırıyorum kollarımı iki yana açarak boşluğu tutuyorum. Uçlarından tuttuğumu hissediyorum. Garip bir his. Boşluk ama onu yakaladığımı hissediyorum yine de.. Ve birden büyümeye başlıyor.. Ellerim de ona sımsıkı yapışmış kollarım iyice açılıyor artık beni aşacak.. Ve aşıyor ama ben hala onu tutuyorum.. Ağırlığı yok sadece hacmi var hissedebiliyorum..

Ah bir de parladığını söyledim mi..

Bir Şeyler Oluyor III

Şu an mesela rüzgar serin serin eserek tenimi yalayarak geçiyor. Ürperiyorum.. Hayat keyif almayı isteyip ona göre kendinizi konuşlandırdığınızda buna izin veriyor ve çok lezzetli olabiliyor.

2 Ağustos 2008

Bir Şeyler Oluyor II

Zamanı anlamıyorum bu aralar. Keşke saat hiç olmasa.. dakiklik olmasa o kadar ince detaylarda zamana ihtiyaç olmasa ve hesaplanmasa bir düşündüm de bu bilinemez olsa idi neler olmazdı ve keşke dedim. o kadar çok lüzumsuz şey hayatımızda olmazdı ki. o kadar çok bizim mutluluğumuzu alıp bu dünyayı acıya çeviren şey olmazdı ki..

Saat, elektrik(enerji)..

Kaplumbağaları bazen kıskanırım. kimbilir nasıl güzeldir kendi kabuğuna çekilmek..

Ahh

Bu arada mumya rezaletti..

31 Temmuz 2008

Bir şeyler oluyor..

Önce biraz the dark night tan bahsedeyim. cok beğenmedim ama izlesen zarar etmezsin.. egzantrik aksiyon yoktu.. daha önceki batmanlerde sanki daha çok keyif aldığım beni meraklandıran aksiyonlar varmış gibi hissediyorum.. yonetmenliği beğenmedim nolan bılmem bır oncekı batman daha basarılıydı onun ıcın batman cekmek bu adama gıtmemıs de dıyemeyeceğım ama bu cekımler bu edıtıng batmane gıtmemıs soundlarda fılmden koparıcı ve sacma sahnelerın etkısını derınlestırıcı değıldı ozellıkle gerılımı doz asımına suruklemeye calıstığında verdığı sacma kapı gıcıtısı vari irkiltici sesler.

hayal kırıklığım joker, jack nıcholson un elıne su bıle dokemez. ha ıyı kotu deıl ama onunde duren esıı asamamıs ama olduu ıcın cok da konusmayayım arkasından ıdı kafa goz sallayarak ve sarsak hareketler ve yalanarak ultra mega sahane olunamıo bence joker karakterınde palyacoluk abartıydı

ve o kadar saat jokerın pesınden kostur ızleıcıyı soora zık kıbı bı yakalama saahesı
amaan pff

16 Temmuz 2008

Öbür Dünya

Umursamadan yaşamak. Korkmadan yaşamak aklına bile getirmemek.. 20 li yaşlarda böyleydim.. ölüm aklıma ender gelirdi ve o buhranlı ve depresyonun kara karanlık olduğu anlarda ölüm tatlı birşeydi.. istenilen ve özlenen.. çekinmezdim, hevesle beklerdim.. şimdi korkuyorum. bu şekilde Allahın emirlerine karşı boşluklarla dolu olarak ölmekten korkuyorum.. İnançsızlığı hiçbir zaman anlayamadım. Şimdi kendime bakıp şaşıyorum. öleceğimi biliyorum. Bu dünyada belirsiz bir zamanda öleceğimi bildiğim halde vurdumduymaz umursamaz ve günahkar olabilmemi anlayamıyorum. bu nasıl bir nefs nasıl bir aptallık..
inançsız bir insanın düşünce sistemini ve hayata bakışını ve bunu naıl rasyonalize ettiğini algılayamıyorum.. hiç bir şeyin kontrolu dahilinde olmadığını bilen ve gören bir insan, herşeyin bir sebep dairesinde gerçekleştiğini gören bir insan öylesine bu dünyaya geldiğini mi düşünür.. neden sen olarak geldin bu dünyaya.. kim getirdi seni.. sen mi seçtin.. neden ve ne yapmalısın.. baskalarına göre artıların ve eksilerin.. herkesin herkese karşı artıları ve eksileri.. sadece bir dünya ise bu ve yaşanıp bitecekse neden sen sensin ve o kadar şanslı veya şanssızsın.. görmezden geldiğim sorular ve cevaplar benim ahmaklığım..
allahdan korkmak
başka insanlardan başka şablonlardan nefret edip kendini felakete atma aptallığı.. kibir ve nefsine teslim olmak zayıflık.. toplumdan çekinerek ebedi azaba sürüklemek kendini.. binlerce aptal insana bakıp onların gözlerinde aşağılanmayı hazmedemeyerek gerçekleri aramaktan kaçınmak araştırmaktan bile geri durmak. beynine ve kendine güvenmek.. hiç yanlışı olmayacağını düşünmek.. zavallılık. ahmaklık.. Allahım sen beni koru...

Yenilik - Değişim

Arayışlardayım yine.. sıkıntı had safhada ancak neden ve çözüm nedir her zamanki gibi yok ortada.. pişman olacağım umursamaz çılgınlık hareketleri yapmak istemiyorum sıkıntıdan.. eskiden pişman olmuyordum ama artık duraklamak bile istemiyorum ancak olanı kabullenip yaşayamıyorum da.. bilmiyorum.. neşeyi özlüyorum.. bir kısacık anımda bile uzakta kalıyorsa neşeyi özlüyorum.. neşeli olmak gülmek zibidilik ve zevzeklik keyif veriyor bunu anlayabilen ve kabullenebilen insanları seviyorum bunlara katkıda bulunan insanlardan keyif alıyorum onlarla olmayı seviyorum.. birbirlerinin hayatını zorlaştıran kendi hayatını bi bokmuşcasına başkalarının hayatında daha baskın hale getirmeye çalışana yada paylaşana katlanamıyorum.. ortak yaşanan anlarda keyif, matraklık ve hoşlukla dolu neşe olsun başka bir şey neden olsun ki.. bu katlanamadığım davranışları kendim de sergilediğimde sinirleniyorum ama yine de yapıyorum sanırım insan doğası bu.. hehe ama ben yaparken karşımdaki katlanma sorunu yaşamadığı için çok problem etmiyorum.. alabildiğine bencilim yani fazlasıyla da deli aslında..

güldüremezsin.. gülmeyeceğim..

8 Temmuz 2008

Takdir-i İlahi

Hasan Doğan.. 4 ay önce tanımadığım duymadığım ve büyük ihtimalle milyonlarca insanın da bilmediği tanımadığı bir isim.. ama bugün bütün Türkiye tanıyor.. Türkiyenin maçlarında o galibiyetlerde eşiyle oluşturduğu sempatik gol sevinçleriyle zihnimize kazındı.. ve Euro 2008 den bir kaç gün sonra öldü.. Ölümünden 4 ay önce tanınmazken TFF başkanı seçildi ve herkes tanıdı. Hasan Doğan kimsenin tanımadığı yada en azından milyonların tanımadığı bir insan olarak ölecekken bugün milyonlarca insanın sempatisini kazanmış ve arkasından milyonların allah rahmet eylesin dediği, cenaze törenine katıldığı ve ardından fatiha okuduğu bir şekilde öldü..

Enteresan.. Sanki milyonlarca insan sevsin ve arkasından dua etsin öldüğünde diye o göreve gelmiş gibi.. sanırım şanslı bir insan..

26 Haziran 2008

Kusursuz Hayat

Herkesin kusursuz hayatı olduğunu düşünüyorum. Ama karar verirken yada hazır olmaya çabalarken hangi kaçan zamanda kusursuz hayatlarımız bizden uzaklaşıp, bozuldu kimbilir..

Dön geriye ve bak..

12 Haziran 2008

Huzursuzum Çokca..

Keyif almayı umduğum şeyleri gerçekleştirince de keyif alamadığımı farkettim. Heyecan duymayı kaybettim..

Çok sıkılıyorum önce bir mani anında coşkuyla bir şeye yeltenip sonra bundan nasıl kaçarım diye bunalıp daralıyorum en çok..

Kesip atmakta istemiyorum çünkü deprsyon kalıcı değil hiç bir zaman.. oof off..

Jane de kayıp, nedensiz sebebsiz amaçsız rahat ve sınırsız saçmalama ve saçmalamama karşılıklı aktarımlarla vakit geçirme seanslarımızdan birini yapasım var. aslında en çok ben onun neşesini sömürüyorum.. bir de teninin pürüzsüz yumuşaklığını..

Jane'in çıplak tenini hissederek yatarken onu ve hayatını dinlemeyi özledim..

Yaratıcı

İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen, ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanların bir karıncayı, bir kuşu, bir balığı yaratması mümkün değildir. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar. Etrafımızı beş duygu organımızla tanıyoruz. His organlarımız olmasaydı, hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı. Kendimizi bile bilemezdik. Yürüyemez, bir şey yapamaz, yaşayamazdık. Anamız, babamız olmaz, var olamazdık. Ruhumuza tatlı gelen şeyleri anlamaz, hoş sesleri duymaz, güzel olanları görmezdik. Allah’ımıza yalnız duygu organlarımız için, ne kadar şükür etsek, şükrünü ödemiş olamayız.Duygu organlarımıza etki eden her şeye Varlık veya Mevcut diyoruz. Kum, su, güneş birer varlıktır, mevcuttur; çünkü bunları görüyoruz. Ses de bir varlıktır; çünkü işitiyoruz. Hava, bir varlıktır; çünkü elimizi açıp yelpaze gibi sallayınca, havanın elimize çarptığını duyuyoruz. Rüzgâr da yüzümüze çarpıyor. Bunun gibi, sıcaklık, soğukluk da birer mevcuttur; çünkü derimizle bunları duyuyoruz. Elektrik, hararet, yani ısı ve mıknatıs gibi enerjilerin [kudretlerin] de mevcut olduklarına inanıyoruz; çünkü elektrik akımının hararet ve mıknatıs veya kimya reaksiyonları meydana getirdiğini, ısı gelince sıcaklık olduğunu, ısı azalınca soğukluk olduğunu ve mıknatısın demiri çektiğini his ediyoruz, anlıyoruz. (Ben havanın, ısının, elektriğin mevcut olduklarına inanmam; çünkü bunları görmüyorum) sözüne yanlıştır diyoruz; çünkü bunlar görülemezlerse de, kendilerini veya yaptıkları işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için de, görülemeyen birçok varlıklara inanıyoruz. Göremediğimiz için, yok olmaları lazım gelmez diyoruz. Bunun gibi, (Ben Allah’a inanmam. Melek, cin gibi şeyler yoktur. Var olsalardı görürdüm) sözü de doğru değildir. Akla, fenne uygun olmayan bir sözdür.Fen dersleri bildiriyor ki, ağırlığı ve hacmi olan varlıklara Madde denir. Buna göre, hava, su, taş, tahta maddedirler. Işık, elektrik akımı birer varlık iseler de, madde değildirler. Maddenin şekil almış parçalarına, Cisim denir. Çivi, kürek, maşa, iğne birer cisimdirler. Hepsi, aynı demir maddesinden yapılmışlardır. Duran bir cismi harekete getiren, harekette olan bir cismi durduran veya hareketini değiştiren sebebe Kuvvet denir. Duran bir cisme kuvvet etki etmezse, hep durur. Hareket eden bir cisme, kuvvet etki etmezse, hareketi değişmez ve hiç durmaz.Maddelerin, cisimlerin ve maddelerde bulunan enerjilerin hepsine Âlem veya Tabiat denir. Âlemde her cisim hareket etmekte, değişmektedir. Demek ki, her cisme, her an çeşitli kuvvetler tesir etmekte, değişiklik hâsıl olmaktadır. Cisimlerde meydana gelen değişikliğe Hadise veya Olay denir.

Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir?

Cisimlerin yok olduklarını, başka cisimlerin meydana geldiklerini görüyoruz. Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binalar, şehirler yok olmuş. Bizden sonra da başkaları meydana gelecek. Fen bilgimize göre, bu muazzam değişiklikleri yapan kuvvetler vardır. Allah’a inanmayanlar, (Bunları tabiat yapıyor. Her şeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor) diyorlar. Bunlara deriz ki, bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan çöp kümesi gibi bir araya yığılmışlar mıdır? Otomobil tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir? Bize gülerek, hiç böyle şey olur mu? Otomobil, akıl ile, hesap ile, plan ile, birçok kimselerin, titizlikle çalışarak yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem de trafik kaidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir demez mi? Tabiattaki her varlık da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum tanesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz anlayabildiği ince sanatların birer meşheri, sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, bu tabiat sanatlarından birkaçını görebilmek ve taklit edebilmektir. İslam düşmanlarının, kendilerine önder olarak gösterdikleri, İngiliz doktoru Darwin bile, (Gözün yapısındaki sanat inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demiştir. Bir otomobilin tabiat kuvvetleriyle, tesadüfen hâsıl olacağını kabul etmeyen kimse, baştanbaşa bir sanat eseri olan bu âlemi tabiat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına inanmaz mı? Tabiat yaratmıştır, tesadüfen var olmuştur demek, cahillik, ahmaklık olmaz mı?

O her şeyi en güzel, en faydalı olarak yarattı

Allahü teâlâ her şeyi en güzel ve en faydalı olarak yarattı. Mesela, yer küresini güneşten yüz elli milyon kilometre uzakta yarattı. Daha uzakta yaratsaydı, hiç sıcak mevsim olmaz, çok soğuktan ölürdük. Daha yakın yaratsaydı, çok sıcak olur, hiçbir canlı yaşayamazdı. Etrafımızı saran hava, hacmen % 21 oksijen, % 78 azot ve on binde 3 karbondioksit gazlarının karışımıdır. Oksijen hücrelerimize kadar girip, oraya gelmiş olan gıda maddelerini yakarak, bize kuvvet, kudret veriyor. Oksijenin havadaki miktarı daha çok olsaydı, hücrelerimizi de yakar, hepimiz kül olurduk. Miktarı 21 den az olsaydı, gıdalarımızı yakamazdı. Yine, hiçbir canlı yaşayamazdı. Yağmurlu, şimşekli havalarda, oksijen azotla birleşerek, havada nitrat tuzları hâsıl olup, yağmurla toprağa iniyor. Bunlar, nebatatı besliyor. Nebatlar da, hayvanlara, hayvanlar da insanlara gıda oluyor. Görülüyor ki, rızkımız semada hâsıl olmakta, göklerden yağmaktadır. Havadaki karbon dioksit gazı, dimağçedeki kalb ve teneffüs merkezlerini tembih ediyor, çalıştırıyor. Havadaki karbon dioksit miktarı azalırsa, kalbimiz durur ve nefes alamayız. Miktarı artarsa boğuluruz. Karbon dioksit miktarının hiç değişmemesi lazımdır. Bunun için de, denizleri yarattı. Karbon dioksit miktarı artınca, kısmi tazyiki de artıp, fazlası denizlerde eriyerek, sudaki karbonat ile birleşerek, onu bi-karbonat haline çeviriyor. Bu da, dibe çökerek deryaların dibinde çamur tabakası hâsıl oluyor. Havada azalınca, çamurdan ayrılıp suya ve sudan havaya geçiyor. Bütün canlılar havasız yaşayamaz. Bunun için, havayı, her yerde, her canlıya çalışmadan, parasız veriyor ve ciğere kadar gönderiyor. Susuz da yaşayamayız. Suyu da her yerde yarattı; fakat susuzluğa daha fazla tahammül edildiği için, bunu arayıp bulacak, taşıyacak şekilde yarattı. İnsanlar, bunları yapmak şöyle dursun görebilenlere, anlayabilenlere ne mutlu!

On adet taş ve kâinattaki sayısız düzenAllahü teâlânın, sayamayacağımız kadar çok nizam ve ahenk içinde, halk ettiği [yarattığı] sayılamayacak kadar çok varlıklar tesadüfen olmuştur diyenlerin sözleri cahilcedir. Şöyle ki: Üzeri birden ona kadar numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizde torbadan birer birer çıkararak, sırayla, yani önce bir numaralı, sonra iki numaralı ve nihayet on numaralı olacak şekilde çıkarmaya çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve yeniden bir numaradan başlamak üzere çıkarmaya çalışılacaktır. Böylece, on taşı numaraları sırası ile ard arda çıkarabilmek ihtimali on milyarda birdir. On adet taşın bir sıra dâhilinde dizilme ihtimali bu kadar az olursa, kâinattaki sayısız düzenin tesadüfen meydana gelmesine imkân ve ihtimal yoktur.

Gelişigüzel tuşlara basarak kitap yazılır mı?

Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel mesela beş kere bassa, elde edilen beş harfli kelimenin Türkçe veya başka bir dilde bir mana ifade etmesi acaba ne derece mümkündür? Şayet gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir mana ifade eden bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, bir sayfa yazı veya kitap teşkil edilse, sayfanın ve kitabın, tesadüfen belli bir konusu bulunacağını sanan kimseye akıllı denilebilir mi?

Maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır

Cisimler yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydana geliyor ise de, bu işte, yüz beş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor denilirse, radyoaktif bozulmalar, elementlerin ve hatta atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermektedir; hatta Einstein adındaki Alman fizikçisi, bu dönüşmenin matematiksel formülünü ortaya koymuştur.Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Yani, böyle gelmiş böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Yani hiçbir şey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır demektir. İlk, yani birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lazımdı; çünkü âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lazım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır. Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demektir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, yani, başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk, yani birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Her şeyin her zaman yok olması lazım gelir. Yani, her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lazım olur.Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekte olduğu anlaşıldı. Âlemin yoktan var edilmiş olduğunu, o ilk âlemden hâsıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğunu anladık.Âlemi yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadim olması, yani hep var olması, hiç değişmeden, sonsuz var olması lazım geldiğini, Şerh-i mevakıf kitabı, uzun ispat etmektedir. Kısacası şöyledir ki, değişmek, başka şey olmak demektir. Yaratıcı değişince, başka olur. Yaratıcılığı bozulur. Yaratıcının değişmemesi, hep aynı kalması lazımdır. Âlemin sonsuz olamayacağını anlattığımız gibi düşünürsek, değişmeyen yaratıcının kadim olması, sonsuz var olması lazımdır. Bunun için, hiç değişmeyen sonsuz var olan bir yaratıcı vardır. Bu hiç değişmeyen bir yaratıcının ismi Allah’tır. Varlıklardaki düzeni düşünerekTıp ve fen bilgilerini iyi bilen, mahlûklardaki sanat inceliklerini, aralarındaki mükemmel bağlantıları gören ve anlayabilen aklı başında bir kimsenin, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, büyüklüğüne, ilmine, kudretine inanmaması mümkün değildir. İnanmayanın cahil olması yahut inatçı olması gerekir. Peygamber efendimiz, (Varlıklardaki düzeni düşünerek Allahü teâlâya iman ediniz) buyurmaktadır. Astronomi okuyup da, yerküresinin, Ay’ın, Güneş’in ve bütün yıldızların boşlukta dönmelerinde ve birbirlerinden uzaklıklarında bulunan düzeni, hesapları anlayanın imanı kuvvetlenir.Dağların, madenlerin, nehirlerin, denizlerin, hayvanların, bitkilerin, hatta mikropların yaratılmasında çeşitli faydalar vardır. Hiçbiri boş yere, lüzumsuz yaratılmamıştır. Bulutlar, yağmurlar, şimşekler ve yıldırımlar, yer altındaki sular ve enerji maddeleri ve hava, kısaca her varlık, belirli hizmetler yapmaktadır. İnsanlar, bu sayısız mahlûkların, sayılamayacak hizmetlerinden bugüne kadar pek azını anlayabilmiştir. Yaratıkları kavrayamayan insan aklı, bunların yaratanını nasıl kavrayabilir? Onun büyüklüğünü biraz anlayabilen İslam âlimleri, şaşkına dönüp, (Onu anlamak, anlaşılamayacağını anlamaktır) demişlerdir.

Dünyanın yaratılışı

Fen adamları diyor ki: (Milyarlarca yıl önce, bütün kâinat [evren] bir tek parçadan ibaret idi. Bu tek parçanın ortasında birdenbire büyük bir infilak oldu ve bu tek parça birçok parçalara ayrıldı. Parçaların herbiri başka bir yöne doğru gidiyordu. Nihayet, bu parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek muhtelif gezegenler ve ayrı ayrı galaksiler, güneşler ve peykler meydana getirdiler. Artık uzayda bir ilk patlamaya karşı bir mukavemet kalmadığı için, bu gezegenler, uydular ve bunların içinde bulundukları galaksiler uzayda kendi yörüngelerinde dönmeye ve yüzmeye devam ettiler. Dünya, içinde Güneşin de bulunduğu bir galaksidir. Kâinatta sayılamayacak kadar çok galaksi vardır. Kâinat, gittikçe genişleyen bir sistemdir. Galaksiler yavaş yavaş Dünyadan uzaklaşıyor. Bir kere, süratleri ışık hızına varırsa, artık öteki galaksileri görmeye imkân kalmayacaktır. Daha kuvvetli teleskoplar yapmaya mecburuz.) Fen adamlarına, (Bu neticeye ne vakit ulaştınız?) denildiği zaman, (60 yıldan beri, bütün dünya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir) diyorlar. 60 yıl, dünya hayatında çok kısa bir fasıladır. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (İnkârcılar, gökler ve yer küresi birbirlerine yapışıkken onları ayırdığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]Demek ki, dinimiz, fen adamlarının ancak 60 yıl kadar önce meydana çıkarabildikleri Dünyanın yaratılışını, bundan 1400 yıl önce insanlara bildirmiştir. Biyologlar, hayatın başlangıcını şöyle anlatıyorlar: (Hayatın nasıl meydana geldiği bugün için şöyle açıklanıyor: Dünyanın ilk havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardır. Yıldırımların etkileri ile bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca yıl önce, ilk defa su içinde protoplazma husule geldi. Bunlardan ilk amipler meydana çıktı. Hayat suda başladı. Sudan karaya çıkan canlılar, havadan amino-asitleri alarak proteinli bünyeler meydana getirdiler. Bütün canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar suda teşekkül etmiştir.) Kısa bir zaman önce bulunan bu gerçek, Kur'an-ı kerimde şöyle bildiriliyor:(İnkâr edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30](İnsanı sudan yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır.) [Furkan 54](Yerin yetiştirdiklerinden ve kendilerinden ve bilmedikleri birçok şeylerden çift çift yaratan Allahü teâlâ, her türlü ayıp ve noksandan münezzehtir.) [Yasin 36]Burada, bitkileri ve hayvanları inceleyenlere ve bunların yanında (Bilmedikleri şeyleri) buyurarak, insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri, atom enerjisi gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar vardır. Nitekim buyuruluyor ki: (Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun varlığının âyetlerinden [işaretlerinden]dir. Burada âlemler için ibret vardır.) [Rum 22]

Ölüler nasıl dirilir?

Kendilerine ateist denilen bazı kimseler, bütün kâinatın yoktan meydana geldiğini kabul ettikleri halde, yok olanların, ölülerin tekrar dirileceğini akılları almıyor. Ateistlere eskiden müşrik deniyordu. Bir müşrik, eline bir insan kemiği alır, Resulullah efendimizin yanına gelir, kemiği ufalayıp üfledikten sonra, meydan okurcasına (Ölülerin, dirilip mahşere geleceğini söylüyorsun. Bu çürümüş kemik, nasıl dirilir?) diye sorar. Resulullah efendimiz, (Elbette, kâinatı yaratan Allahü teâlâ, onu canlandırır ve seni de öldürüp, diriltir ve Cehenneme sokar) buyurur. Sonra şu âyetler nazil olur:(İnsan bilmez mi ki, biz onu bir damla nutfeden yarattık. O, apaçık düşman kesilip kendi yaratılışını düşünmeden bize karşı örnek getirmeye kalkışarak “şu çürümüş kemikleri kim diriltir” der. Ey Resulüm, de ki, o çürümüş kemikleri, hiç yokken var eden, onu diriltir.) [Yasin 77- 79] Dirilişi bildiren üç âyet-i kerime meali: (Öldükten sonra bizi kim diriltir derler. De ki, sizi ilk defa yaratan Allah, can verip, diriltir. Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını sallayıp “Ne zaman” derler. De ki, yakındır.) [İsra 51] (Allah, ölüleri diriltir ve her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelir; bunda elbette şüphe yoktur. Allah kabirlerdekileri diriltip kaldırır.) [Hac 7] (O gün yer yarılıp, halk kabirlerinden süratle çıkar. Bunları diriltip haşretmek bizim için kolaydır.) [Kaf 44]

Kâinatta tesadüflere yer yoktur

Sual: Evrende her şeyin kendiliğinden, tesadüfen olması mümkün müdür?

CEVAP Bu bilgileri şu anda bilgisayarla yazıyoruz. Bu aletin kendiliğinden olduğunu, bir ustasının olmadığını söylemek kadar anlamsız söz olmaz. Kâinattaki diğer şeyler de böyledir. Bu muazzam kâinat, tesadüfen olabilir mi? Basit bir örnek verelim:Bilgisayarın klavyesindeki tuşlara rast gele bassak, acaba anlamlı bir cümle meydana gelebilir mi? Peki bir sayfa yazacak kadar tuşlara rast gele vursak veya bir kitap olacak kadar tuşlara bassak, anlamlı, konusu olan bir kitap meydana gelebilir mi? Bunu biz yaparsak, anlamsız da olsa bir kitap dolusu yazı meydana gelir. Peki, klavye hiçbir etki olmadan kendi kendine çalışıp, anlamı ve konusu olan bir kitap yazabilir mi? Elbette mümkün değildir.Bir kayık yapıp denize açılmak istesek, önce odun bulmamız, sonra bundan tahtalar çıkarmamız, bunları belli birer ölçüde keserek çivilerle çakmamız gerekir. Sonra küreklerle çekerek istediğimiz yere gidebiliriz. Acaba tahta, çivi, keser, usta gibi şeyler olmadan, kayık kendiliğinden meydana gelir mi? Kendiliğinden istenilen yere gider mi? Yani, bir ağaç kendiliğinden oldu, kendiliğinden kesildi, kalaslara bölündü. Bu kalaslar kendiliğinden çivilenip kayık oldu. Bu kayık, kendiliğinden bir deniz buldu. Kürekler kendi kendine çekiliyor, kayık kendi kendine yüzüyor, rotasını biliyor ve istenilen yere gidiyor. Bunun olması mümkün mü? Elbette mümkün değildir.Bugün robotlar yapılıyor. Muazzam işler yapıyorlar. Bu kayık örneğini bir robot yapabilir; ama bu robotu da bir yapanın olması gerekiyor. Yani kendiliğinden robot meydana gelmiyor.Kitabın, kayığın, bilgisayarın tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen kimse, baştanbaşa bir sanat eseri olan bu muazzam âleme tesadüfen yaratıldı diyebilir mi? Yahut şuursuz, cansız tabiat yaratmıştır diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına şeksiz, şüphesiz inanmaya mecbur kalır.Kâinata bakılınca, her şeyin bir düzen içinde olduğu, hiçbir şeyin başıboş olmadığı görülür. İnsanların fezada saatte 1600 km. hızla dönmekte olan, içi ateş dolu bir gezegen olan dünyanın üzerinde, yalnız yer çekimi kuvvetiyle kalarak yaşaması ne büyük bir harikadır. Bu harikayı tesadüfe bağlamak ne kadar yanlıştır.İnsan kendine baktığı zaman, bir damla sudan, göz, baş, kan, sinir gibi vücudunun bütün organlarının, akıl ve ruhunun yaratılmış olduğunu görür. Bunu kendisinin yaratmadığını, bir yaratıcının bulunduğunu zaruri olarak bilir. Tesadüfen muazzam bir vücudun meydana geldiğini düşünmek akla da uygun olmaz. Vücuttaki organların yerli yerinde yaratılışını, hiçbir organda eksiklik ve fazlalığın bulunmayışını görür ve bunları yoktan yaratanın kudretini anlar. Eğer anlamaktan aciz ise, o kişinin çok ahmak olduğu anlaşılır.Işık saçan Güneş, en uygun ısı ile bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyasal değişikler yaparak un, şeker ve daha nice gıda ve deva maddelerinin meydana gelmesini temin eder. Halbuki, dünya kâinat içinde ufacık bir varlıktır. Güneş etrafında dönen gezegenlerden meydana gelen ve içinde dünyanın da bulunduğu güneş sistemi, kâinat içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden sadece biridir. Güneşin ışınlarının, 150 milyon km uzağındaki dünyaya ancak milyarda biri gelmektedir. Sadece bu kadar bile arz-atmosfer makinesini çalıştırmaya yetmektedir. Yani bütün canlıların hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri mümkün olabilmektedir. Güneşin sıcaklığı, sathında 5500, merkezinde ise 20 milyon dereceyi bulur. Bu ısının asırlar geçtiği halde, zamanla azalmamasını tesadüfe bağlamak mümkün müdür?Dünyanın güneşe olan mesafesi, bizim ihtiyacımız olan sıcaklığı alacak kadar ayarlıdır. Eğer dünyanın güneşe olan uzaklığı daha fazla olsaydı, dünyaya daha az ışık gelir, soğuktan hiçbir canlı var olamazdı. Dünya, güneşe daha yakın olsaydı, bu sefer de sıcaklıktan hiçbir canlı var olamazdı. Buna tesadüf denebilir mi? Tesadüf diyebilmek için süper ahmak olmak gerekir.Atmosferde bulunan su buharı, radyasyon kaybından ötürü geceleri yeryüzünün aşırı soğumasını, sebze ve meyvelerin donmasını da önler. Geceyle gündüz arasında çok aşırı sıcaklık farkı da görülmez. Toprak üstündeki su, ya buharlaşarak havaya geçer yahut toprak altına sızarak, yer altı sularını meydana getirir. Suyun en önemli kaynağı okyanuslardır. Dünyanın dörtte üçü suyla kaplıdır. Su bu kadar geniş alana yayılmakla kâfi buharlaşmayı sağlar, yağış rejimini düzenler. Eğer, okyanusların dağılımı şimdiki gibi yaygın olmasaydı, yağmurda önemli ölçüde bir azalma görülür, sonuçta, şiddetli bir kuraklık hüküm sürerdi. Okyanuslardan buharlaşan su, sadece okyanuslar üzerine düşmez. Su buharı olarak havaya karışır ve üst atmosferdeki kuvvetli rüzgârlarla dünya üzerine dağılır, böylece ihtiyaç duyulan nem, değişik bölgelere kadar ulaşır. Her bölge, az veya çok suya, rahmete kavuşur. Bunlara tesadüf denebilir mi?Her madde, ısınınca hacmi büyür, soğuyunca küçülür. Fakat su, +4°C den itibaren soğursa hacmi genişler. Suda bu özellik olmasaydı, deniz ve göllerde buz haline gelen su tabakası dibe çöker ve bu olay 0°C ve daha düşük sıcaklıkta tekrarlanarak neticede suların buz tabakaları yığını haline gelmesine sebep olur, böylece buradaki bütün canlılar ölürdü. Suyun böyle bir özelliğe sahip olmasına da tesadüf denemez. Suyun bu özelliğinin de bir gaye için olduğu görülür. Bir gayeye hizmet eden sebebe tesadüf demek ahmaklıktan başka şey değildir. En büyük iplik fabrikalarının, modern makinelerle yaptığı ipek, küçük bir ipek böceğinin yaptığı ipek randımanının çok altındadır. İpekböceği gibi hangi modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini kim öğretmiştir? Buna tesadüf denebilir mi? Başka böceklerin hiç biri bunu niye yapamıyor? Dünya kurulalı asırlar olduğu halde, ipek yapan başka bir böceğe niye tesadüf edilmedi ki? Böcek değil, insan bile böyle ipek yapamıyor?Bir karıncayı, hatta bir buğday tanesini meydana getirmekten aciz olan kimsenin, her şeyi yaratan Allahü teâlâyı inkâr etmesi şaşılacak bir şeydir. İnkârcının ne kadar ahmak olduğunu gösterir.Aynı toprakta yetişen limon ekşi, portakal tatlı olur. Topraktan aynı gıda ve aynı suyu aldığı halde soğan acı, karpuz tatlı oluyor. Rengârenk çiçeklere, mesela menekşeye bakılınca, çeşitli renklerin bir yaprak üzerine işlendiği görülür. Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve muazzam eserleri hikmetli bir şekilde ancak sonsuz bir kudret sahibi yaratabilir. O da elbette Allahü teâlâdır. Bunu ancak süper ahmak olanlar inkâr edebilir.Hayvanların özelliklerine bakalımAllahü teâlâ, sayısız hayvan yarattı. Bir kısmının zararından emin olmak, bir kısmının da insanlara itaat etmesi için, onlara akıl vermedi. Mesela bir çocuk, bir koyun sürüsünü güdebilir. Et yiyen hayvanların kolay avlanabilmeleri için, onlara sıçrama kabiliyeti, parçalayıcı dişler ve pençe ihsan etti. Av veya polis köpeğini insanların menfaatine uygun kabiliyette yarattı. Bazı hayvanları binmeye ve yük taşımaya elverişli, bazılarının etinden, sütünden, derisinden, yününden, yumurtasından, kemiğinden, dişlerinden istifade edilecek özellikte yarattı. Nesillerini devam ettirebilmeleri için her hayvanın cinsine göre en uygun şekilde üreme organlarını da yarattı.Fil, hortumu sayesinde yerden bir şey alıp ağzına götürür. Filin hortumu su içmeye mahsus bir kap, yiyeceklerini toplayıcı bir el, nefes alacak bir burun, sırtına yük yükleyecek bir kol, ağırlık kaldırıcı bir vinçtir. Allahü teâlâ, fili binicilerinin faydalanacağı bir vasıta olarak yaratmış, ayrıca özel anlayış kabiliyeti de vermiştir. Bu sayede ehlileştirilip yük taşır ve savaşta kullanılır.Zürafa, yüksek yaylalarda, kayalık, ağaçlık yerlerde yaşar. Cenab-ı Hakkın kendisine ihsan ettiği uzun boynu sayesinde diğer hayvanların yetişemediği, çıkamadığı yüksek yerlerdeki otlardan, ağaçların tepesinden rızkını temin eder.Balık suda yaşar. Allahü teâlâ, balıkların suda kolayca gidebilmeleri için yüzgeçler yarattı. Suda boğulup ölmemeleri için akciğer yaratmadı. Su içindeki oksijeni alabilecek solungaçlar yarattı. Balığın ayağı olmadığı halde suda çok süratli hareket edebiliyor. Deniz üzerinde uçan kanatlı balıklar da vardır. Mürekkep balığı tehlikeyi sezdiği zaman, derhal bir boya ifraz ederek, ortalığı karartır ve görünmez olur, nereye gittiği anlaşılamaz.Bukalemun, hareket kabiliyeti az olduğu için düşmanlarından kaçamaz; fakat Allahü teâlâ buna renk değiştirme özelliği vermiştir. Çevreye kolaylıkla uyar. Kırmızı, yeşil veya sarı renge bürünebilir. Bulunduğu yerin rengine uyarak, kamufle olur, düşmanlarından korunabilir. Gözleri her tarafa dönebilecek şekilde yaratılmıştır. Bir gözüyle karşısına bakarken, öteki gözüyle de arkasını görebilir. Öyle ki, avını veya düşmanını başını çevirmeden görebilir. Vücudunun uzunluğu kadar dili vardır. Arkasındaki avına kolayca ulaşabilir, dilini bir ok gibi fırlatır. Dilinin ucu yapışkan olduğundan avını hemen yakalar. Dilin ucundaki yapışkan kısma isabet eden avın kurtulma ihtimali yoktur. Her hayvanın rızkını veren ve düşmanları için kendilerine uygun silahlar yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Bunu ancak süper ahmak olanlar inkâr edebilir.Karınca, topladığı tanelerin yerdeki nem sebebiyle yeşerip bitmemesi için taneleri parçalar. Islanan tanelerin çürüyüp bozulmaması için de dışarı çıkarıp kurutur. Sellerin zarar vermemesi için yuvasını yüksek yere yapar. Allahü teâlâ, topluluk halinde yaşamayı, yardımlaşmayı, kış için azık toplamayı karıncaya ilham etmiştir. Bu ilhamı veren cenab-ı Hakkın şanı çok yücedir.Arı da topluluk halinde yaşar. Her grup kendisine bir başkan seçer. Eğer ikinci bir başkan çıkarsa onu öldürürler. Arı dışkılarını balın içine koymaz. Dışarıya bırakır. Uzak yerlere gidip dolaştıktan sonra şaşırmadan kovanını bulur. Balın imalini, yapısını, faydalarını, bal mumunu, peteklerin altıgen şeklinde yapılışını anlatmak için kitap yazmak gerekir. Akılları durdurucu duyguları arıya ilham eden Allahü teâlânın hikmetlerini anlamak ve anlatmak mümkün müdür?Karasinek, altı ayaklı olarak yaratılmıştır. Dördüyle yürür, ikisi yedektir. Yürüdüğü ayakları çamurlanırsa yedek ayaklarıyla bunları silip kurular.Örümcek, yuvasını yapmak ve avına tuzak kurmak için ağ deposuyla yaratılmıştır. Kurduğu ağ, sineklerin ve bazı böceklerin ayaklarına takılır. Örümcek, tuzağa yakalanan haşereyi, sıvı bir maddeyle etrafını sararak, her an taze yiyebilmek için onu konserve haline getirir. Acıkınca biraz yer, sonra yediği yeri mumyalar. Bütün bu işleri örümceğe ilham eden Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.İpekböceği gibi hangi modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini ilham eden Allahü teâlâ, insanların istifadeleri için neler yaratıyor. İpekböceği, zamanla kelebek olur. Eğer kurt [larva] halinde kalsalardı, üremeleri mümkün olmazdı. Bunlar tesadüf demek ahmaklıktan başka bir şey değildir.Ayaksız yürüyen yılan, su içer, inek de su içer. Aynı su, birinde zehir, birinde süt olur.Kaplumbağa tehlike görünce büzülüp taş haline gelir.Kirpi keven dikeni gibi büzülür. Ateş böceği ışık saçar.Tahtakurusu, kan emmek için duyargasının ısı ve koku alma yoluyla kan emeceği insanı tanır; çünkü böceğin duyargası hassas bir antendir. Bununla, hafif bir ısının yol açtığı hava dalgasını fark eder. Kanını sevdiği bir insanın etrafına birkaç sıra kanını sevmediği kişilerden barikat kurulsa, tahtakurusu hepsini geçip kanını sevdiği insana gelir. Kiminden kaçar kimine koşar. Küçücük böceği böyle bir hisle yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.Yarasa, memeli hayvanlar içinde uçabilen tek hayvandır. Ses dalgalarına karşı muazzam hassastır. 200 bin frekanslı sesleri rahatlıkla duyar. Hâlbuki insan, azami 20 bin titreşimi ses olarak duyar. Karanlık gecede rahatlıkla bir yere çarpmadan uçar. Uçarken, kanat çırparken insanların duyamayacağı yüksek frekanslı sesler çıkarır. Bu sesler bir cisme çarpınca hemen yarasaya geri akseder. Yarasa bu cisimlerin hareketli veya sabit olduğunu anlar. Ona göre vaziyet alır. Bu sayede avını yakalar, düşmanından kaçar.Yarasa, dinlenirken baş aşağı durur. Kanatları ile vücudunu öyle örter ki, yağan yağmurlar kanatları üzerinden aşağı akarak vücudu ıslatmaktan korur. Kapalı yerlerde de tavana yapışıp baş aşağı durur.Yarasa, bazı hayvanlar gibi, kışlık yiyeceği koyacak yer bulamaz. Kışın aç kalmamak için Allahü teâlâ bu çeşit hayvanlara kış uykusu ihsan etmiştir. Yarasa, kış uykusu esnasında vücudundaki yağı azar azar tüketir. Yağ tabakası aynı zamanda hayvanın üşümemesini sağlar. Yarasanın bir kısmı sivrisinek ve mahsule zarar veren böcekleri yer. Bir kısmının gübresinden istifade edilir. Gübresi ziraat dışında, barut yapmak için güherçile imalinde kullanılır. Her hayvanın yaşaması için çeşitli imkânlar yaratan ve hayvanlardan çeşitli şekilde istifade sağlayan hikmet sahibi Rabbimize hamd olsun!Kendilerine mahsus silahları varHer hayvan, neslini devam ettirecek şekilde yaratılmıştır. Düşmandan korunacak, avını yakalayacak silahı vardır. Mesela bir cins çekirge, düşmanı saldırınca, çok kötü kokulu ve zehirli köpük fışkırtır. Düşmanı saldırmaktan vazgeçmek zorunda kalır. Bir cins hamamböceği de, düşmanına karşı çok sıcak bir sıvı fışkırtır.Kuşlardaki ilginç özelliklerAllahü teâlâ, her kuşun kolayca uçabilmesi, gıdasını toplayabilmesi, soğuktan, sıcaktan korunması, kendini savunması ve üremesi için muhtaç olduğu her şeyi en uygun şekilde yaratmıştır. Mesela, yerde yürüyebilmesi, uçuş için yerden yukarıya yükselmesine ve yere konmasına yardımcı olması için kuşları iki ayaklı yaratmıştır.Fazla soğuk ve sıcaktan etkilenmemesi için kuşun vücudunu tüylerle kaplı olarak, ayak derilerini de kalın ve dayanıklı olarak yaratmıştır. Kuşların ayak derileri de tüylü olarak yaratılsaydı, çamura girince çamur tüylere yapışıp uçuşa mani olurlardı. Uçuş esnasında tüylerin kolay kopup kuşların çıplak kalmamaları için deriye çok sağlam raptetmiştir. Bunun gibi, yağmurdan etkilenmeyecek biçimde tüyleri kaygan bir özellikte yaratmıştır.Kuşlardaki kanatların hikmetini düşünmeye çalışmalıdır! Kalın tüyleri tutan kemiğimsi çubuk olmasaydı, tüyleri bütün vücutta kıl gibi bitseydi, rüzgâra karşı mukabele edemezdi. Tüyleri tutan çubuk kalın olduğu halde içi boş olduğundan uçuşa mani değildir. İlikleri olmayıp içi boş olduğu için uçmaları kolaylaşır ve kırılmaları da zorlaşır.Leylek gibi uzun ayaklı kuşların suda kolayca gıdalarını almalarını sağlamak için boyun ve gagalarını da uzun yaratmıştır. Ayaklar uzun olduğu halde boynu kısa olsaydı veya ayakları kısa olduğu halde boynu uzun olsaydı gıdalanmaları mümkün olmayacak kadar zor olurdu. Mesela gagası kısa olsaydı, su içinde boğulabilirdi.Allahü teâlâ, her cins kuşa, beslenmelerine uygun şekilde gaga yaratmıştır. Gaga, keskin olduğu için bıçak vazifesini görür. Gaga ile parçalanıp yenen şeyler, karındaki yüksek ısı sayesinde gayet ufak olarak öğütülür, böylece dişlere lüzum kalmaz.Cenab-ı Hak, kuşların üremesini yumurta ile yarattı. Eğer yavrusunu karnında yaratmış olsaydı, bu hâl, kuşun uçmasına mani olurdu. Kuluçka müddeti boyunca yumurtaların üzerinde yatması kuşa ilham olunmuştur. Güvercinler, kuluçkadaki yumurtalar soğuyup bozulmasın diye biri çıktığı zaman diğeri ona vekâlet ederek kuluçka müddetince nöbetleşe yumurtalar üzerinde yatıyorlar. Sanki bu tedbir kalkınca yumurtaların bozulacağı kendilerine öğretilmiştir. Kuşlara bunları kim öğretmiştir? Bütün bunlar tesadüfî şeyler değildir. Cenab-ı Hakkın kudretinin tezahürüdür.Leylekler, Anadolu’dan kalkıp Afrika’ya göç ediyorlar. Göç sadece leylekler arasında değil, başka kuşlar arasında da meydana gelmektedir. Turna ve kırlangıç gibi Amerika’da ötleğen denilen kuşları, Kanada’daki yazlık yuvasını terk ederek, dağ, orman ve nehirler aşarak 4–5 bin km.lik bir seyahatten sonra Güney Amerika’daki kışlıklarına ulaşırlar. Üç gün, geceli gündüzlü hiç durmadan kafile halinde uçarlar.Göçmen kuşlar, uygun rüzgârlar bulabilmek için yerden 6 km yukarılara kadar çıkarlar. Yiyecek bulmak ve soğuktan korunmak için göç ederler. Seyahate çıkmadan önce vücutlarına yağ depo ederler. Yağın, aynı miktardaki protein ve karbonhidrata göre iki misli enerjiye sahip olması, kuşlar için en iyi bir yakıt olmasına sebeptir. Kuşlar, eski yuvalarını bulmak için gündüzleri Güneşi, geceleri ise yıldızları pusula olarak kullanırlar. Sisli ve bulutlu havalarda ise, pusula olarak yerin manyetik sahasını kullanırlar. İnsanlar frekansı 16000’den az olan sesleri işitemediği halde, kuşlar rahatça işitebildikleri için yollarını kolayca bulabiliyorlar.İnsanlar, mevcut olan yerçekimi kanununu 17. asırda öğrenmişken, kuşların, asırlardan beri yerin manyetik alanıyla çekim gücü arasındaki açıyı ölçerek yönlerini tayin etmeleri bir tesadüf olamaz. Kâinatta tesadüflere yer yoktur. Her şey kudret sahibi Yüce Rabbimizin yaratmasıyla meydana gelmektedir. Deve: Her hayvan ve her vasıta çöldeki kuma batmadan kolaylıkla gidemez. Çölde her zaman su bulmak güçtür. Kavurucu sıcaklar su kaybına, terlemeye sebep olur. Allahü teâlâ, çölün şartlarına uygun bir hayvan yaratmıştır. Bu acayip hayvan devedir. Ayaklarının tabanı yastık gibi yumuşak olduğundan, diğer hayvanların aksine kuma batmaz.Deve, uzun müddet yiyip içmeden yaşayabilen bir hayvandır. Çölde aç kalan deve, vücudundaki yağları yakarak gerekli gıdasını temin eder. Hörgücü yağ deposudur. Uzun çöl yolculuğunda yedek gıda deposu olan hörgücünün yavaş yavaş azaldığı görülür. Böylece kendi kendini besleyebildiği için açlık deve için bir problem sayılmaz.Devenin, ikinci önemli özelliği de, susuz yaşayabilmesidir. Kızgın kumlar üzerinde ağır yükün altında bir hafta su içmeden yol alabilir. Bu da şaşılacak bir özelliktir. Devenin yağ deposu olan hörgücü aynı zamanda bir su kaynağıdır. Bilim adamlarının aklının alamadığı kimyevi hadiseler neticesinde, hörgüçteki yağ suya da dönmektedir. Yağ, hem gıda, hem de su ihtiyacını karşılamaktadır.Nemli bir yere çöken deve, ihtiyacı olan suyu, yerin neminden alır. Tüyleri, güneşin sıcaklığını yansıtabildiğinden, sıcağın yakıcı tesirinden korunarak su ihtiyacı hissetmez. Devenin başka bir özelliği de, vücuttaki suyun kaybolmaması için hemen hemen hiç terlemeyecek şekilde, kum fırtınasında kumların burnuna kaçmaması için burnu hemen kapanacak şekilde yaratılmıştır. Otlarken dilini çıkarmadığı için su kaybı daha az olur. Az idrar çıkarır. İdrardaki ürenin çoğu yeniden protein yapılarak hem gıda, hem de su kazanmak için karaciğerinden geçer. Bütün bunları yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.Hayvanların yavru sevgisiYırtıcı kuşlar ve bazı hayvanlar yavrularına hiçbir zarar vermeden uzak yerlere götürürler. Yarasalar emin yer bulana kadar 2–3 gün yavrularını sırtlarında taşırlar. Aksilokop hayvanı yumurtladıktan hemen sonra ölür, yavrusunu hiç görmez buna rağmen yumurtadan çıkacak yavrusuna gösterdiği ihtimam dikkate şayandır. Yavrusu bir yıl gıdasını temin etmeye muktedir değildir. Bundan dolayı anne, bir ağaç parçasında uzunca bir oyuk meydana getirir. Çiçek yapraklarını ve bazı yumuşak dalları buraya doldurmaya başlar ve oraya bir yumurta bırakır. Sonra ağaçtan çıkardığı tozları hamur haline getirip tavan yapar. Bundan sonra başka bir yuva yapmaya koyulur. Buraya bıraktığı yiyecekler, bu yavruya tam bir yıl yeter.Eşek arısı toprakta kazdığı çukura yumurtasını bırakmadan önce avladığı hayvanları da yumurtanın yanına bırakır. Sonra üstünü örter.Bir serçenin yeni çıkmış bir yavrusu için günde 1217 kere gıda aramak için sefere çıktığı tespit edilmiştir.Yavrularını kaybeden hayvanların, üzüntülerinin insanlardan daha çok olduğu tespit edilmiştir.At, yavrusu öldüğünde acı acı kişner, gözlerinden yaşlar akar, ölüsünün başına kimseyi yaklaştırmaz. Gömdükten sonra başında bekler. Yemeden içmeden kesilir. Bazılarında bu üzüntü, ölümle sonuçlanır.Tavuk, kaz, köpek gibi hayvanların yavrularını vermemek için insanlara saldırdığı, kedilerin, yavrularını ağızlarına alarak, onları incitmeden götürdükleri görülmüştür.Yaban domuzu avında, domuzların, yavrularını bırakıp kaçmadığı, bilakis, yavrularını burunlarıyla iterek kaçmalarını sağladığı çok görülmüştür.Kanguru, tehlike görünce yavrularını karnındaki torbaya doldurup kaçar.Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, yüz rahmetinden birini mahlûkat arasında taksim etti. Bununla anne evladına şefkat eder, hayvanlar yavrularını sever ve bütün mahlûkat birbirine merhamet eder.) [Ebu Ya’la]Nesillerini devam ettirebilmeleri için hayvanlara da bu sevgiyi veren Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Su, ateş ve hava’nın önemiSu: Her canlıyı sudan yaratan Allahü teâlâ hayatın devamı için suyu insanların istifadesine vermekle en büyük nimetlerden birini ihsan etmiştir. Susuz kalmayan, suyun kıymetini kolay anlamaz. Ayrıca Allahü teâlâ, bol bol ihsan ettiği için kıymeti herkesçe bilinmemektedir. Her meyve, sebze ve diğer bitkilerle, her canlının varlığı suya bağlıdır. Yenilen gıdaları suyla sindirme zarureti vardır. Su olmasaydı, sindirim gerçekleşmez, yaşamak da mümkün olmazdı. Suyun temizleme özelliği bile ne büyük nimettir. Suyla yapılan ihtiyaç maddelerine bakmak, suyla pişirilen yemekleri düşünmek gerekir. Şiddetle muhtaç olduğumuz suyun kadrini biliyor muyuz? Su nimetindeki hikmetleri düşünebilen kimsenin, Yaratanın büyüklüğünü anlayıp teslim olmaması mümkün müdür?Ateş: Allahü teâlâ, insanlar için en büyük nimetlerden biri olan ateşi bir lütuf ve ihsan olarak ihtiyaca yetecek kadar yarattı. Her canlıda ısı mevcuttur. Ateş nimetinin de faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Ateş sayesinde madenler eritilerek çeşitli sanayilerde kullanılmakta, yemekler pişirilmektedir. Kışın soğuktan ateş sayesinde korunulur. Bütün aydınlatma cihazları yine ateş sayesinde mümkün olmaktadır. Ateşi istediğimiz gibi çeşitli işlerde kullanmamızı ihsan eden cenab-ı Hakka ne kadar şükretsek azdır.Hava: Eğer bir müddet hava nimeti yok olsa, bütün canlılar helak olur. Uçsuz bucaksız boşluk havayla dolu olduğu için, bu büyük nimetten habersiz yaşanıyor. Birkaç dakika nefes alıp veremesek ölürüz. Hava olmasaydı, uçaklar uçamazdı. Gemiler ve diğer vasıtalar da havaya muhtaçtır. Yağmur bile hava sayesinde düzgün yağmaktadır; çünkü hava olmasaydı, yağmur kütle halinde düşer, ondan istifade zorlaşır, hatta felaket olurdu. Hava ve rüzgâr olmasaydı, yağmurlar hep belli yerlere düşer, birçok yerlere de yağmaz, böylece fayda yerine zararı olurdu. Bazı yerlerde kuraklık hüküm sürerken, bazı yerlerde devamlı seller meydana gelir, birçok şeyler harap olurdu. Hava olmasaydı kuraklık hüküm süren yerlerde bitkiler kurur, pınarlarda su kalmazdı. Böylece havada istenilen nem bulunmayacağı için ziraat yapılamaz, hastalıklar baş gösterir, kıtlık ve felaket meydana gelirdi.Diğer maddeler: Allahü teâlâ, insanoğlu için bunlar gibi daha nice sayısız nimetler yaratmıştır. Bunları kullanabilmek için akıl ihsan etmiştir. Bu ihsanlara karşı kulluk vazifesini yapmak gerekmez mi?Toprak: Yeryüzünde toprak olmayıp hep kaya ve taş gibi sert maddeler bulunsaydı, ziraat yapılmaz, toprak nimetinden istifade edilemezdi.Yer çekimi kuvvetinin yaratılması ne büyük nimettir. Yer çekimi olmasaydı yeryüzünde yaşamak mümkün olmazdı. Hiçbir şey konduğu yerde durmaz, hafif bir etki ile göklere yükselirdi.Dünyanın oval olması, mevsimlerin meydana gelmesine sebep olmaktadır. Gece ve gündüz ise, yer kürenin kendi ekseni etrafında dönmesiyle meydana gelmektedir.Denizdeki hayvanlar, karadaki hayvanlardan daha fazladır. Bütün bu hayvanların rızıklarını veren Allahü teâlâ, hayvanları su içinde nefes alacak şekilde yaratmıştır. Deniz içinde boyu 25 metreyi bulan Anber balıklarını yaratmış, istiridye cinsinin karnında yüksek değerli inciler ve kabuklarından düğme ve süs eşyası yapılan sedefler yaratmıştır. Cenab-ı Hak, suya belli kaldırma kuvveti vermeseydi, denize giren suyun dibine batar, bir daha çıkamaz, gemiler yüzemez, balıklar yaşayamazdı. Bunların her biri birer harikadır. Bunları göremeyen gözler kördür.Doğal felaketler: Sel, deprem, kuraklık gibi felaketlerin ara sıra meydana gelmesi, Allahü teâlânın sonsuz nimetlerine, lütuf ve ihsanına karşı isyanda olanları ikaz mahiyetindedir. Hiçbir nimet ve felaket sebepsiz değildir. Düşünenler için sayısız hikmetleri vardır.Kâinat ve düzenli hayatCanlı cansız bütün varlıklar bir düzen içindedir. Her maddenin yapısında, her olayda, her reaksiyonda, hiç değişmeyen bir düzen, bir matematik bağlantı vardır. Bunlara fizik, kimya, astronomi ve biyoloji kanunları diyoruz. Bu değişmez düzenden faydalanarak, insanlar fabrikalar kuruyor, ilaçlar imal ediyor, radyolar, televizyonlar, elektronik beyinler yapıyor. Mahlûklarda, bu düzen olmasaydı, her şey rastgele olsaydı, bunların hiçbiri yapılamazdı. Her şey bozulur, yok olurdu.Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Gökleri yedi kat ve birbirine ahenkli şekilde yaratan Rahmanın yarattığı her şeyde bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çevir de ibretle bak, bir aksaklık, bir eksiklik var mı? Bir aksaklık var mı, diye gözünü tekrar çevir de bak, ama umduğunu bulamayıp bitkin düşersin.) [Mülk 3–4]Varlıkların düzenli, bağlantılı, kanunlu olmaları; bunların kendiliklerinden, rastgele var olmadıklarını; her şeyin bilgili, kudretli, gören, işiten, dilediğini yapan bir yaratıcı tarafından var edildiğini göstermektedir. O, dilediğini var veya yok eder. Bir şeyi var etmeye ve yok etmeye, başka şeyleri sebep yapmıştır. Bu sebepleri yaratmasaydı, varlıkların arasında bu düzen olmazdı. Her şey karmakarışık olurdu. Fen, medeniyet hâsıl olamazdı. Bir yaratıcının olduğu da bilinemezdi.O, varlığını bu düzeniyle belli ettiği gibi, insanlara çok acıyarak, var olduğunu da ayrıca bildirmiştir. Âdem aleyhisselamdan başlayarak, her asırda, dünyanın her yerindeki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birisine melekle haber vererek, kendini bildirmiş ve insanların dünyada ve ahirette rahat etmeleri, iyi yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden sakınmaları gerektiğini açıklamıştır. Böyle üstün insanlara Peygamber, bildirdiklerine de Din denir. İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve her zaman bulunan kötü kimseler, peygamberlerin kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden, eski dinler unutulmuş, bozulmuştur. Kötü insanlar, uydurma dinler de meydana getirmişlerdir.Her şeyi yaratan yüce Allah, insanlara çok acıdığı için, kullarına son bir peygamber ve yeni bir din yani Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselam ile İslam dinini göndermiştir. Bu dini, kıyamete kadar koruyacağını, kötü insanlar saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklar ise de, kendisi bunu, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir.Yaratıcıyı inkârSual: Çok kimse, Tanrıdan, Cennetten, Cehennemden bahsediyor. Bugün bilim bunların hurafe olduğunu, bir yaratıcı olmadığını, her şeyin tesadüfen meydana geldiğini, ölünce herkesin toprak olacağını, kimsenin artık dirilemeyeceğini bildiriyor. Zamanla herkes ateist olacak, Tanrıya inanan kalmayacak. Niçin boşuna uğraşılır ki?CEVAPHer şeyin tesadüfen meydana geldiğini bilim değil, ateist söylüyor. Bilim ise aksini söylüyor. Bir ateist, bırakın bir karınca yaratmayı, bir buğday tanesi, bir arpa tanesi yapamadığı halde, muazzam bir varlık olan insanın kendiliğinden tesadüfen yaratıldığını söylemesi mi hurafe, yoksa gerçek olan mı hurafe? Güneş, ay, yıldızlar, kâinattaki varlıklar kendiliğinden mi oldu?Ebedi Cehennem azabına müstahak olmayı düşünmek, ne kadar ahmaklık olur. Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan bir ateiste diyor ki:(Biz inanıyoruz. Diyelim ki, senin dediğin gibi tekrar dirilmek olmasaydı, inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı. Bizim inancımız doğru olduğu için, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın.)Ateist ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre ise, o Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette, ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Hâlbuki ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. Hangi şey tesadüfen yaratılmıştır ki? Kendiliğinden meydana gelmiş bir eser var mıdır? O halde aklı, ilmi olanın, Allah’a ve ahirete inanması gerekir.Heykelin büyük ustasıSual: Ateist bir tanıdık, (Heykelin büyük ustası Rodin İstanbul’da aynen canlı gibi heykel yapıyor) diyerek Rodin’i övüp, ona olan hayranlığını belirtti. Bu ateiste ne denebilir?CEVAPŞöyle denebilir: (Canlı gibi heykel yapana hayranlık duyuyorsunuz da, bizzat canlı olarak yaratana niye hayranlık duymuyorsunuz?)Bırakın taşı yontmayı, etten vücut bile yapılsa ona nasıl can verilebilir ki? Bu kadar aciz olan insan, her şeyi Yaratanı nasıl inkâr eder ki? Bir heykel bile tesadüfen yapılmıyor, ustası var da, kâinattaki diğer şeyler ustasız nasıl yapılır? Ateist, düşünmekten korkan ve inanmaktan mahrum kalan biridir.

9 Haziran 2008

Woww Hollanda!

İtalyayı itin götüne sokup çıkardılar bu kadar mı enfes oynanır..
bayıldım..
Dünya devi kalecisi olan defansıyla ünlü italyanlar 3 yedi.. komik olan Türkiye kupayı almaya gitti o turnuvaya hahahahahahaaaa ehuhe çok komik şimdi gülesim geldi ulan ne kendini bilmez bi milletiz hayallerde yaşıyorlar.. aynen herşeyimiz tam ekonomi süper herkes zenginlik içinde de laiklik cumhuriyet tartışmalarındayız çekişiyoruz yada kendimi katmayayım çekişiyorlar.. Ben buraya ait değilim.. salak herifler yiyin lan birbirinizi belki mutlu olursunuz..

8 Haziran 2008

Euro 2008

Dandik milli takımımız egosu bir tarafından fırlayan kendini küçük ülkenin büyük devleri olarak gören ama başka ülkelerin yanında cüce kalan bir teknik adam ve bilimum futbolcu yüzünden ilk maçta turnuvaya veda etti. iddia ediyorum isviçreye de çek cumhuriyetine de yenilecekler..

almanya - polonya maçı keyifli oluyor. kupa için favorim almanya.. bakalım maçı alabilecek mi. joachim löw ün rakip analiz ve futbol oynatma mantığına hayran olagelmişimdir. fenerdeyken de iyiydi bu adam ama yediler..

portekiz de çok keyifli bir ekip, ronaldoyu seyretmek gerçekten bir zevk.. özellikle günümüz futbolunda isim olarak futbolcu çok fazla yok.. estetik keyif veren..

4 Haziran 2008

My Dear Jane

Çok uzun zaman gibi geldi bir süredir görüşemedik be Jane.. Özledim ne yalan diyeyim.. neşeni ve benim dünyamla kesişmeyen başka hayatlardan getirip de anlattığın değişik olayları dinlemeyi özledim. beraber gülmeyi.. nefis kıçına şaplaklar atmayı hmm evet evet özlemişim..

2 Haziran 2008

Kaldırma Kuvveti

Evet.. Zihnim artık bu hayatta birçok şeyi kaldıramıyor..
Karamsarlaşma gelişimimi tamamladım ve artık iyi yanını göremiyorum hiçbirşeyin..
Hiçkimse keyif veremiyor, hiçkimse değmiyor..
Ben bile bana yabancılaştı ve anlamıyor beni..
Kendimi dinlemekten de sıkıldım. Bozulmuş plak gibi hep aynı gözlemleri tekrarlayıp çözüm üretemiyor.
En sinir olduğum çözümü olmayan sorunları yüzeye çıkarmak bunlardan konuşmaktır. Ne gerek var..
Bir çözümü var mı yok..
E o zaman konu etmeye ah vah etmeye vakit kaybetmeye keyfini bozmaya ne gerek var..
İşte ama zavallı olduğum için bataklıkta çaresizce debeleniyorum, oysa bu hiç bir işe yaramıyor hatta batışımı hızlandırıyor..

Belki etrafıma son kez daha sakin ve huzurla tad alarak bakmaya çalışarak kaçınılmaz sonumu sukunetle karşılamaya çalışıp son anlarımı keyifle geçirmeliyim..

belki değil kesinlikle öyle.. işte bu sebebten çözümsüz sorunları tekrarlamak en sinir olduğum şey. çözüm varsa da bunu denemeden panikle paralize olmak da en büyük salaklık.

her neyse
zihnim artık kaldıramıyor.
tükendim.. en azından böyle hissediyorum.. heyecan yok.. heves yok.. azim hiçbir zaman olmadı.. değer veremedim, istek duyamadım.. artık sanırım tam emin değilim ama üzülmüyorum bile. umursamak eh bu da hiç olmamıştı galiba..

Hatta komik ve anlamsız geliyor bunun tersini gözlemlemek başkalarında.. neden ki?
nası yapıyorlar? nasıl hissedebiliyorlar hayret.. başka boyutlarda yaşıyoruz.. aynı manzara ve sahnedeyiz ama ben dokunamıyorum, ben daha şeffaf görüyorum benim için acı verici onlar için keyif ulaşılabilir bir şey..

karıştım yine.. bilmiyorum..

31 Mayıs 2008

Lost

Benjamin Linus.. Uzadıkça uzadığı için tadını kaybeden dizinin tek mükemmel yanı.. Adam çok iyi bir aktör, karakter çok keyifli ve adamı o karakterde seyretmek acaip eylendirici..

Süreç

Bir yerde gözüme çarptı. Takvimsel bir durum. Açık oy gizli tasnifin kaldırılışı.. çok dumur. böyle bir süreçten geçilmiş. düşünebiliyor musunuz bu ne demek. nasıl komik gelebiliyor insana diek anlamsız.

Sonra düşündüm.. şu anda o kadar garip bir süreç var ki 45 yıl, 80 yıl sonra insanlar eğer dünya devam ederse o kadar gülecekler ki bizim ve dünyanın şu andaki sığlığına ve mantıksızlığına..

Vizyoner insanlar geleceğe taşınmış, isimleri nesiller boyunca aktarılmıştır. Bakıyorum kendime günlük tartışmaları izleyen ister istemez bazen o tarafın bazen bu tarafında olsa içinde bulunduğumuz anın tarafı olan bi tipim. ben vizyoner değilim. yazık bana..

sonra bu ben değilim dedim. ve dışarı çıkıp bakıyorum artık sonra da ufka dönüyorum.. keşke herkes yapabilse.. o kadar basit kavgalar içinde debeleniyor ki insanlar çok komik. en komiği de paranın peşinde yaşananlar ve harcanan hayatlar.. elektronik eşyalar almak için motoru güçlü görünümü yırtıcı arabalar almak için semtleri değerli evler almak için tüketilmiş hayatlar.

Durup düşünmeden glamour un peşine koşmak ve kendimizi tüketmek paranın hırslısı olmak.. Allah'ım sen beni koru..

29 Mayıs 2008

İhmal Etmek

Kendimi ihmal ettiğimi düşünüyorum bu aralar. o kadar yüzeysel ve sadece bakarak yaşamaya başladım ki düşünmüyorum bile..

Esip geçen rüzgar gibi çok hafifçe dokunarak..
Durmaya karar verdim kendi içime dönmeye, kendime bakmaya bu kadar zaman oyalanmak yetmeli..

Hell..

23 Mayıs 2008

Yazık

Bir eski muhabir olarak gazetelerde tv lerde böyle şeyler görünce dayanamıyorum.. Binlercesi gibi es geçebilirdim ama manşette yapmayın bari.. Kör müsünüz..

Kara Karanlık

Geceyi hep sevmişimdir ama bu bir anda gecenin köründe uykudan uyanıp da uykumun kaçtığını farketmeyi sevemiyorum. Plansız olarak gece vakti uykusuz kalmak kabus gibi birşey.. yapacak birşey bulamaz ve de hatta birşey yapmak içinizden gelmediği için yatakta döner durur ve uyuyamadıkça sıkıntınız daha da artar mutlaka bir kalkar dolanır ve mutfakta bulursunuz kendinizi.. hiç gereksiz yere bi ton şey yer içersiniz ve sonra tekrar gelip yattığınızda uykunuz gelse bile bu sefer de yediklerinizin rahatsızlığından ötürü uyuyamazsınız. terlersiniz.. terlersiniz.. sırtınız oranız buranız kendinizi zorla yatmaya mahkum etmekten dolayı ağrımaya sızlamaya başlar. kalkıp tekrar dolaşmak istemezsiniz.. kulaklarınız gecenin sessizliğinde bütün apartmandaki en küçük sesleri duymaya başlar algılarınız iyice açılır ve artık diken üstündesinizdir.

22 Mayıs 2008

Zero Concentration

Hiç bu kadar zihnen kendimi toparlayamadığım bir dönem anımsamıyorum adeta düşünme odaklanma yetimi kaybettim.
zihnimi oyuna getirip düzeltmeliyim..

bir de sıcak ve nefes almaya deyşik şeylere ihtiyacım var sanki..

sızlanma da yaşa ulan işte..

19 Mayıs 2008

Bir İlk

Bilgisayarı aldım ve balkona çıktım. Gece burdan istanbul aslında fena görünmüyor lacivertin siyaha giden tonlarında asılı sarı beyaz ve kırmızı bazıları hareketli lambalar.. ah ve gemiler gemiler kesinlikle gece güzel bi dekor oluyor hava serin ve ben aslında üşüyorum ama içerideki uykusuzluğun getirdiği daralmaya çok özgürce geldi serinlik tenimi yalıyor.. brr tüylerim..

korkuç bir uğultu var oysa sesten de nefret ederim ama değişiklik adına şimdilik ignor ediyorum..

bir çok düşünce geçiyor zihnimden, özellikle ölüm son zamanlarda hep ve tek..

sevdiğim bir insanı kaybedince bir gün düşünüyorum da bir daha onu göremeyeceğim. gerçekten yani şu konuştuğum konuşmaktan keyif aldığım görmekten beraber vakit geçirmekten keyif aldığım ve sevdiğim insanlar bir gün ölecekler ve bir daha göremeyeceğim duyamayacağım. bilmiyorum sayıları fazla değil allahtan ve belki ben onlardan önce ölürüm..

bu dünyanın tek gerçeği ölüm. bunu kavramaya başlıyorum son zamanlarda. kesin ve net bilinen tek şey ölüm. herkes ölecek. öyle yada böyle. ve bu dünyada yaptığımız herşey ve hatta şu bedeni bile bırakacağız yanımıza kalmayacak ve öleceğiz.

bilmiyorum bu beni düşündürüyor. daha doğrusu bunu düşünmeden yaşayamıyorum. biraz aklı olan bir insanın bunu düşünmeden nasıl yaşadığını hiçbir zaman çözememişimdir. nasıl insan böyle birşeyi gözardı edip dünyada sanki ebediyen var olacakmışcasına hırsla mücadele eder ve sanki 80 yaşında ölecekmiş gibi planlar ve hedefler koyarak onlara doğru gider
sanırım düşünce öleceğim zaman öleceğim ben ölmeyecek gibi takılayım zaten öldüğümde olay bitecek şeklinde ama bilmiyorum ben takılıyorum.. bu tümseği aşamıyorum..

Yalnızlık

Yalnızım ama seçimle.. biliyorum ki kalabalıkta bulunmanın rahattsız ediciliği beni buna itiyor yoksa aslında farkettiğim ve şaşırdığım şu ki asosyal değilim ben.. garip yanlış değerlendirmişim kendimi.. hep aynı insanlarla görüşüp benzer şeyleri özellikle de geçmişe ait şeyleri dinlemekten çok fazla sıkıldığımı anladım geçenlerde..

geçmiş aradan yıllar geçtikten sonra bir kere anıldığında keyif verebiliyor ama bir süre sonra geçmişini hep anan insanlardan kaçasım geliyor. yeni birşey ekleyemeyen yaşayamayan günü dünden kötü insanlar..

o kadar çoklar ki..

resim çekmeti de anlamaya başladım en azından onların güdülerini.. efsaneleşme ihtiyacı.. özellikle aileler.. her küçük sosyal topluluk kendi içinde efsaneler oluşturmaya çalışıyor.. bunu ne kadar daha dış çemberlerin içindekileri kapsayacak uzaklıklara götürebilir ve yayabilirse bir insan o denli egosu tatmin ve keyiften uçmuş oluyor patetik bir mutluluk yani..

ünlüler var ama çemberler daralıyor ve her katmanında ünlelri var ve aslında en küçük çekirdee kadar herkes ünlü. ah ne güzel bir psikoloji. dünya çapında ünlü değilsen ülke çapında olursun onu olamazsan şehir olmadı semt, o da mı olmadı iş çevrende, branşında okulunda mahallende apartmanında evinde ailende karına karşı çocuklarına karşı en küçük müsün güç ün paralel birinden biri yada her ikisi ama mutlaka kendini iyi hissedeceğin üzerinden kendini iyi hissedeceğin bir şey bulursun. bir köpek bir kedi karınca?

bilmiyorum ben buna dahil olamıyorum. oyuna katılabilmeyi isterdim herşey daha az karmaşık ve keyifli olabilirdi ama oyunun oyun olduğunu bildiğinizde keyfi kalmıyor..
yazık bana..

10 Mayıs 2008

GBK

En sonunda kanyonda midpointte oturcak yer bulamayınca etrafta ne varmış diye bakınmaya karar verdik. Ve GBK - Gourmet Burger Kitchen. Bildiin hamburgerci. ama ne hamburger sanırım abonesi olcam çok feci. nefis bir de patates kızartması var. ben pesterella yedim %100 dana etli, mozerella peynirli, pesto soslu hamburger enfes ki ne enfesti annatamıorum hala yutkunuorum..

9 Mayıs 2008

deep deep depression

ooooffff offf..

8 Mayıs 2008

Wealth health depression..

Depresyonuyla barışık olmak ve onu sevmek ayrıca bir sorunlu zihin ürünü müdür bilemiyorum ama şüpheleniyorum. Çünkü insanları seven ve onlarlayken eğlenen benden nefret ediyorum.. Sağlık sıhhat afiyet en önemlisi bu..

Bugün de yazacak birşeyim yok ama bilgisayar elimde ve canım sıkılıyor. Tek hissettiğim rutinlerden sıkıldığım. Ve her nedense bunu aşamıyorum. Oysa sonuçta her ne olursa olsun hiçbirşey alabildiğine renkli değişik ve keyifli olamaz ki.. Herşeyin gidip de varacağı yer rutindir.

Jane'le buluştum geçen birbirimizi uzun zaman olmuştu görmeyeli.. Özlemişmiyim bilemedim ama o özlemişti beni, bunu hissettim. Aslında özlemiş olması çok önemli değil benim bunu hissetmem iyiydi.. Devamlı konuştu bende çok dinleyici olmak ister halimdeydim çok uyumlu oldu. Enerji saçıyordu ve hayrettir ki rahatsız etmedi beni hatta keyif bile aldım. Jane çok yalnız bu içimi burktu. Sık sık görüşmeye karar verdim. En sonunda rutine bağlayacağım ve uzaklaşacağım biliyorum ama olsun..

Bu aralar en şaşırdığım şey, orda burda konuşurken birden kendimi gülerken, neşeli falan buluyorum ve anlamlandıramıyorum.. Nereden geliyor bu yalan yanlış şeyler..

6 Mayıs 2008

To Feel

bilmiyorum aslında bugün yazacak pek bir şeyim de yok aynı konular uzatmalı devemlarda.. bitmez bitmez..
ülke kaosda, insanlar öfkeli sinirli kafaları karışık ve huzursuzlaştırılmış, ekonomi at oynatanların elinde bir öyle bir böyle, sosyal hayatta insanlar kendilerini alkole, tvnin uyuşturuculuğuna vermiş düşünmeden 2 gr daha gülebilmek için zorlamalarda. ahlaksızlık sapıklık her türlü ikiyüzlü namus ve namussuzluk her yerde. sanat tabulara saldırmak olmuş, geçmişle dinle geleneklerle dalga geçen aydın oluyor. sanatçı diye 3 kuruşluk zıynet eşyasına haftada bir başkasıyla aşk yaşayana deniyor. halk da bunları tvlerden takip ediyor. medya holdinglerin ellerinde birer kukla ticari işlerde baskı unsuru olmuş saçma sapan haberler inanan halkla dalga geçiyor..
kapasitesizlik insanların umudu olmuş. herşey bitmiş herşey çökmüş. insanı düşünmek yasaklanmış. insan olmaya çalıştığınızda suçlandığınızda sizde nasıl gerekiyorsa öyle davranıyorsunuz.

koşarak uzaklaşmalı ama nereye ve nasıl. bu sınırlardan çıkamadıktan sonra ne önemi var.
belki de kendi dunyamı ormeliyim ancak dısarıya da cıkmak geektıınde ıcerı sızan pıslık her turlu keyfı kacırıyor..
offf
cok caresızım..

26 Nisan 2008

gülmek

aslında daha çok yüzü gülmek
geçen hissettim
ne kadar patetik bir yığın olduğumu düşünerek vakit geçiriyordum
ve farkına vardım
şımartılmak
sevilmek
istediğim şeylere sahip olmak zahmetsizce ve
istediğim şeylerin bir süre fedakarlık ederek başkaları gerçekleşmesini isdiorum..

sonra da düşünüp ne salak bişeysin dedim kendime
canım köfte çekiyor bu aralar bi de
sultanahmet köftesi uzak olmasa atlayıp gitcem yarın
ama uzak
neyse en kısa zamanda gidip yiyebilirim umarım..
köfte piyaz ayran mm nefissss..

self destructing process began

24 Nisan 2008

Kırık

Beni kırdılar anne..
Hep kırıyorlardı..
Bir kez daha kırdılar..

uyuyamıyorum

bugünlerde hallerim bir garip. zihnimi odaklayamıyorum. bir şeyle 10 dakikadan fazla ilgilenemiyorum sıkılıyorum hareket etmek istiyorum.. uyuyamıyorum.. kitap okuyamıyorum, film izleyemiyorum.. bir kitaba filme başlıyorum ve 10 dakika sonra off oluyorum sıkılıyorum.. yorgun hissediyorum uyumak istiyorum yatıyorum 10 dakika sonra uyuyp uyanıyorum ve bir daha uykum gelmiyor.. delireceğim çok feci yapacak bir şey bulamıyorum.. perişan durumdayım.. yani sanırım..

ya bir daha hiç şöyle 7 8 saat deliksiz uyuyamazsam..

çocuk bayramı

çocukken kafamı kurcalar dururdu bugün yine bayram ve yine anımsadım. düşünebiliyor musunuz.. bugün çocuk bayramı oh çok ala ama bu bayramda çocukların bayramı nasıl geçireceklerine dair programlar belli..

size özgürlük veriyorum ancak özgürlüğünüz şu 4 duvar içinde ve sadece taş mı kıracaksınız yoksa kırılmış taşları mı taşıyacaksınız bunu seçebilirsiniz ve yarı nufusunuzdan fazlası bir işi seçerse siz seçim yapamazsınız diğer işi yapacaksınız..

bugün 23 nisan neşe doluyor insan diyerek sözlerde kalan içe işlemeyen şiirler okumaktansa o gün neşe dolmayı istemişimdir hep.. bugün pencereden bakınca gördüm formaları giymiş borazan çocuk takımı bir nevi süvari alayı düttürterek sıra halinde sokaklarda geziniyor neredeyse o saçma gösteri yürüyüşünü de yapacaklar ve arkalarından da tanklar ve başka şeyler geçit resmi yapacak çocuklarımızı hala hangi zihniyetlerle yetiştiriyoruz.. başka bayramlarda tanklarımızı fuzelerımızı de gecittiriyoruz. ırak ve saddam aklıma geliyor bunu anımsayınca ama o artık yok şimdilerde iranı anımsıyorum.. biz yıllardan beri iran olmuşuz ama bunu gören yokki anca birileri dinden imandan allahtan bahsedince iran mı olacağız diye panikler uyuşturulmuş beyinler.. ordunun gücü elindeki silahlar diye birşey kalmadı ki nedir bu törenler devletler küçüldü devletler hiçbirşeye sahip olmamaya çalışıyor ki.. toplanan değerler birilerinin cebine gitmesin birilerine basa gelmek için rusvet olmasın diye cok değil 20 sene içinde devlet bir yazılım olacak herkes özgür olacak ama bu gidişle değil..

ben koşmak eğlenmek bayramımda bu benim bayramımsa neden okula gittiğimi neden anlamadığım ve içime işlemeyen olabildiğince yüzeysel ve hiç kimseye bir şey ifade etmeyen o garip şiirleri okumak ve merasimleri yapmak için toplaşdığımızı sorguluyordum.. bayramımda denilenleri yapmak zorunda olmak.. törenlere dair belirlenmiş kıyafetlerin içine girmek.. özgürlüğümüzü de şablona sokmaya çalışan eski devlet sistemi..

bugünkü siyasi ve politik sahneye bakınca bunların etkilerini hala görebiliyorum.. durağanlığı korumaya çalışan bir gerici chp ve fırsatlardan istifade etmeye çalışan bir iktidar. yeni dünya ve çağ nediri sorgulayıp kendini yönlendirmeyen halk kitleleri yüzünden tamamen çarpık bir iktidar muhalefet.. oysa her ikiside çağa ayak uydursa biri yerinde saydırmaya çalışmasa ve herşeye dur demek zorunda hissetmese kendini diğeri de öyle istediği gibi at koşturmaya çalışamayacak koltuğunu kaptırma derdi taşıyacak.. yazıklar olsun diyorum muhalefetin çağa ayak uydurması için gerekeni yapamayan koyun ruhlu seçmene.. başarısız bi lidere hala oy atıp da onu aşağı indiremedikleri için..

23 Nisan 2008

Başlıksız yazmalarım geldi yine. hala feeling weird.. değişik birşey tanımlayamıyorum.. korku elbette her daim tabanda.. yaşandıktan sonrası nefreti.. ah seviyorum gavurca post durumları.. buhran belli ve gülerek karşılayanlar çoğunlukta.. hala bildiğinin en mükemmel ve olması gereken olduğunu diretenler var.. akılsızlık ürkütüyor.. köşelerimizi yuvarlattırmıyorlar anne..

her neyse.. siyah daha da siyah olamayacağına göre en kötü ihtimalle böyle.. sadece son geldiğinde artık buraya kadarı kavrayabileceğim ve o da uzun sürmeyecek diye tahmin ediyorum..

sevdiklerim uzaklaşın daraltıyorsunuz beni.. sen kırmızı.. sen pembe.. sen mor üstüne çalınmış uçuk yeşil... bugün derin derin içime çekerken tazelendiğim yemyeşil çimenlerin tazeleyici kokusu gibi sizi de kullanmak istiyorum ama buna izin vermeyin yoksa değerinizi yitirir en nihayetinde kullanılmış olursunuz belki de karbondioksit..

tık tık tık kısa ve uzunlar ardı ardına.. ses yormuyor da zihnimin uğultusu mu o beni rahatsız eden..

o değil.
bu değil
o da değil
şu hele hiç değil
seçim yapmak zor
bir de seçenekler eşit ölçüde mükemmel yada berbat olurlarsa..

kendimi kaybettim sayılır.. ofluyorum sadece.. benden artık anlam çıkmaz bu saatten sonra.. çok şeyler yitirildi çok sular çarptı yüzeye şekil değişti artık tanınmaz duygusuzca herşeye sırıtan bir yüz gibi sadece tertemiz ve parlıyor.. hisler kokmuyor bile artık renklerini ise hiç arama.. en son bir belli belirsiz turuncu gördüm sadece.. .

17 Nisan 2008

Sevmek

Sevmek "seni seviyorum" demeyi gerektiriyorsa gerçekleşmemiştir diye düşünürüm.. Sevgi gösterilir hissettirilir.. birisinin sizi sevdiğini hissedemiyor ve algılayamıyorsanız yada hissettiriyor ama karşılığını bekliyorsanız ve karşılığında bir sevgi alamıyor ve seni seviyorum diyorsanız oralarda bir problem vardır..

kadınlar oysa ne kadar ters seversiniz sevdiğinizi hissettirirsiniz ama bunu her saniye yapmanızı isterler bir an yapmazsanız ki doğal olarak kimse kimseyi her an sevemez duymak isterler işte bu noktada ben deliriyorum benden sevildiğini duymak isteyen kadının alacağı cevap güle güledir.

eğer birisi diğerini sevdiğini düşünüyor ve sevdiğini hissettirdiğini varsayıyorsa ama karşıdaki bütün alıcıları açık olduğu halde bu sevgiyi alamıyorsa bu iki insan derhal vakit kaybetmeden uzaklaşmalılar onlar birbirlerine göre değiller.

ne kadar sevgi veriliyorsa hepsini algılayabilen ve bunun karşılığını hiç eksiltmeden doğal bir refleksle geri verebilen bir çift benim ideal çiftimdir. işte o ilişki bitmez de tükenmez de hayat bayram ve mutlulukla dolu olur onlar için..

aynı frekansta sevgiyi almak ve vermek kayıpsız ah ne güzel..

düşündüm de ben hiç sevilmedim galba.. sevdiğim insanlar hiç bir zaman bana sevgi göndermediler.. en azından benim frekansımda.. çünkü sevmek biraz da kendinden ödün verdiğin zamanlarda hissettirilen bişeydir.. sanırım benim için sevdiğini hissettirmek için kendinden ödün veren bir tanidiğim karşı cins olmadı.. zavallı ben mi desem.. bilemedim..

15 Nisan 2008

Keşke Yaksaydık

Bu başlığı okuyunca insan bunu birisinin pişmanlıkla söylediği bir söz zannediyor. Hürriyet gazetesinin manşet altındaki 4 haberden biri bu..

Keşke yaksaydık

Belki de ellerinde olsa bu fotoğrafları yakarlardı. Ama artık çok geç kaldılar.

Haberin devamında ise aslında kimsenin böyle bir söz söylemediği eline 10 tane ünlünün biraz eski zamanlara ait fotosunu almış bir muhabirin(!) o insanların söylemesine karar verdiği bir söz olduğunu anlıyoruz. Eski bir haberci olarak artık Türkiyede hemen hemen her haberin bu hale gelmiş olmasıyla ciddi bir mide bulantısı, tiksinti, rahatsızlık, huzursuzluk hissediyorum. Hemen hemen bütün köşe yazarları da dahil olmak üzere hep bir manipulasyon, bir provokasyon, ne bileyim yorucu ve bıktırıcı.. nasıl olmalı aslında onu da bilmiyorum belki de olabilecek ve olması gereken budur sadece iş işten geçmiş bu kadar medya ve teknoloji bir yere gelmişken olması gereken budur da benim buralarda olmamam gerekiyor olabilir.. of bıktım kendimden belki de olay budur be. nerdesin Jane.. canım sıkıldı.. bi kahve içmeye mi gitsek..

13 Nisan 2008

Hayvanlar

Empati. Adam Fawer gerçekten son dönemin en akıllı yazarı. İşte birisi daha yapmak istediğimi yapıyor. Tamam burda tembelim bunu kabul ediyorum 1 ve yine kabul ediyorum bu alanda hala yapılacak şeyler var çok istiosam yapmalıyım ama sorun da bu çok istiyorum ama o kadar zeki, sabırlı, disiplinli, huzurlu ve hiçbir zaman hazır değilim ben en iyisi özüme döneyim ve konuşayım..

Adam fawer olasılıksızın yazarı ve şimdi okuduğum empatinin yazarı. kitapların içeriğinden bahsetmeyeyim. ama biraz düşünerek roman bazında hem de süper bir uslupla bence bu alanda denenmemiş karakterleri ortaya koyuyor. yazarın zekasını sevdim her neyse ordan okurken bahsedilen bir hayvanlar çiftliği ve pink floyd - animals analizinden bugünkü dünyada acaba insanları benzetirsek kaç çeşit hayvan olacağını merak ettim.

bir kaç gün gazetelere bakınca ister istemez beynimde güncel olaylarla ilgili fikirler tepkiler ve destekler beliriyor.. ama sonra düşündüm de neden bu insanlar kendilerini bu siyaset insan devlet yonetmek işlerine veriyor anlayamadım.. sonra oradan yine algılayamadığım her insanın çalışması olayına geldim. bende gözümü kapatıp iş yapıyorum ve neden..

neden her gün evimden kalkıp 150 km yaparak çalışıyorum. neden bilmediğim ve hiçbir zaman bilemeyeceğim insanlara ürünler satıyorum. bunlardan kazandığım paraları bu işi yapmak için gerekli altyapıya ve diğer hizmetlere harcıyorum üstüne kalanla karnımı doyurup daha da kalırsa onunla alınacak ne varsa onu alabilmek için uğraşıyorum. yada çalışıp çalışıp biriktirip ölüyorum. yada çalışıyorum çalışıyorum ve aile diye bir şeyle paylaşıyorum ve onlar benim kıçımdan ter damlayarak binbir stresle kazandığımı gülerek yiyolar çocuklar mesela.. ve en büyük neden
neden para kazanıyorum.

bundan 150 200 vede hatta 1000 yıl öncesine bakan 2000 yılını özümsemişler ah çok barbar çok kuralsız çok ilkel bir hayat diye bakınıyorlar.. oralarda bir kral bir lord bir paşa bir emir olmak çekici gelse de köylü olma ihtimali yoruyor.
peki bundan 200 yıl sonrakilerde bize bakacaklar ve ne kadar ilkelmiş ah haha klavye diye bişe varmış onu tuşlayarak yazışıolarmış.. her evde minnacık 70 cm lik ekranlar varmış onun karşısına geçip saatlerce avanak avanak bakıp eğleniyorlarmış hahah diye gülmeyecekleri ne malum. binlerce onbinlerce kilometre boyunca dunyanın her yerıne asfalt dokmusler yollar yapmıslar sonra da 120 nin ustunde suratı yasaklayarak bır yerden bır yere saatlerden sonra varan akılsız ınsanlarmış.. araba dedıklerı bır kutunun ıcıne kapanıp onu kullanıyorlarmış diye gülecekler.. aklınıza gelen herşey aslında çok ilkel günümüzden bakınca ama 200 yıl oncesınden bakarsak da uzay çağı..
sonuçta demek istediğim dünya surup gidiyor. ve biz sadece henuz bılmedığımız ancak mesela ben su ana kadar 30 yıllık bır bolumune sahıt olmaya geldım bundan bınlerce yıl oncesı yasandı kımbılır daha ne kadarı daha yasanacak..
dusunmek lazım.
dusunmemek aptallık. dusunmemeye calısmak da aptallık tam bu dunyanın zıhnını tembellestırdıı ınsan davranısı olur..
dusunelım.. dusunuyorum..

11 Nisan 2008

Deniz Baykal

Ah bu adamı hiç sevmedim. samimiyetsiz ve bilmiyorum kendisinden yayılan bir böyle kötü negatif birşey var görünce ruhum daralıyor ama şu vidyodaki hali bana tanımlanamaz niçinlerimi anlattı. sahabenin isminden askerlik arkadaşından bahseder gibi bahseden bir insan ve takiyye.. ne denebilir ki. hep sağ tarafı gören insanlar bunu da görsün.. objektif olalım sağdakiler tu kaka da soldakiler çok mu matah..

9 Nisan 2008

Rutin

Kendimi rutine övgü yağdırırken bulmam beni ayılttı. Hep tembelliğimden çektim oysa her ne çektiysem.. Tembellik ve amaçsızlık.. Bugün de rutinden keyif alma balonu patladı. Ah Allahım çok sıkılıyorum.. Özgür olabilmeyi istiyorum.. Hala çok bağımlıyım en çok da tembelliğime ve korkaklığıma..

Bazı insanları duyup gözlemledikçe şaşıyorum.. Bunlar ki yazılanları çok harikulade bulabiliyorlar.. Neden diye sormadıkları için şaşırıyorum çünkü her neyi beğeniyorsan içinde o vardır ve bunu sadece düşünüp yada açık yüreklilikle kendine söyleyememişsindir. Ben kitaplara hiç bir zaman ihtiyaç duymadım..

Karanlığı hep sevdim ve hep seveceğim. Özellikle o bilinmeyen yerlerdeki kör karanlıklar. Hani duygularını yok eder ve seni hareket edebilen bir felçliye dönüştürür de sadece hissettiğin artan bir korku olur ya.. İşte bendeki o reaksiyonu seviyorum.. Kendimi çok ama çok güçlü hissediyorum o anda karşıma çıkabilecek herşeye karşı hazırlıklı oluyorum ve korku yerini başedemeyeceğim birşeyse karşıma çıkacak olan o zaman zaten olan olacak yok başedebileceğim birşey ise de o zaman onun başına gelenler gelecek güçlülüğüne bırakıyor..

Kısa cümleler uzun bir hayat idi bir zamanlar etrafımdaki motto ancak şimdi en büyük keyfi noktalamasız ve alabildiğine uzatılmış cümlelerden alıyorum.. Elbette okuyanlar da oluyordur ve ben yazarken hissettiğim vurgulamaları hissedebilirlerse beni yakalayabilirler. Ama ben uzunca bir cümlede anlattığım benden parçaları başından sonuna kadar zihnimde yaşayarak yazıp en sonunda baş ve sonu bağlayabilmiş olmayı başarılmış bir zafer olarak görüyorum.. Evet başarılmamış zaferler de vardır. En çok utanmazlar edinir bu zaferlerden...

Sevgi, aşk elbette onlarsız hayat olmaz ama göstergeleri nedir ve illa bir insana mı olmalıdır. Hayır tabi ki değil.. Gerçeği buldum.. Eriyorum..

8 Nisan 2008

Demir Tadı - Kırmızı

Burnumdan kan gelene kadar ağlamak..
Ensendeki bir anlık bir sancıyı ömür boyu süren bir karanlıkta yankılanarak hissetmek..
Tanımadığın ve daha önce karşılaşmadığın sesler duyarak korkmak..
Ses arttıkça daha da korkmak..
Enteresan aslında iki boyuta kesin delil.. Bir ses var korkutucu ve aynı ses şiddeti arttıkça daha korkutucu.. Peki başka boyutlar var mı?
Sesi hissedebilirsen daha da korkarsın. Hele ses seni deliyor ve kıpkırmızı kanın önce fışkırarak sonra yavaşça yer çekimine doğru akıyorsa.. Onu öyle şaşkın gözlerle inanmazcasına bakarak seyrederken düşünebilir misin?
Bedenin sevdiğinde sevdiklerinle ve her sevmede başkalaşmıyor mu?
Sevme ve hedef küçült kontrolü eline al.. Sev ve kontrol edemediklerin de o büyümüş bedene isteyerek yada umarsız yada düşüncesiz hançerler saplasın.. Belki de sadece meraktandır.. Benim kanım nasıl ve ne renk akacak merakı?
Ah o kadar..

6 Nisan 2008

"so I guess I am out of the bookclub?"

Ben amcadan hoş bi replik.. Bi çok şey ihtiva eder içinde..

Bi de Julietin göüsleri de ilgi çekici deil mi?

3 Nisan 2008

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır? Okumanın mânası, kişi Hakk'ı bilmektir! Çün okuyup bilmezsen, ha bir kuru emektir

Yunus Emre

Bilim 3

Yani bugün ve sonn 100 yılda bu uçakların uçuyor olması ve yarın da uçacak olmaları bunlaın öbür günde uçacak olmalarını gerektirmez belirtmez ve garantilemez. ben bugün bütün uçaklar uçamasa şaşırmazdım..

Tıp da böyle.. ilaçlar ameliyatlar şunlar bunlar, bütün bu tadavilerin gerçekleşiyor olması hep gerçekleşeceğini göstermiyor. zira o hesaplamalar ve hesaplanamayan varlığını bile bilmediğimiz faktörlerin formillerde olmayışından kaynaklanan veri eksiklii ortamlarında bu gelişmelerin olması yapılması mümkün değil oluyorsa takdiri ilahi..
zaten olmuyor da teşhis yapılıyor bilme göre bir basit yada kompleks de olsa bilinen programlanan bir operasyon aynen planlandığı gibi yapılıyor ve basarılı olunamıyor. sonra acıklamalar buna göre bulunuyor bunyesı zayıftı bılmemnesı kaldırmadı elım kaydı falan fılan.. ıste bılım bence budur ıletısım dılı.. ney neden oluyor ve neden olmuyoru anlatmaya calısan bır sıgn langıage yoksa bana komık gelıyor ondan medet umanlar yada ıste bılımın sayesınde herseyın yapılabılecegını dusunenler. o sadece gelıstırılebıldığı kadarıyla bu dunyanın harıkalarını anlatmaya calısıyor bıse.. dunya gunesın etrafında donuyor gezegenler donuyor falan fılan ama takdırı ılahı donmeyebılır de sımdıye kadar bırseyın hıc sasmadan aynı ıstatıstıı vererek gerceklesmesı baslıbasına muazzamlık olmasının dısında yarın oyle olmaya devam etmesı ıcın hıc bır sebep yok.. garıp dusundukce urperıyorumm..