22 Aralık 2010

Tatlı Yağmurlar Yağacak Üzerimize

simsiyah karanlığın içinde dalgın dalgın süzülen bembeyaz aydınlatıcı ışığımsın
tenime değdiğinde varlığın, ürpererek ben olduğumu hissediyorum.
tüylerim dikelirken seni olabildiğince çok emip içime alabilmek için büyüyor gözeneklerim
benden ayrılabilse parçalarım sana koşarlardı durmaksızın

elim dinlemeden beni, uzanıyor başının arkasına
çok istiyorum ve seviyorum, tutup
dudaklarıma doğru çekmeyi seni
ne kadar yakın olabilirsem sana
o kadar yakın olabilmek istiyorum daima

dudaklarını ilk hissettiğim o gün var ya
hala bitmedi
aylarca
hayat bir günmüş meğer seni tanıdıktan sonra

hep dua ediyorum umarım şafaktır gelen bu karanlıktan sonra
ama içimde lezzetli bir hatıra günbatımında sen ve ben dünyanın kenarında
gülümsetiyor zevkle
ama ne yazıkki ama

14 Aralık 2010

Soğuk Kış

Havanın insanın beynini dondurmasından mıdır nedir bilmiyorum ve tabi ki alakasız ve bağlantısız olarak benim içimden hep yazmak geliyor.
Gerçi buraya oturup da bir şeyler karaladığımda aklımdaki ilk fikir ve ilk kelime dönüyor dolaşıyor aynı konuların etrafında buluyor kendini..

Aslında şikayetçi değilim. Hep aynı şeyi söylüyorsam kendime anlatmak istediğim birşey var demektir ve bunu hala anlatamamışım demektir.
İnsan neden yazar.. kendisini ikna etmek için kendisini eğlendirmek için..

Geçen düşündüm böyle tv nin karşısında elimde kumanda oturuyordum. genelde tv yi monitor olarak kullanırım ama işte ilk açılışta tv kanallarını göruyosun sonra monitore geçiyorsun ve işte tam bu anda ntv açıktı. heyecanlı ve sınırlı zamanda çok bir flaş bişeyler olunca tartışma programları şu bu seyretmeyı fıkır olarak dahıl olmayı taraf tutmayı sevıyorum ama heyecan gecınce tv ıle ılgılenmeyı sevmıyorum ve hatta aklıma bıle gelmıyor bu kısacık maruz kaldığım anlarda da tahammul edemıyorum bıle zaten. işte o anda bir tartışma programımı vardı neydı ınsanlara baktım 50 lerını devırmış ınsanlar konustukları konu su anda hatırlamıyorum ama yıllardır turkıyede konusulan herhangı 10 konudan bırısı soylenen yenı bırsey yok herkes bı tarafa aıt goruslerını ısrarla devam ettırıyor.
bır garıp oldum hayatın boyunca su dunyaya aıt herhangı bır olay ıcın gorus sahıbı olup bunları yıllarca konus konus konus cok sıkıcı cok zavallı geldı
konusmakla bırsey yaptığını zanneden ınsanlar var hıcbırsey yapamıyorsan sesını cıkar falan gıbı sacma ve aptalca mottolar
sonra bu işi meslek olarak yapanlar geldı aklıma tum o gazeteler dergıler tvler oralarda calısan bınlerce ınsan
atıyolar tutuyolar analız yapıolar haberler hazırlıolar roportajlar yapıolar
aclık ıssızlık laıklık ekonomı yuzlerce bınlerce haber ıslenıyor sonra eve gıdılıyor yatılıyor kalkılıyor ve ertesı gun yıne aynı sey..
aman allahım

ne zaman bu kadar bos bırseyın ıcınde yokolduğumuzu farketmeden saplanıp kaldık
bu beynı bu bedenı bu zamanı en onemlısı neler ıcın harcıyoruz
neler ıcın bırbırlerımıze bu hayatı zından edıyoruz
hırs doluyor
ve hatta sıddete basvuruyoruz
ne kadar ıcımız kotuluk dolu

kendını bıle dusunemeyen akısa kapılmıs beynı dumur olmus yaratık toplulugu

13 Aralık 2010

Son Aylar

Son aylar bir değişik hallerdeyim. Buradan bir şeye geçeceğim hissediyorum.
Halat çekme oyunundaki halat gibi hissediyorum kendimi.
Bakalım ne olacak.

Rabia-i Adviyye hazretleri çok ağır hastalanır. Yanındaki hizmetçiler derler ki:
— Anneciğim, siz herkese dua ediyorsunuz o iyileşiyor. Bir de kendinize dua etseniz.

Cevabında buyurur ki:
— Size bir sevdiğiniz, bir dostunuz, bir arkadaşınız bir hediye getirse, size verse, kardeşim kusura bakma bunu kabul etmiyorum, iade ediyorum deseniz, onun kalbi kırılmaz mı?
— Elbette kırılır.

Bunun üzerine Rabia hazretleri diyor ki:
— Beni yoktan var eden, her an varlıkta durduran Rabbim, bana bir hediye göndermiş. Ben nasıl Rabbime diyeyim ki, yâ Rabbi bu hediyeyi geri al! Bu hastalık Ondan geldi, ben almadım, hiç kimseden de istemedim. Allahü teâlâ öyle lâyık gördü. (Rabia, sana bir hediye göndereceğim, bakalım, sabır mı, isyan mı edeceksin?) dedi. Vallahi yapmam, Rabbimin verdiği bu hediyeyi geri veremem…

12 Aralık 2010

Eski sanrılar heryerde

I dont belong here
who am I
I feel like death is so close that I am gonna die soon
the idea of death is killing me

ölüm neden bu aralar bu kadar fazla kafama takılıyor bilemiyorum.
saçma sapan her anımda hep ölümü düşünüyorum.
herşey de bir ölüm görür oldum.
ve bazen sadece düşünüyorum ölüm anımı düşünüyorum ne hissedebileceğimi hayal etmeye çalışıyorum.
ne olacağını öldükten sonra ne olacağını. hissedebilecek miyim yine
düşünebilecek miyim
şu andaki yeteneklerimin ne kadarı bedenimle alakalı ne kadarı ruhumla ilgili
ruhum bedenden ayrılınca ne hissedeceğim
görebilecek miyim
duyabilecekmiyim
bir anda herşey kararıp yok olacak ve ben var olduğumu bile bilemez mi olacağım. ama böyle olmadığına dair dini anlatımlar var..
çok garipsiyorum çok merak ediyorum ve korkuyorum
ve ölünce sonsuzluk başlıyor
aslında asıl hayat o gibi
dünya hayatı, kabir hayatı ahiret cennet ve cehennem sonsuzluk..

bunca insan bunca iyilik ve kötülük
şu kısacık hayatta ulaşmaya çalıştığımız iyi yada kötüler
komik nefsimiz ve egomuz

bir türlü ıslah edemediğim beynim..
ahh bir garip gece bu

9 Aralık 2010

Cold & Homeless

Hava 20 li derecelerden 12 lere düştü. Ve bir iki gün içinde 5 ve altına düşeceğini söylüyorlar.
Evsiz insanları düşünüyorum.
köprü altlarında, pis çıkmaz sokak köşelerinde, orada burada insanlardan uzak ama onlarla içiçe yaşayan tükenmiş bitmiş insanlar.
cemiyet diye bir kavram vardır ve bu beni hep büyülemiştir. iğrençliğiyle..
sanat dünyası, iş hayatı, cemiyet hayatı, cemiyet önderleri, sosyete, çalışan dünyası..
çok uzun yıllar önce insana insan olduğu için değer vermeyi bıraktık sanırım.
arabamızın camına temizleyeyimmi abi diye saldıran çocuklardan irkiliriz uzak tutmaya çalışırız o 40 60 sn lik bekleme süremizde bizi rahatsız ettiği için kızarız. İnsan olarak bile görmeyiz.. köşe başında çektiği bir ton nesneden beyni uçmuş üstü başı yırtık pırtık adamı görmezden geliriz, orada öyle duracağına neden gidip de çalışmaz cık cık cık deriz. Ne hikayesini biliriz ne merak ederiz ama utanmadan yargılarız ve değer vermeyiz görüş alanımızdan çıktığında artık aklımızda bile değildir.
oysa nice hırsız ve soysuz yukarıdaki toplum sınıflarının içinde yer aldığı için büyük insandır, takdir toplamaktadır, önünde köle olunmaktadır.

İnsanı insanlığıyla değerlendirmeyip varlığı, etkileyiciliği ve etrafında oluşturduğu ihtişamla derecelendiren bir toplum yapaylığıyla kusma isteği uyandırıyor. o kaçınılmaz son korkum olan beş parasız sokaklara düşme korkum belki de bir korku değil o insanlara ulaşma, bu yargılayıcı toplumun içinde yetişerek bugüne kadar olan günahlarımı affettirebilme çabamın beni o noktaya çekmesidir belki.
sadece kendimizi düşünerek yaşamak ne kadar aşağılık ve rahatsız edici.
didaktik olmadan yardımcı olabilmek. almadan verebilmek.. hep böyle olabilsem. nasıl bir huzurdur..

8 Aralık 2010

Eat, Pray, Love

Çok enteresan bir şekilde nefret etmedim filmden..
Harika da değil tabi ki zaten böylesine boş bir konuyla olamaz da..
Ama italya sahneleriyle, bali deki julia'nın kaldığı evi çok beğendim.. Ev denebilirse tabi.

1 yıl öyle bir yerde tasasız yaşamak isterdim.
evet aslında kelime bu tasasız yaşamak. Kadının yaptığı da bu ama neden en sonunda kendini gidip yeni bir döngünün içine attı anlamadım.

Evli idi. ayrıldı. Çevresini herşeyi bırakıp uzaklara gitti yeni birilerini tanıdı ama sadece neşeli anları paylaştı sonra oradan ayrıldı yerleşmeden ilişkiler başka yere gitti orada takıldı ordan kalktı başka yere gitti hep bir yerlere gidip oralarda toz duman dağılmaya bir şeyler çökmeye başlayınca hemen ayrılıp başka yere gitti ama filmin sonu saçma bir şekilde bence film bütün anlatmak istediklerine ters bir şekilde bir aşkın yaşanması ve yaşatılması gerektiğini vurgulayarak bitti. İtalyada ye, Hindistanda dua et, Balide sev. newyorka yerleş..

sevgi falan direk boş birşey. varsa alırsın vermek istiyorsan verirsin ama kaptırmamak lazım. önemli ve gerekli olan kendi başına mutlu ve tasasız olabiliyor musun. bunu engelleyen faktörlerin nedir. bunlardan neden kaçmıyorsun yada yok etmiyorsun. hayat o kadar kısa ki mucadele etmek bıle gereksız. boş alan çok yonunu değiştir arkada bırak falan..

kaygının yanlış olduğunu anladım. kaygı ömrü kısaltıyor. hayatın nelere gebe olduğunu bilmeden neden kaygı duyar ki bir insan.. gerçi böyle deyince sanki benim kontrolum dışında oluyormuş gibi herşey geldi. oysa cuzi irademiz var.. yaptığımız herşeyi biz diliyoruz ve sorumlusu da biziz.. ama kocaman bir topluluğun içinde herkesin iradeleri ve gitmek istedikleri yön olunca sen manipule edebildiğin etki alanı kadar adım atabiliyorsun. bu da sıkıcı tek başına ne kadar çok olabilirsen ruhun ve varlığın o kadar özgürleşiyor. iste ve yap (allah nasip ederse)

Kader : pek anlaşılmayan bir şey gibi gelir insanlara. basit bir izahi var. Kaderde yazılı olmak.. bizim yapacağımız herşeyi allah bilir. ve o isterse bunları yaratır. dua ile değişebilir. allah bizim dua edip etmeyeceğimizi de bilir isterse dualarımızı kabul eder ve birşeyler değişir değişen şey sonrasında yapacaklarımızı da bilir allah. ve bazı sevdiği kullarının yanlış şeyler yapmasını istemediği için onların istediği kötü şeyleri yaratmayabilir.

sonuçta şunu anlamak gerekiyor. elimizi ayağımızı biz yonetıyoruz gibi gorunse de biz irade ediyoruz allahü teala da bunu isterse yaratıyor ve anca o zaman irade ettiğimiz şey gerçekleşebiliyor. O izin vermese ve yaratmasa hiçbirşey var olamazdı.

2+2 eşittir 4 bu rakamlar olduğu için bu işlem doğru olmadı. zaten iki artı iki dört ediyordu biz sadece rakamları bulduk ve bu işlemi ortaya çıkardık..
insanlık tarihine bakınca bütün bulunmuş üretilmiş sanatından bilimine herşey de sadece var olanın adının konması. neyin nelerle nasıl birleştirileceğinin keşfi ve bunların biraraya geldiğinde neyi oluşturacağını görmekten ibaret. neyse cahil aklımla çok da konuşmamalıyım ama büyük islam alimlerinden islamiyetin ahlakını öğrenmek gerektiğini düşünüyorum. insan okuyunca mükemmelliği ve ruha ve bedene uygunluğunu ve verdiği huzuru hissedebiliyor

her türlü yanlış sapık inanca ve inançsızlığa beni saplanmaktan koru Allahım..

7 Aralık 2010

http://www.youtube.com/watch?v=vc2jDz6w-r4

Kitap var kitap var. Var olanı okumak lazım.

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Allahü teâlânın kitabından ve Resulullah’ın hadislerinden sonra, İslam kitaplarının en üstünü, en faydalısı, İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat kitabıdır. Mektubat’ı anlamak için değil bereketlenmek için okumalıdır) buyuruyor.

(Kitap okumak, sohbetin yarısıdır) buyuruluyor. Yani, bir büyük zatın kitabını muhabbetle okuyan, sohbet etmiş gibi O’ndan istifade eder. Mektubat’ı severek okuyan da, İmam-ı Rabbani hazretlerini sever, tanır, nasibi ve muhabbeti miktarınca O’ndan feyz almaya başlar. Okudukça anlamaya, kalbi de nurlanmaya, ibadetlerin tadını duymaya, haramlardan günahlardan nefret etmeye başlar. İki cihan saadetine kavuşur ve başkalarının da kavuşmasına vesile olur.

Bir kitap hayat

Kişisel gelişimle ilgili bir kitap yazmak istiyorum. ve tabi ki böyle birşeyi bırakın bitirmeyi başlamayacağım için sadece buraya ne yapmak istediğimi yazarak boşalayım. kişisel olarak gelişememişliğimden acı örneklerle kişisel gelişimi anlatacak bir kitap. hep olumlu ve hep pozitife doğru fikirler veren kitaplardan bıkmadınız mı. ne kadar dangalakça değil mi hiçbir insanın aslında yakalayamadığı ve tamamen uydurma ve kendini kandırmadan ibaret olan pollyanna kitaplarından kendimize mutlulukla yaşayacağımız bir hayat boyamaya çalışıyoruz. benim bu aklım buna kocaman bir saçmalık diyor.

eğer mutluluk bir yerde bir insana gelecekse bu ancak ve ancak korkunç bir karanlık ve acının içinden çıkarak gelecektir. ve miktarı da karşılaştırıldığında çok az olacaktır. altın gibi elmas gibi evet hatta ve hatta kesinlikle elmas gibi. bir kaç kromozom farkla genelde hep kömür elde ederiz. ama hiç aslında elması ucundan kaçırdım diye bu kömürü alıp boynumuza asıp teselli bulmayız.

ne? pollaynna ben mi oldum şimdi.. hadi ordan..

baktığın yeri değiştir.
olmadı kendini değiştir.
değiştirmek düşüncede kolaysa cesaretsiz pısırık bir korkaksın
bekle o zaman ölümü ve sus bırak sızlanmayı da çevren rahat etsin..

acı bir gerçek bütünü bir kişisel gelişim.
hayatın tüm karanlıklarını daha karanlık çizen bir kişisel gelişim.

inanmadan hiçbirşey olmaz
kendine inan
yapacağına inan
yapmak istediğine inan
inanmıyorsan da kendini kandırma
kandırıyorsan da neden neden diye hayıflanma
hiç görmedim deme bana yüzde binyüz kendisine onbin kat büyük gelen bir hayalin peşinde tüm kurallara aykırı bir şekilde yüzbinlerce kez yanlış adımlarla koşan birisinin ağzını açık bırakan bir şekilde hayaline ulaşmasını.
cahilce de olsa, başka alternatifi olmadığı için de olsa tek sebebi inanç.

inanmıyorsan bırak vakit kaybetmeyi ve net söylüyorum olmayacak işte bırak git. başka hayatlara etki etme. başka hayatların inancındaki zayıf halka olma. hele bir de kamufle olmuş zayıf halka hiç olma..

belki bir gün yazarım bu kitabı
yayınlar mıyım bilmiyorum.
inansam mı?