5 Aralık 2014

Hız ve Ses

Yol kenarında öyle durmuş dalmış bekliyorum. Gözlerim bir nevi dünyayı görmüyor. Düşüncelerime görsel olarak gömülmüşken, kulaklarım bir anda içinde bulunduğum mekanın seslerini algılamaya başladı. Ve ben sesleri dinleyip ama düşüncelerimden ayrılmamaya çalışarak işitsel bir aşırı farkındalık alanı oluşturmaya çabalıyorum. Rüzgarı delip geçen otomobiller, bir ambulans, sanırım bir tır, iki klakson sesi, bir motosiklet, değişik şeritlerden geçen hızlı araçlar.. Hava soğuk bu arada. Başlığım sırt çantamda üşenip de almıyorum ve üşüdüğüm için üşengeçliğime kızıyorum. Yağmur çiselemeye başlıyor. Gözlüğümü takmaktan bu havalarda nefret ediyorum. Hem buğu oluyorlar hem ıslanıp görüşümü kapatıyorlar. Neyse ki bugün takmamıştım. Artık hep yağmur var. Hava erken kararıyor. Evde yatak kadar geniş koltuklarda battaniyeler arasında kıvrılıp ısınmak gözlerimde beliriyor. Loş ve sıcacık bir ev. Keşke eldiven de alsaydım diye içimden geçiriyorum.

4 Haziran 2014

Uğultu, karanlık ve noktalama işaretleri

Gözlerimi kırpıştırarak saçlarımın arasında elimi dolaştırıp bir yandan da kafamı sağa sola çevirirken düşünüyorum. Bir şeyler eksik, bir şeylerde bir sorun var. Facebooka bakıyorum, twittera bakıyorum, instagrama bakıyorum, foursquare'den bildirimler geliyor vs. bir iletişim furyası bir paylaşım furyası, alabildiğine ironi, garipliklere vurgu. Fanatik şiddetli kelimelerle anlatıklar. En son okuduğum ise insan temelli bir ekonomi teorisine ihtiyaç olduğuna vurgu. Aslında eksik değil bal gibi biliyorum bir fazlalık var. Şu anda olması gereken ietişim eşiğinin çok üzerine çıktık ve bunu o kadar ahmakça ve boş şeyler yayarak kullanıyoruz ki baş ağrısı ve hayatı mutsuz kılan bir kavgadan başka sonuç üretmiyor.

Bilgisayar görmekten, bir ekrana bakmaktan, birilerine laf yetiştirmek yada birşeyler paylaşmaktan ve daha da fazlası başkalarının paylaştıklarına maruz kalmaktan yoruldum.

Dünya zorla zihnimin bacaklarını aralayarak kendini bana uzatıyor.

30 Nisan 2014

Kibir

(Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah) sözünün, söylenmesi kolay, ama değeri çok yüksektir. Hakkı bâtıldan ayıran bir kelimedir. Asırlarca, kâfirler bu kelimeyi söylememek için öldüler, Cehenneme gittiler. Müslümanlar ise söyleterek onların iki cihanda saadete kavuşmaları için canlarını feda ettiler, şehid oldular, Cennete gittiler.

Doğmak, ölmenin alametidir. Bir şey muhakkak olacaksa onu olmuş bilmelidir. Ölmek, âhiretin, ebedî hayatın başlangıcıdır. Orada ise Cennetten ve Cehennemden başka yer yoktur.

Allahü teâlâ, (Yarattıklarımı inceleyen, büyüklüğümü anlar) buyuruyor. Peygamber efendimize (Allah’ı gösterirsen, inanırız) dediler. Cenâb-ı Hak da, (Ben onların içindeyim. Niye beni görmüyorlar?) buyurdu. Süleymaniye Camisini ve ondaki ince sanatları gördükten sonra, (Hayır, Mimar Sinan’ı gözümle görmeden, öyle bir mimarın varlığına inanmam) demek, ne kadar mantıksız bir söz ise, (Ben Allah’ı görmeden inanmam) demek daha mantıksızdır. Çünkü kâinattaki her şey Onun eseridir, hepsini O yarattı. Vücudumuzdaki hücreler, midemiz, kalbimiz, hep Cenab-ı Hakk'ın kudretiyle çalışıyor. Süleymaniye kendi kendine olmadığı gibi, vücudumuz da kendi kendine çalışmıyor. Kör göremiyorsa Güneş’in suçu ne?
Bir beyt:
Eğer kusur varsa, bakan gözdedir,
Yoksa, yâr kimseye gizli değildir.

Hangi cihaz, bir insanın komutu olmadan çalışabilir ki? (Kendiliğinden meydana gelen araba, kendi kendine gider, virajlardan döner, ışıklarda da kendi kendine durur) demek, ne kadar ahmakça bir söz ise, (Vücuttaki organlar kendi kendine çalışır, gözler kendi kendine görür, kulak kendiliğinden duyar) demek de o kadar ahmaklıktır, inkârcılıktır. İdarecisi yoksa, komut verilmezse, araba çalışmaz. Nasıl her cihazın meydana gelmesi, çalışması bir insana muhtaçsa, kendimiz de, bütün organlarımız da her an Allah'a muhtaçtır.

Beyin gibi çalışan bir bilgisayar yapılmak istense, Everest Tepesi kadar büyük olması lâzımdır. Yapılsa bile, çalıştırmak için yine düğmesine basacak bir insan gerekir. O hâlde, bizim beynimizin düğmesine kim basıyor?

Eğer insan âcizliğini anlarsa, Allah’ın büyüklüğünü anlar. Bugün Allah’a inanmayan, ibadet etmeyen, hep âcizliğini anlamadığı ve kibirli olduğu için bu hâldedir. Gurur ve kibir, insanları perişan etmektedir

27 Nisan 2014

Damlalar

Damlalar ve haleler. dripp.. ve hale hale acılmak. Hava karanlıksa su da karanlık. Engin denizler beni geceleri hep ürkütmüştür. O ıslak sonsuzluğun içinde, karanlıkta yaşanıyor olanları düşünmek. Neler oluyor olabilir. İnsanın keşfedemediği karanlık bölgeler var bence suların içinde.

Beynim bazen o kadar ısınıyor ki, bir küvet istiyorum. Soğuk buz gibi suyla dolu bir küvet. Ama boyuma göre, içinde iki büklüm olmadan dümdüz sırtüstü yatarak tamamen içinde gömülebileceğim bir küvet. Ayaklarımı yavaş yavaş sokup beynime suyun soğukluğu ulaşıp da bedenim koşarak uzaklaşmak isterken benim kendimi o buz soğukluğun içine attığım bir küvet. Bütün derimin bir anda çektiğini hissetmek. Büzüştüğümü hissetmek. Toplam alanımdan daha azına kaçmaya çalışan deri örtümü hissetmek. Suyun keskin acı soğuğundan nefes alamadığımı unutmak. Daha sonra oksijensizlikten soğuğu unutmak. Beynimin iki feci sondan birine devamlı sarkaç gibi gidip gelmesi. ve nokta. Sudan çıkış. Derin bir nefes alırken soğuğun sıcağa evrilmesi. Boşalmak.

6 Şubat 2014

2014 hızlı başladı

Evlendim. Mesut oldum. harikalar ötesi çok sevdiğim bir eşim var. Allah ikimizi de nazarlardan saklasın. Hep mutluluğumuzu daim etsin. Maşallah. İş kurdum. Zor ilerliyor, mehter takımı gibi ve yolda sorunlar bitmiyor ama yola çıkmak birşeyler yapmak ve hele istediğin birşeyler yapmak çok keyifli. İnşallah daha da ilerler ve hayallerimi planlarımı da gerçekleştirebilirim. Türkiye de de harika şeyler oluyor. Yıllarca ülkenin boynunu sıkan ve hasta eden eller ve urlar ortaya çıkıyor. Bunlar temizleniyor ve temizlenecek de daha. Biraz vakit alacak ama yavaş yavaş Türkiye ayakları üstüne basan çok sağlam bir ülke olmaya doğru gidiyor. Dünyada güzel yerler yaşanacak bölgeler olduğunu deneyimliyorum. Buralara kalıcı gidebileceğim planlar yapmaya bayılıyorum. Ve bu konuda benimle aynı kafada sevgi dolu bir hanımım var. Dünya güzel gördüğün kadar güzel. Sen kötüysen dünya da kötü. Dünya bir ayna gibi. Sevdim seni 2014..

3 Aralık 2013

37

Ve işte 1 yıl daha geçti. 37 vay be oluyorum söyledikçe. ne zaman geçti bu yıllar. Bugün bunca yılın beni getirip de buluşturduğu akıl, kalp ve vicdan sentezinde etrafımda şahit olduğum çaresizliklere elimden gelen birşeyin olmaması ve bunca yıl elimden gelen birşeyler olması için uğraşmamış olmam.
Dünya hep acıya odaklanmış, elbette mutluluklar güzel şeyler var ama genel olan ve büyük resim hep kötü acı ve hüzün dolu. Küçük mutluluklarımıza kendimizi kapatıp sınırlayamıyorsak bir kişinin mutlu olabilmesi bu dünyada mümkün değil. Dünya acılarla boğuşurken, iyi görünüp de insanlar her yere içinden pislik akıtırken, yolda giderken acı içinde zorda insanlar gördükçe.. aldatan kötüye çalışan insanlar gördükçe bu dünyanın içinden mutluyu kendine çekip almaya çalışmak bunları yok sayarak gülümsemek.. ben yapamıyorum.

Ne zaman bu kadar acımasız ve bencil olduk. Neden sevmiyoruz ve sevilmeye karşılık veremiyoruz. Neden nefret etmek için uğraşıyoruz. Nasıl şişti egolarımız bu kadar. Hiç olduğumuzu bile bile ne zaman bu yalanlarla kendimizi kandırır olduk.

Geçen gün bir yerde okudum. Evliya Çelebi 1611 yılında doğmuş ve doğduğunda babası 100 yaşlarında imiş ve 142 sene yaşamış. NE kadar doğru bilgi bilmiyorum ama 140 yıl yaşamak ortalama ömür 80 iken..

24 Kasım 2013

Cemaat Dersane Hizmet - AKP

Valla AKP ve tabi ki onun da detayında Tayyip Erdoğan korkunç başarılı hamleler çok başarılı hedeflerle uğraşıp ülkeyi sıkıştığı dar kalıplardan kendi muhafazakar ama vizyoner bakış açılarıyla düşündükleri noktaya taşıyorlar. Bunu yaparken günlük kazanımları değil hem günlük hem de orta ve uzun vadeli kazanımları hedefleyip gerçekliyorlar. Bu ülkede bu hiç yapılmamıştı ve bunu başarabilenin olacağını da sanmıyorum. Ülke hem şehirler hem 3 ana şehrin dışındaki insanlar ve hayat standartları açısından korkunç bir gelişme gösteriyor. Hayat standardı giderek olması gereken haliyle daha geniş tabana yayılıyor.

Ve bu noktada kendisini din temelli bir oluşum olarak niteleyen ve yaptığı işlere hizmet diyen bir grup, halkın yarısını arkasına almış bir lideri ki en temel özelliği kendisine destek vereni ölecek olsa bile yolda bırakmamak ama kendisine köstek olanı da ölecek olsa bile yine de yanına yaklaştırmamak olan bir lideri kendi etki alanı altına alabileceğini düşünüp elindeki medya ve benzer araçlarla muhendisliğe girişti. Ve tabi ki bu durum direk tepkiyi ve gücün kimde olduğunun gösterilmesi ile kendilerine iletildi. Ama kendini koz zannedenler çirkinleşerek son demlerini haykırıyorlar.

Bİr cemaat dinle meşgul olması gereken bir grup siyasete el atarsa sonu parçalanmak ve eleştirilmek ve yok olmak olur. Benim gözlemim son olaylarda şu oldu cemaat sempatizanlarında Gülenizm başgöstermiş. Benim denk geldiğim konuşmalarda anlaşılamayan edebi eski dilde cümlelerde kalplere dokunmaya çalışan bir hatip ustası olan bir Hocaefendinin sözleri alınıp insanlar tarafından kendilerine rehber edinilmiş. Ama bu sözler ne Allah kelamı ne peygamber kelamı ne de eshabın tabiinin ne de tebei tabiinin. Hocaefendinin kendisinin ve edebiyat olmaktan öteye de bir manası yok. Ama sanki işte hocaefendi boyle dedi diyerek insanlar birbirini susturuyor ve dini bir kelammış gibi akan sular duruyor. Hocaefendi ne derse göz kırpmadan uyuluyor. O kadar ki ülkede inananlara engin kapıular açan bir lider bile kufurlere gark oluyor. Ben en çok Hocaefendi vefat edince olacakları düşünüyorum. Ehli sunnetten alimlerinin sözlerinin nakli olmayan içinde fıkhı bir bilgi olmayan bu edebi sözler alınacak ve baş tacı yapılacak. Ve gulenizm diye bir hareket belki de yeni bir din oluşturulacak. Yazık. Turkce olimpıyatları dıye bir organizasyona islamın en buyuk cıhadıymış gibi davranan oysa temelinde dinin haram kıldığı muziği belki de hayatları boyunca dinlemekten imtina etmiş insanları stadyumlara toplayarak dinletıp gunah işleten bir organızasyondan baska bır sey degıl. Ne turkce nın yayılması ne de sarkılar turkuler dının emrı. Peki bu nasıl bir kafa yapısı ve efsunlanmakı ınsanlar bunu hızmet olarak degerlendririyorlar.

Dersane olayı mesela 20 30 yıldır bu sektoru somuren ve bu sayede tamamen aptal dusunme ve fıkır uretme yetenegı olmayan bir yıl ıcınde onlarca dersın yuzlerce konusunda onbınlerce soru cozdurerek ezberletıp sıkları verılmıs sorudan cevabı cıkarmayı alıstıran bır egıtım sıstemını savunmak kadar ahmaklık ınsanlıga zarar verdıgını gorememek olur mu. Çarpık bir sınav sıstemınden nemalanmayı bıle bıle surdurup o kadar yıllar boyunca bunun duzelmesı ıcın elındekı egıtım ve kamuoyu gucunu kullanmayan bır dın ve hızmet hareketı dusunulebılır mı.

kı o okullarda ve dershanelerde kednılerıne yakın olanların notlarını puanlarını ortalamalarını artırıp dıgerlerını dusurerek haksız ve adaletsız kazanclara ımkan veren dın ve hızmet hareketıne ne demelı. yazık. hakkın hukukun yendıgı yerde ınsanların basına bır gun belalar gelır. basına gelene ben ne yanlıs yaptım dıye bakmalı ınsan.

Bır yanda urfaya otoyol yapan ınsan dıger yanda onun onunu kesmeye calısan bır guruh. Bır yanda tek basına mılyonlarca kısının yaptıgından kat be kat daha onemlı hızmetlerde bulunan bır ınsan dıger yanda dını ogretıp ehlı sunnetı ogretemeyen ve belkı de bır cok ınsanın felaketıne sebep olan bır olusum.