Aklıma hep o küçüklüğümün mutlu anları geliyor. Kocaman bir tarlanın ortasında ki o yaşlı kocaman ağacın altında yazın sıcağında gölgede oturup kitap okumak. Kırmızı bisikletim biraz ötede yerde yatarken sadece ağacın gölgesinin düştüğü yerlerin yemyeşil otlarla kaplı olduğu o koca tarlada yakılmayı bekleyen hasat sonrası başak saplarını seyretmeyi severdim. Koca dünyada sadece ben varmışım gibi gelirdi. Bir de üç beş gelincik.
30 Ocak 2010
8 Ocak 2010
6 Ocak 2010
Teoriler oluşturdum.
Kapılar ve seçenekler vardı. bilinçlendiğimiz andan itibaren devamlı ilerleyen ve geri dönüşsüz bir kayan platformda karşımıza çıkan kapılardan birini seçerek ileriediğimizi düşünüyorum.
uzun genişce bir koridor karşımızda bazen yüzlerce kapı bazen birkaç.
ben seçeneklerimi utanmazca harcadım. birçok insan seçenekleri çok olunca durup düşünür kararsız kalır. bense bu aşamayı sevmem önce düşünmeden tercihimi yapar sonra düşünmeye başlarım ve seçimimle başbaşa iken ondan nefret ederim..
bir de seçeneklere ittirildiğimiz anlar var.
kendimiz seçemeden arkadan itiirilerek geçirildiğimiz kapılar yüzünden bir sonraki seçeneklerimiz ne kadar değişti.. nasıl bir insan olduk.
ama işte zaman geçtikçe ve yol uzadıkça geçilen kapılar çoğaldıkça bir sonraki karşımıza çıkacak kapı adedi azalıyor ve neredeyse yok oluyor. bugün anlıyorum hayatın anahtarı hızlı hızlı gitmek değil, en verimliyi en güzeli en keyifliyi seçmek değil bir sonrasında ihtiyaç duyacağımız seçeneklerin en fazla olabileceği tercihleri yapmaktaymış.
Ben koşa koşa artık kapısı olmayan bir odaya hapsettim kendimi..
genç yaşımda tükettim kendimi..