29 Haziran 2010

Leyla

Arayan belasını da, Mevlasını da bulur derler. Aramak, ihlasla istemek, buna kavuşmak için azimle çalışmak demektir. Bir şeyi iyi yapmak, onu çok ve devamlı yapmakla mümkündür. İnsan zamanla o işin ustası olur. Allah yolunda azimle çalışan da Allahü teâlânın rızasına kavuşur. İnsan sevdiğini çok anar. Çok anınca ikisi arasında bilmediğimiz bir şekilde muhabbet hasıl olur. Onun için neyi aradığımıza, neyi çok andığımıza dikkat etmeli. Delikanlının biri, ilk görüşte bir kıza âşık olmuş, kızın haberi yok. Kızın evini öğrenir, gider babasına kızıyla evlenmek istediğini söyler. Bunu ne kız tanır, ne annesi tanır ne de babası. Dolayısıyla adam kovar bunu.
Delikanlı da o bölgede olan evliya bir zata gitmiş, durumu anlatmış:
- Ben o kıza ilk görüşte aşık oldum, gittim istedim, beni kovdular. Ne olur bu işe bir çare bulun, beni o kızla evlendirin.
- Dediklerimi yaparsan, bu çok kolay.
- Efendim ne isterseniz yaparım, yeter ki o kızla evleneyim.
- Kızın adı ne?
- Leyla.
Bunun üzerine, o mübarek zat, genci bir odaya kapatır. Ona der ki:
- Burada Leyla Leyla diye bağır. Namaz, abdest, yemek haricinde bu odadan çıkma ve devamlı Leyla Leyla diye bağır; sevgi ve talebinde samimi isen merak etme Leyla’ya kavuşursun.
Aşık genç, inanamamış ama; başka çare olmadığı için bağırmaya devam etmiş. 
Üçüncü gün genç bir kız dergaha gelir. Hoca efendiyle görüşmek istediğini söyler ve der ki:
- Efendim üç gün önce bize bir genç geldi, beni çok sevmiş, evlenmek istiyordu. Bunu hiç tanımıyorduk, ben de dahil olmak üzere ailece onu kovduk gitti. Sonra ne olduysa yavaş yavaş o gence kalbim meyletmeye başladı, derken ben de ona aşık oldum. Ben de şimdi onunla evlenmek istiyorum ama kimdir, nerdedir, hiç tanımıyoruz. Onu bulmanız için, yardım etmeniz için geldim.
Bunun üzerine mübarek zat, gencin bulunduğu odanın kapısını açar, al sana Leyla der. 
Delikanlı, bakar ki gerçekten Leyla gelmiş. Demek ki başka şey isteseydim ona da kavuşacaktım diyerek, Leyla'dan vazgeçip hocanın talebesi, Allahü teâlânın da sevgili kulu olur. 

Bir elma ve imam-ı a’zamın babası

Şemseddin-i Sivasi'nin Menakıh-i İmam-ı a’zam isimli eserinde şöyle yazılıdır:

İmam-ı a’zamın babası Sabit (rahmetullahi aleyh) küçük yaştan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi idi. Yüzü gayet nurlu olup zühdü, salahı ve ilmi pek çok idi.
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi. Fakat tükrüğünde kan gördü. Şimdiye kadar böyle bir hâl görmediği için tükrükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin etti. Yediğine pişman oldu. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu. Bu zatın gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmaları toplayıp götürülse yine bir şey demeyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler. Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi anlattı, ya parasını almasını veya helal etmesini istedi. 
Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takva ve verasının doğru olup olmadığını öğrenmek için şöyle dedi:
- Yediğin elmam için ne vereceksin?
- Altın gümüş neyim olsa veririm.
- Ben altın gümüş istemem ama, eğer kıyamette senden davacı olmamı istemezsen bir teklifim var, onu kabul etmen gerekir.
- Teklifin nedir?
- Yapacaksan söyliyeyim...
- İslamiyete uygunsa yapabilirim.
- Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.
Sabit hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul etti. Düğün hazırlığı yapıldı. Sabit hazretlerinin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir oldu. Hemen kayınpederine koşup, (Efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok, tam tersi!) Kayınpederi tebessüm ederek, (Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allahü teâlâ mübarek ve mesut etsin.)
İşte bu evlilikten, yani böyle ana babadan imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri dünyaya geldi.

Mevlana Celaleddin Rumi

Tasavvuf deryasına dalmış bir Hak âşığıdır. İlmi, teşbihleri, sözleri ve nasihatleri bu deryadan saçılan hikmet damlalarıdır. O, bir tarikat kurucusu değildir. Yeni usûller ve ibadet şekilleri ihdâs etmemiştir. Ney, dümbelek, tambur gibi çeşitli çalgı âletleri çalınarak yapılan törenler ve âyinler, Hazret-i Mevlana’nın vefatından 3-4 asır sonra meydana çıkmıştır. Halbuki o, ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları sonra gelenler uydurdu. 24 binden ziyade beytiyle dünyaya nûr saçan Mesnevî’sine, her ülkede, birçok dillerde şerhler yapılmıştır. 


Mevlevîlik, cahillerin eline düştüğünden, bunlar ney’i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dönmeye başlamışlar. İbadete, İslam dininin yasak ettiği çirkin şeyler karıştırmışlardır. Hazret-i Mevlana, bırakın ney çalmayı, oynayıp dönmeyi, yüksek sesle zikir bile yapmadı. Nitekim Mesnevî’sinde diyor ki:
Pes zî cân kün, vasl-ı Canan-râ taleb
Bî leb-ü gâm mîgû nâm-ı rab.

Manası şudur:
O halde, Canana kavuşmayı, cân-u gönülden iste
Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini kalbinden söyle.

Bugün, bu tasavvuf üstadının türbesine sonradan konan çalgı âletlerini görenler, işin gerçeğini bilmeyenler, bu mübarek zatın çalgı çaldığını, bu aletlerin onun olduğunu zannetmektedirler. O hakikat güneşini yakından tanıyanlar, bunlara elbette itibar etmez. Zaten bu büyükler, şüpheli şeylerden kaçtıkları gibi, mubahları bile sınırlı ve ölçülü kullanmışlardır. 

Selçuklu Sultânı Rükneddîn, Hazret-i Mevlana'ya beş kese altın gönderdi. Talebelerinden Mecdüddîn, altınları arz edince; Hazret-i Mevlana, "Beni seviyorsan, bu altınları dışarıdaki çamurun içine at" buyurdu. Emir hemen yerine getirildi.

Dünyâya düşkün olan kimseler bunu duyup, çamurun içinde altınları aramaya başladılar. Fakat üstleri, başları, yüzleri çamurdan görünmez hâle geldi.

Hazret-i Mevlana, talebelerine onların bu durumlarını göstererek buyurdu ki:
Bu altınlar, şu gördüğünüz dünyâ ehlinin üstünü başını batırdığı gibi, ahiret ehli olanların da kalbini kirletir. Çeşitli günahlara sevk edip, ibadetlerden alıkoyar. Dünya için çalışmayın demek istemiyorum. Dünya malının sevgisini kalbinize koymayın diyorum. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışmak lazım gelir. Burada dikkat edilecek nokta; hırsa kapılmadan kanâat üzere bulunmaktır. Dünyada, ahiret saadeti için çalışmalı, kazanmalı, niyeti düzeltmelidir. Çünkü İslamiyet, insanlara faydalı olmayı emreder. En büyük saadet, en büyük sermaye, helâlinden kazanıp, hayır ve hasenât yaparak ahirete göndermektir. Buna rağmen asıl sermaye, mal, mülk, para sahibi olmak değil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlak sahibi olmaktır.
(www.dinimizislam.com)

28 Haziran 2010

Hayat

Çok zengin bir adam, birgün oğlunu yanına alarak, insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek için, bir köye götürüp, çok fakir bir ailenin evinde bir gün bir gece misafir oldular. Şehre dönerken baba oğluna sordu:
- İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün değil mi?
- Evet gördüm babacığım.
- Peki ne gördüklerini anlat bakalım!
- Şunu gördüm: Bizim evde 1 köpeğimiz, onların 4 köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısı kadar bir havuzumuz var, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim terasımız ön bahçeye kadar, onlarınki ise ufka kadar uzanıyor. Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğiniz için, teşekkür ederim babacığım!.. 

Nikolay Lev Tolstoy

16 Haziran 2010

Yorulmuşum. Dik durmaya çalışmaktan, temiz kalmaya çalışmaktan, rüzgara karşı direnmekten...

Bırakıyorum kendimi..
Önce dizler yere değiyor..
Sonra bir nefes koyuyorsun..
Avuçların toprağa doğru hamle yapıyor ve dirseklerinin üzerine çöküp yığılıp kalıyorsun..
Tamamen kendini bıraktığında ise yorulduğunu anlıyorsun kısa süren bir rahatlama ve huzur..

Yorulmuşum.

11 Haziran 2010

Sevgi

Sevgi. Ne muazzam bir sözcük. Sevdim ben

Belki sevilmedim ama sevdim.
Sevilmeyi umduğum şekilde hiç bunu biliyorum. Belki de sevilmeyi umdukları şekilde değil ama çok.

Aşk değil hiçbir zaman. Aşk bir balon aşk bir yalan aşk zararlı.
Ne kadar saçmadır aşk sanki sevgiden daha yüceymişcesine bir algı.. Gülerim hep buna. Sevgi..
Bu kelime düşünüp düşünerek telaffuz ettikçe bile insanı büyülüyor.
İlk görüşte aşk olabilir ve bir anda biter ama ya sevgi.
Bir kere seversin ve bir daha asla bitmez. Yitmez. Dönüşmez..
Sadece sevgilinin sevmesi de değil
En büyük haz veren sevgi bir kişiyi yüzlerce değişik hislerle sevebilmek.
İtiraf ediyorum belki bende suç ama hiçbir zaman beni sevenler olduysa da frekansları tutmadı ben alamadım o sevgiyi. Belki ben de sevdiklerime onları sevdiğimin hissini veremedim farklı sevgi dilleri konuştuk ama ben sevdim ve bu benim tek mutlu yanım oldu. Sevdim. Hep de seveceğim belki uzaktan belki sevmiyor gibi görünerek, dışarıdan öyle görünecek ama seveceğim. seviyorum. sevmeyi de seviyorum. sevgiyle kafayı da buluyorum, uçuyorum..

Çok garip birşey..
Aklına geldiğinde, gördüğünde, o hissettiğin sevgi.. Sesini duymak beynine şahit olabilmek, sevmek.. Nedir bu nasıl birşeydir nasıl açıklanamaz birşey bu..

Allahım.. Bilimin peşinde koşan aklı kıt ruhu, herşeyi kör insanlara acıyorum.. Kendini, güdük hırslarla bezemiş sonuçta kısıtlı insanların varlıklarına, ortaya koyduklarına kaptırıp aşağılayan gerçek ilahi büyüklüğü muazzamlığı ve karşında acziyeti ve bunun getirdiği huzuru hissedemeyen kibirlerinin beyinlerini tıkadığı insanları gördükçe üzülüyorum.

Bu kendine üzülemeyen önce kendime bakamayan aptal yanımdan da ölesiye nefret ediyorum. Beni ve sevdiklerimi koru Allahım..

Ara

Silüetimi arıyorum anne.

Kendime bırakılmış yalnız benliğimi
Düzensiz nefes aralıklarında
sıkı sıkıya kenetlenmiş dişlerde
kalpdeki yalancı sancılarda
soğuk terlerimde
rahatsız olmadan kendini nasıl bulabilir bir insan

bana hep ilk hatırladığım anlara kadar o sıcacık rahatlığı verdiğin için aslında sana kızgınım.

10 Haziran 2010

2011 Seçim Tahmini..

Daha zaman çok herşey değişebilir ama bana öyle geliyor ki bu gidişatın sonunda AKP seçimlerde %55 oy alabilir.. MHP tabanının ve hatta CHP den de oy çalacakmış gibi geliyor bana. Zaten oy veren %47 nin başka oy vereceği parti yok onlar cepte..

8 Haziran 2010

çok acıyor..