28 Mart 2007

İnternet ve Reklam ve dandik norton

Sevgili Norton 2006 ım sağolsun internette reklamsız bir sörfün tadını çıkarıordum bugüne dek.. Norton bitti ve 2007 sini yükledim kendi beceriksizliğim de olabilir ancak adblock özelliğini bulamadım. Ben bir kere kesinlikle senelerce çok benzer bir user arayüzünü kullanmıs bir firmanın kalkıp da arayüzünü deistirmesine karsıyım. Alıstığın ikonlar ve yerleri tamamen değişiyor ve tamamen berbat bir program halini alıyor ki neyse sonuçta aradım taradım ve bulamadım ve inanıyorum ki sevgili norton adblock özelliğini kaldırmış ve ben internetteki bütün reklamlara karsı vulnerable vaziyette dolanmaktayım. ordan gözüme zıplayan bir banner öbür taraftan fırlayan bir reklam.. kesinlikle çok iğrençmiş. kel alaka ve devamlı oynayan zıplayan görüntüleriyle reklamlar insanı çok rahatsız ediyor ve 90% ı da benimle alakasız seyler. zone alarm da adblock özelliğinin olduğunu biliyorum ve sanarım ona geçeceğim. norton müsteri kaybını kendini kandırarak o devasa ve hantal yazılımından deil de müsteri arayüzünden olduğunu zannediyorsa ve bu değisiklikle müsterisini artıracağını sanıyorsa yanılıyor biraz alıskanlık biraz da firewall unun iyi olduğundan ötürü kullandığım nortonu artık bende bırakacağım ve bir diğer mevzu zaten program çalısmıyor. düsünebiliyormusunuz 50 dolar gibi bi para veriorsunuz ve full system scan yapıorum ve drivelardan birinde program takılıp kalıyor. ne bir hata mesacı ne bir virus buldum uyarısı sebebsiz yere öylece duruyor saatlerce e ben bööle virus yazılımını ne yapayım daha kendini bilmiyor. güle güle norton paramı da alacağım geri merak etme.. kapatın bence siz o firmayı symantec mis hıh

24 Mart 2007

Apocalypto

İğrenç, klişe ve baştan sona mesajlı aşağılık bi film. Gösterdiği şeyler doğru bile olsa tarz bunu önemsizleştiriyor. Berbat ötesi bir film.. Mel Gibson bütün filmlerinde iğrençlik kullanıyor bu adamın bütün filmlerinden uzak durulmalı..

22 Mart 2007

Saçmalamak

içimden olabildiğince sınırsız uçsuz bucaksız saçmalamak geliyor. insanlar öyle ki beni okuduklarında deli demeyi az görmeli falan.
ama gelin görün ki saçmalamaya baslamak için bir triggera ihtiyacım var ama maalesef aranıom taranıom bulamıorum. siteden siteye atıom kendimi ama cık cık ve de cık. otobustede biraz saçmaladım ama devamı gelmedi..

off fikirsizlik de kötü birşeyyy en iisi ciddi birşeyler yazayım içimde ciddi şeyler birikti..

son zamanlarda dünyanın ölümlülüüne takmış vazietteyim. bakıorum insanlara ve kendime gayet kazık çakmış mantalitede didiniyoruz. bu nasıl mantıktır diyerek yorumluyorum ama bir aksiyon da çıkmıyor. kuralların içinde öğrenip gözlemleyip yorumlayıp kendimizi gelistirerek önümüze konulanların içinden secimler yaparak yaşıyoruz ve en sonunda bir gun bilmediğimiz bir zamanda öleceğimizi bilerek. ben iste bu noktada duraksıyorum. birgun oleceksem bu yaptıklarım bu kavgalarım bu fikirlerim bu beenilerim bu cevre bu dost bu düsman bu para hersey ama hersey çok mantıksız. kendi secmediğin bir anneden ve babadan kendi belirlemediğin bir zamanda bu dünyaya gelip hiç nasıl ve ne zaman olacağını bilemediğin bir ölüme doğru yaşamak. bir insan daha doğrusu nasıl bir insan bu iki kendisinden alakasız hayatı üzerindeki etkili olayın arasında kalan bütün herseyin her anının her hareketinin sahibi ve kontrol edeni olduğunu düsünüp ben seciyorum ben yapıyorum ben ediyorum diyerek yaşayabilir. mümkün değil. tam tersine hiçbirşeyin kontrol edeni biz değiliz. tamamen haberimiz olmadan varolduğumuz daha doğrusu gönderildiğimiz bu dünyada yapmamız gereken birşeyler var. bunları bulmak lazım. at gözlüklerini ve geri kafalılığı bırakmak lazım. gerçeği hakikati aramak lazım. ben burada ne yapıyorum. blog yazmak için ipod alıp müzik indirip dinlemek için mi varım. bilmediğim bir sürece bu bedeni yönetip bunu keyfe boğmak için mi varım ki bu bile mümkün değil bu hayatta keyif anlarımızın ne kadarını kapsamakta acı da var hemde çok. yanlış çok yanlış gerçeği aramadan düsünmeden kapılıp birseylere kendimizi kandırmak ve yokolup ziyan olmak
yazık

21 Mart 2007

Damla Damla Damıtılmış Damlalar

Sessizlik...
- Everybody hurts.. vokalist bağırıyor.
İnanmıyorum. Yalan. Sometimes everything is wrong. Evet bak işte bu doğru.
Ama dayanacak gücüm yok.
- Yoook! Ben bağırıyorum..
Hala nedenler peşindeyim, hala arayışlardayım. Hala gördüklerimi kabul etmekten kaçınıyorum. Durup. Düşünüp. Ellerimi göğe kaldırıp diz çöküp sarsıla sarsıla ağlamam gerekiyor. Ama içimden gelen ellerimi ceplerime sokup. Başımı öne eğip küçük tereddütlü adımlarla ıslık çalarak yürümek..

The Most Functional English Word

Well, it's shit ... that's right, shit! Shit may just be the most functional word in the English language.
Consider: You can get shit-faced, Be shit-out-of-luck, Or have shit for brains. With a little effort, you can get your shit together, find a place for your shit, or be asked to shit or get off the pot.
You can smoke shit, buy shit, sell shit, lose shit, find shit, forget shit, and tell others to eat shit. Some people know their shit, while others can't tell the difference between shit and shineola.
There are lucky shits, dumb shits, and crazy shits. There is bull shit, horse shit, and chicken shit.
You can throw shit, sling shit, catch shit, shoot the shit, or duck when the shit hits the fan.
You can give a shit or serve shit on a shingle.
You can find yourself in deep shit or be happier than a pig in shit.
Some days are colder than shit, some days are hotter than shit, and some days are just plain shitty.
Some music sounds like shit, things can look like shit, and there are times when you feel like shit.
You can have too much shit, not enough shit, the right shit, the wrong shit or a lot of weird shit.
You can carry shit, have a mountain of shit, or find yourself up shit creek without a paddle.
Sometimes everything you touch turns to shit and other times you fall in a bucket of shit and come out smelling like a rose.
When you stop to consider all the facts, it's the basic building block of the English language.
And remember, once you know your shit, you don't need to know anything else!!
You could pass this along, if you give a shit; or not do so if you don't give a shit!
Well, Shit, it's time for me to go. Just wanted you to know that I do give a shit and hope you had a nice day, without a bunch of shit. But, if you happened to catch a load of shit from some shit-head...........
Well, Shit Happens!!!

19 Mart 2007

300

Sin City den 300 e.. Baştan sona kendini seyrettiren bir film olduğu için öncelikle kutluyorum kendisini. Film güzel ama bunun bir çizgiroman tadında olduğunu unutmamak gerekiyor ve filmin kıvamını tam algılamak gerekiyor. Bunu tarihteki bir olay diyerek ciddiye alarak seyretseydim bazı karakterlerin komikliği ve konu da bir kaç tane saçmalık bütün keyfimi bozabilirdi. Şöyle ki bir millet düsünün ki erkekleri tamamen savasmak için doğuyor ve bunun için doğmayanları direk öldürüyorlür. Ve düşman kapılarına dayandığında sadece 300 tanesi savaşa gidiyor. 300 savaşcının ne kadar hevesli olduğunu düşünüyorum ve geri de kalan ordunun gerisi evlerinde oturmayı nasıl kabul edebilir ki... Falan filan gibi. Çok fazla over-paranoid bir yaklaşımla persler den irana dem vurup pers kralının gay iirenç bir freak gibi gösterilmesinin altında çok şeyler aramak istemiyorum. Bunun için şu anda günümüz iranına Iran mı deniyor yoksa çok daha fazla persian olarak mı bahsediliyor amerikan daily yaşamında bunu bilmiorum ve o kadar da zevzekleşmiyeyim diyorum.. Ama var beynimde bir kurtçuk yani.. Her filmin bir amacı vardır hele böyle epik hikayelerin mutlaka ama mutlaka vardır. Bu arada yine de uzun zamandır seyrettiğim en erkeğin tavır olarak erkek gibi olduğu filmdi ama bunda da görüntüde biraz super hero tadı yakalanarak olay abartılmıştı. Yahu bu adamlar niye çıplak. Film perslere sağlam geçirirken yunanlılara da arada sanat manyağı oğlancılar gibi bir tanımda bulunuyor. Neyse seyredip alt metinlerine bakması keyifli bir film beklentilerinizi çok yüksek tutmaz ve ciddiyet beklemezseniz de eğlenebilirsiniz.
Super not : Filmdeki kadınların göğüs uçlarını ayrı ayrı çok beğendim öpüp ısırasım geldi tek tek.. mmmm..

Studio 60

Nefis bir dizi. SNL tv showunun perde arkası üzerine bir dizi diyebilirim. Matthew Perry nin ne kadar harika bir oyuncu olduğunu ortaya koyuyor. Friends gibi bir dizi de çok sevilen bir karakteri 10 sene canlandırdıktan sonra bir insan baska bir dizi cevirirse seyirci friends deki karakteri arayabilir hatta direk arar ama aramıyorsa ve hemen yeni dizideki karakteri kabul edebiliyorsa bence bu karakteri canlandıranın büyük başarısını ortaya koyar. dizi enfes çok sevdiğim bir diğer insan amanda peet ve çok sevdiğim bir karakter rolunde hemi de. yuzeyde dik durabilen ama içinde duyguları olan mükemmel bir topuklu kadın rolunde. mmm. Harriet hayes rolunu canlandıran Sarah Paulson da kendisine aşık etti beni. bilmiyorum neden. Gayet sevimli ve eğlenceli bir komedi bir tv showunun kalabalıklığının içinde kendinizi kaybedip nasıl vaktin geçtiğini anlamayabiliyorsunuz. ben sevdim ama yayını durdurulmuş yazık.. yine de ilk 17 bolumu bulup seyredin derim..

15 Mart 2007

Henri Matisse - La Danse


Gamzeyle konuşurken bunun üstüne paper yazması gerektiğini söyledi. Bende google grafiklerde bir bakayım neymiş bu dedim ve La Danse ile ilk karşılaşmam. İlk dediğim cümle "çıplaklığın özgürlüğünde bedenlerini müziin ritminde tüketen insanlar" oldu.
Sonra kafama takıldı, tekrar baktım. tekrar tekrar baktım resme. ve bundan böyle sadece filmler değil arada böyle bazı resimler alıp karsısına geçip atıp tutmaya karar verdim. vee baslıyoruz sayın henri matesse la danse ile. tabi resmin orcinalini falan görmeden sallayacaım için hatta internette ilk rastladığım resme baktığımdan üzerinde işguzar bir insan oynama yaptıysa yazık olacak napalım devir böyle durum bu..
Öncelikle burdaki 5 kisinin cinsiyeti ve birbirleriyle olan durumları üzerine biraz birşeyler annatayım. Yüzü bize bakanlar soldaki "baba" ve sağdaki de "anne". Göğüslerin şeklinden belden bu cinsiyeti anlayabilioruz. Bedenlerin gelisimi ve olgunluk bize ebeveyni veriyor. Ve birbirlerini tuttukları ellerin birleşmiş "merge" olmuş durumu bu teorimizi kuvvetlendiriyor. Gelelim diğerlerini annenin elini tutan çocuk erkek ve onun elini tutan diğer çocuk ise kız hemen hemen aynı yaşta olmaları bende ikiz olmaları durumunu güçlendirdi. Kız çocuğunun elini tutamadığı biraz daha büyükçe olan çocuk ise "abla". İkiz çocukların dirsek sonrası kol orantılarından ne kadar hem ikiz ve hemde karsıt cinsten çocukların birbirine bağlı ve sıkı sıkıya tutunduğunu görebiliriz. Oysa abla ile kız çocuğu arasında böyle birşey yok. abla kendi oyununa ve hareketine o kadar konsantreki babaya da yapışmış kendisi garantide ama telef olmak üzere olan kız kardeş e el öylesine uzatılmış. Benzer kutuplar birbirini iter diyorum. Görüntüde ne kadar mükemmel bir ilişki görünsede detaylarda hep bir haset ve birbirini itme vardır. Burda toplumun en küçük bireyi olan ailenin içindeki dinamikler resmedilmiş. Kimbilir belki de matisse ailesini çizmiştir. Zaten bu danslar da birer sosyallesme birer tabaka ve sınıflar arasındaki hiyerarşi bir toplumsal ayin bir ritüel değil mi. yer gök ve çıplak bedenler en yalın halde baska hiç bir etki olmadan iliskileri betimlemek için en guzel platform değil mi. Kurallar ve disiplin zaman geçtikçe ve müzik alışıldık bir biçimde uzadıkca yavaş yavaş korunamaz ve dejenere olmaya başlar. Çocuklara nazaran daha dayanıklı ebeveyn hala figurlerinde sağlam ve sarsılmaz dururken ikiz çocuklar ve ozellikle kız cocuğundaki kendini koyverme kopma gözden kaçmamalı. kız çocuğu zaten aileden kopandır.

12 Mart 2007

The Good Shephard

Film iyi yada kötü değil. Yapacak daha iyi birşeyiniz varsa direk onu yapın bu filmi boşverin. Filme gitmeyi düşünüyorsanız da bence kesinlikle geyik bir arkadaş grubuyla gidin. Aman kız arkadaş(sevgili yada literally) falan gibi bir oluşum içindeyseniz uzak durun bu filmden.

Çok acemice bir film gibi geldi bana. Robert de Niro ismi olmasa zaten pek gideceğim yoktu ama adamın oynadığı o baba filmlerin tadını arıyor insan. Ve bir umut işte..
Joe Pesciyi çok yaşlanmış gördüm. Matt Damon bildiğimiz çirkin ve ne idüğü belirsizlikte. Bu adam iyi oyuncu buna birşey demiyorum ama bu adam çok çirkin be kardeşim. Bir de üstüne üstlük böyle bir kaç filminde travestidir gaydir alt metinden bir homoseksüelliktir gibi birşeyler oluor ayrıca bir midemi bulandırıyor. Bu filmde de vardı inceden bir sahne okul müsameresinde rol ayaına. Filmde çok dikkatimi çeken bir nokta filmdeki bütün hatunların göz koydukları erkekleri baştan çıkarmalarıydı. Bu acaip dikkatimi çekti bunun holivudun son yıllar için belirlenmis beyin yıkama mesacı olduğuna inanıyorum. Bundan sonraki filmleri de dikkatle izleyeceğim sanırım bu sahneleri daha çok göreceğiz. Bir kaç ay önce bir yerde böyle bir yazı da okumustum kadınların daha fazla baskın olması ve teşvik edilmesi iş hayatında aktif ve etkin olmaları üzerine sanırım yeni çağın gideceği nokta bu olacak. Coca cola bile reklamında değinmiyor mu erkeği beklemeden arayan kadına alkış. Erkeklerin taşşaklarını koparıp eline vermeye niyetlenilmiş bence.. Bakıyorum imajlara ortalıktan dolanan ünlenen erkeklerin çoğu sünepe ve tam belirgin çizilmese bile gay mi değil mi acabalar barındırıyor.
Tie your shoes diye bir deyimden ötürü filmin bir sekansını zaten anlamadım bir bilen varsa annatsın ne demektir.. Veya seyredip de annadıysanız o sekansda ne annatılmak istendi şu edebiyatçının öldürüldüü sahne.
Ülkeyi yönetenler gizli örgüt falan filan bi çok komplo teorisine çanak tutmak onları meşrulaştırıp gereksizleştirmek üzerine bir film. Evet var ne olmuş demek. Karanlık ama kalitesiz bir film atmosfer oluşturamadan sadece görüntüde bir karanlık olarak kaldığı için keyif vermiyor. Ha biz arkadaşlarla seyrederken çok eylendik o ayrı. Filmdeki gay alt metinleri ve saldırgan karıları gözlemleip yorumlarken. özellikle "Mother"fucker ismini taktiğım rus acanın en sonda eduardoyla konsurken yakın plan gülümsemesi bütün gay teorilerimize haklılık kazandırıp bizi çok eelendirdi.
babadan oğula geçiş ve en sonunda baban gibi olmak falan filan neyse çok fazla da üzerinde durmaya gerek yok gitmeyin bosverin..

7 Mart 2007

Çirkin İnsanlar

Yazmaya başlamadan önce ne yazacağını bilmeden yazmayı seviyorum. Bugün dolanırken internette sosyalleşme siteleri, sözlükler, haber portalları, spor, müzik, filmler üzerine yazılar.. hepsi ile ilgili binlerce site var ve ben delicesine birinden diğerine uçuyorum baya bir dolandım ve en sonunda dur dedim kendime arkama yaslandım şöyle..

Zihnimi biraz boşalttım. Daha doğrusu sadece aldıklarımı tuttum ve geri kalan herşeyi çıkardım üzerimden. Gittim aynaya baktım ve tek görebildiğim simsiyah nefretti. Bu insanlık ne zaman bu kadar nefret büründü. Çok rahatsız edici. Bir başka canlıya türü ne olursa olsun yaşam hakkı tanımamak kadar alçaltıcı ve aşağılık başka bir kavram tanımıyorum. Görünen o ki herkes alçalmış hemde keyifle...

5 Mart 2007

Mmmm


Yanağım polyestere sürtündükçe acıyor ve her sürtünüşte bir kısmını halının tüylerine bıraktığımı hissedebiliyorum. Çırılçıplak, 4 ayak üstünde yere yapışmış kendimi savunmasız hissetmem gerekirken tersine bir o kadar güçlü hissetmeme şaşırıyorum. "Güç" diye düşünürken ayağıyla, o nazik sanki hiç yere basmamışcasına yumuşacık ayağıyla boynumdan beni yere bastırıyor ve yanağım biraz daha polyestere gömülüyor. Gözlerim yakın plandaki halının sarı tüylerinden pürüzsüz bacaklarına ve bacakların arasındaki kahverengi tüylere uzanıyor. Gözlerimin ucuyla daha yukarı bakmaya çalışıyorum ve dudaklarını yakalıyorum. Gülümsemesini ama haince bir zevke bürünmüş gülümsemesini görüyorum. Bembeyaz boynunu takip ederek ucuk pembe dikleşmiş göğüs uçlarında biraz oyalanıyor gözlerim ve tekrar kahverengi tüylerine doğru kayıyor. Bu sefer biraz aşağıdaki solgun pembe dudaklarına bakıyorum. Bir an hayalimde dudaklarımın o pembe dudakları öptüğünü düşlüyorum. Bedenim titriyor.

Birden ayağıyla boynuma baskısı artıyor ve beni gözlerine bakmaya yönlendiriyor. Kıvılcımlı gözleri, çatık kaşları görüyorum.

- Affet beni. Özür dilerim. Çok özür dilerim.

Sözler ister istemez ağzımdan dökülüyor. Tekrar haince bir zevkle gülümsüyor. Ve yumuşacık ayak tabanı yanağıma doğru kayıyor ve topuğuyla eziyor. Polyestere gömülüyorum. Sarı tüyler. Ve muhteşem bembeyaz bir ayak. Yine titriyorum...

2 Mart 2007

Bulantı

Yavaş yavaş kendimi şu isim yapmış kitaplara ve yazarlara teslim etmeye başladım birincisi evet merak ediyorum. ikincisi de üniversite yıllarımda inceden terk etmek durumunda kaldığım bir prensibimi terketmem gerektiğini hatırlatan bir kaç örnek yaşadım. Üniversite yıllarıma kadar ben düşünce kitabı yada içinde felsefi boyut bulunan kitapları okumayı reddediyordum. inancım bu düsüncelerin yani bu baskalarının düsüncelerinin benim düsüncelerimin özgunluğunu bozacak olmasıydı. bende düsünebilen bir insan olarak bunları yeri ve zamanı geldiğinde düsünecek ve hatta çok daha iyi ve ilerisini düsünüp yorumlayacağımı ve hayatımda uygulayacağımı iddia ediyordum ta ki üniversitedeyken ufaktan okuyan arkadaslarla bazı tartısmalar yapana kadar. keyif aldığım bu tartışma/sohbetlerde sıkca yüzüme vurulan söylediğim o kendi zihnimin kıvrımlarından yoğurarak getirdiğim düsüncelerimi bilmem kaç yıl once yaşamış birinin daha hem düsünüp hemde kitaba dokmus olmasıydı. aa o evet bilmemkimin düsüncesi o ööle dio ama assında suna göre de bööledir bla bla bla.. gibi kendi fikirlerimin hepsinin bir anda kimliksizleşmesiyle ve daha da kötüsü başka bir kimliğin baskısı altında yok olmasıyla karsılasıyordum. sonuçta o zamanlar biraz okumanın zararı olmayacağını düsündüm en azından düsüncelerimin hangilerinin daha önce düsünülmüs hangilerinin yeni bir bakıs acısı olduğunu bilebilecektim. bir heves bir süre gitti üniversite bitti ve tartısma ortamlarından uzaklasınca bende unuttum gitti. son zamanlarda tartısma ortamlarına girmiyorum ama sağdan soldan birseyler okurken oraya buraya bakınırken birilerini dinlerken yine bu tarz olaylara rastlamaya basladım. ama artık malesef hafızam iirenç. okuyorum gerçi ama çok çabuk unutuyorum. ve herşeyi birbirine karıştırıyorum. en son sartre in bulantısını okumaktayım ve ilk olarak şunu söyleyeyim. can yayınları kesinlikle şu kitapları bir gözden geçirmeli. gerçekten çok kalitesiz kitaplar. yıllarca aynı baskıları yapıyorlar ve yapacaklar da biraz tashih biraz gözden geçirme biraz daha okunur hale getirecek bu kitapları daha once okuduğum bir kitabın sonlara doğru bi 10 sayfası yoktu mesela tam katil olmalık. her neyse bundan daha önce bahsetmiştim zaten. gelelim esas anlatmak istediğime bu aralar çenemde bir esneme gevşeme sözkonusu..

of ne dicektim unuttum bu msn falan zararlı bise dikkatim daıldı.

neyse diceim şu idi ki, yazarken ne hissettiğini anlayabiliorum, ve hissedebiliyorum. evet bulanan adam benim. o zamanı anlatıyor görebiliyorum. yalnızlıktan tut da bakış açısına kadar o adam benim. bir yerde zevzekce yalnızdım ama şehre yürüyen bir ordu gibiydim diye bir cümle geciyordu okuyunca ki bu kitabın 60 larında bir sayfada o ana kadar duraksamamıstım ve bu cümlede durdum ve gülümsedim bi an hayal ettim ve hehe abartmıssın be evlat dedim içimden sonra okumaya devam ettim ve bir sonraki bolumde kendini elestiriyordu dün cosmusum biraz ve söyle bir cümle kullanmısım diye. iste bunu okuyunca ayrıca bi gülümsedim. costuğunu bilmek kendinin farkında olmak ve bunu bazen isteyerek yapmak bazen engel olamadan yapmak bazende farkına varmadan yapmak ama hemen farketmek ama deistirmemek. bunlar güzel şeyler. dışarıya olan bütün dengesiz yansımalarına rağmen içerde dengede olduğunu bilmek ve dısarıya yansımayı umursamamayı seviyorum.

tahminimce bu kitapları orcinal dilinde okuyabilseedim hatta mümkünse yazıldığı gibi ve anlayabilseydim çok daha keifli olacakkti. ama ne yapalım.. idare ediyoruz..