24 Aralık 2007

yazamadım..

cook uzun zaman olmus son postumu yazalı.. pek yazasım hala yok ama bu kadar arayı acmak ıyı deıl dıyerek kendımı zorlayayım da bırseyler yazayım dedım.. neden yazmadım yada yazamadım bu kadar zamandır hmm dusunuorum ama cok da barız bır sebeb gelmıyor aklıma..
belkı bır yerde oturup bır sure boyunca dusuncelerımı younlastırmakta sorun cekmem yuzundendır..
belkı hayat ve olum uzerıne cok dusunup de olumden tır tır tıtreyerek korkmaktan paralize olduum ıcındır..
belkı de yalnız olamayı cok sevsemde arada dıyalog kurmayı ıstedıım, herseımı benı benden ıyı bılen bırısıyle yasamak ıstememdendır..
bılmıyorum aslında
dusuncelerım son yıllara bakıyorum gıderek oturuyor eskıden cok kaygan olan ve neredeyse hıc sabıt olmayan dusuncelerım gıderek demır atmaya basladılar. yeterlı perspektıflerden yaklastııma ınanmaya basladıım konularda bazı acılardan yaklasımları karara bağlamaya basladıımı goruyorum. bılmıyorum bır yandan bu doğru gıbı gelırken bır yandan da o cocukken katılasmıs ve deısmez fıkırlerııle sıkıcı ve adaptasyon zorluu ceken yaslı ınsanlara donustuumu gozlemledıım ve onlardan bırı olmaktan nefret edeceım ıcın urkuyorum..
gercı cok da umursamıorum.. ozgur ruhlar olarak beraber yasayabıleceım bır partner arıyorum.. kendı cook genıs kısısel alanımızı daraltmadan ama bırarada yasayarak ve ıhtıyac duyduumuzda ortak anlarımızın da olacaı, kendı bıreysel anlarımızı bırbırımıse anlatacagımız sıkayet edecegımız ve bunu karsılıklı dınlemekten ve anlatmaktan keıf alacaım hoslanabıleceım bır kadın arıyorum.. belkı sevgılı gıbı deıl yanı sadece sevgılı gıbı deıl ama mutlaka sevebıleceım bır kadın arıyorum.. bılıyorum cok zor.. ama belkı ha?
ıs guc planlar proceler planlar proceler bu da baydı lafta kalan hersey sıkıcı olmaya basladı.. ve bırcok sey laf olarak kalmak zorunda.. yada gerceklestırmek ıcın uzun zaman gecmesı ve bu arada gerceklesecek bırcok seyın yolunda gıtmesı gerekıyor. ve ben bunlara baımlı olmak ıstemıorum. ya da baglı. ılk basta heyecanla olabılır gıbı gelıyor ama ben ki heyecanını en hızlı yıtıren.. her zaman aynı sey cok hızlı tuketıyorum..
yeter sıkıldım..

21 Kasım 2007

varlığımın nedenini biliyorum ama kelimelerle ifade edemiyorum

binlerce yıldır insanların oluşturduğu düzenlerin ve düzensizliklerin içinde bir yer tutmak yada bunların bir parçası olarak hayattan keyif almak yada alamamak için burada değilim. okumak, çalışmak, geleceğim ve çocuklarım için değil. kime olduğunu göremediğim bir bütün için çalışıp o çarkın içinde para kazanıp zekamı sergileyip, sanatımı yansıtarak, kendimi aşağılatarak yada kendime hayran bırakarak sistem içinde yada dışında ama tamamen bağlı olarak dolanmak için gelmedim. amaç bu olamaz.. bu değil zaten. ölümün olduğu ve benim bunu bilmediğim ve hiç bir insanın bilmediği bu hayatta insandan öte ve bu hayattan sonra birşeyin olduğunu algılamak çok da zor değil. 10 saniyede varolduğun insan olmaktan çıkıp çok değişik bir hayatın içine girilebiliyorsa bu sahte dünya beni daha fazla oyalayamamalı ama anlatamıyorum. ancak o kalın beynimin bunu anlamasına az kaldı.. değişim köklü olacak..

Alışkanlıklar Zinciri

nefret ediyorum her türlü zincirden ancak bu alışkanlıklar zincirinden insanın kendisini kurtarması imkansız. yaşlandıkça hayatın çekilmez olmasının sebebini biliyorum artık.. çünkü biraz düşündüm.. düşündüm de yaş ilerledikçe bir çok şeyi otomatik olarak yapmaya başlıyoruz. daha fazla ve daha fazla şeyi düşünmeden hissetmeden yapıyoruz. hissetmeden yaşanılan anların keyif vermesi mümkün değil ki. hissetmek için farklılaşmak lazım. ne olursa olsun bu zinciri kırmalıyım. saçma belki ama bugün başka yoldan işe gittim. değişik bir yerden yemek yedim.. başka bir şey içtim.. yürümedim koştum. arabamı almadım taksiyle gittim.. gitmedim uyudum. uyumadım gittim.. akşam yemek yemedim. gecenin 3ünde kahve içtim. gülmedim.. yada benim için belki de tam tersi.. herneyse. zinciri kırmak çok yorucu..

6 Kasım 2007

Değişim

bunalmaktan sıkıldım ve değişimin gerekliliğini gördüm.. Her zaman mecburiyetlerden ve gerekliliklerden nefret etmiştim oysa.. hiç bir zaman unutamayacağım.. 1 dakika önce neşe içinde ve salakça bir coşku ve umutla uçarcasına giderken.. 1 dakika sonra acı ve şaşkınlık içinde çaresiz ve merak ve de sinirle kenarda sıtüstü yatıyor olmak.. hiç bir böceği tes çevirip o bacaklarını oynatıp debelenmesini izlediniz mi? ölmediğine şaşmak.. sakat kalmadığına şaşmak.. haftalar hızlı geçiyor ve ihtarı anlıyorsun.. hayatı hayat olarak yaşamak. bir kere geldim bunun tadına varmam lazım gafillerinden olamayacağını idrak etmeme rağmen kendimi nefsime vermeye çalışmak ama becerememek. arada kalmış olmasan zaten farketmezsin.. arada kalmış olmak o acı seni bütün olarak tüketirken şansına kırmızı damlalar akıtmalısın gözlerinden.. iltihap. gerginlik ve acı sana yoldaş ve düşman..

bu değil diye bütün hücrelerin haykırırken ve "bu"nun ne olduğunan tamamen emin olarak karanlıkta yok olmaya çalışmak.. aptallık kesinlikle kendine mantık bulabiliyor. yazmamalısın. yazmamalısın. ve asla bilmediklerin hakkında konuşma.. en önemlisi acıma..

2 Ekim 2007

See

Görmek yetmiyor genellikle..
Aslında hiç.

İnsan olmanın yaşamanın bir nedeni olmalı. Çalışmak okumak tarihini yaşadığın coğrafyayı ve dünyanın işleyişini formulize etmeye calısan bır matematii fizii bılmek bunlardan yenı formuller cıkarmak yenı ınventıonlar cıkarmak ve bunlarla yıllarını gecırerek olup gıtmek olamaz
hıkaye yazmak gorduklerını yazmak fılme cekmek resım yapmak muzık yapmak oynamak
konusmak hıtap etmek
etkılemek pesıne bır suru ınsanı takıp kendınce belırledıın doorulara o ınsanları da suruklemek
hayır hayır
bunlar hep ama hep dunyaya aıt
ve benım bır sure yasayıp oleceım bır dunyaya aıt seyle yasamımı gecırıp tuketmem gercekten yapmam gereken sey olamaz
bın yıl once butun bır omrunu harcayarak dunyanın en yuksek kerpıcten evını yapmıs adamın yasadıı omrun bugun ne deerı var
eer onun bır deerı yoksa bugun benım elımdekılerle yapabıleceım hıcbırseın de bır deerı olamaz
o zaman hayat buna harcanmamalı
bu hayatta yapılması gereken baska bırsey

mutluluk ya?
o da mumkun deıl
kımı kandırabılırım kı
hele kendımı?
asla
su anda bunları yazarken dunyanın her kosesınde bırılerı aalıor bırılerı kursunlanıor
bırılerı ıntıar edıor
bırılerı bıcaklanıor
bırılerı kaza gecırıor
ve yuzlerce ınsan oluor
acı perde perde yayılıor
acı heryerde
bu kadar acının ortasında ben hıc hıssetmeden ve bunların varlıına bılıncımı tıkayarak ne yaparak mutlu olabılırım
mılyonlarca cocuk acken kendı cocuumu severek mı
mılyonlarca kadın ıskence gorup tecavuze ugrayıp karnı desılerek cocukları ve kendısı oldurulurken askımın duduaklarında kendımı zevkte kaybetmem mumkun mu
dunyada bulunan paranın hepsıne sahıp olma hırsıyla ben kazandım dıyerek cebımde kasalarda hesaplarımda paraları ıstıfleyerek bunlara sahıp olması gerekırken elıne ulasmayıp aclıktan olme noktasına gelen fukaranın acı yuzunu gorerek mı
bır ferrarı x kadar kısının aclıktan olmesı demek deıl mı

basarılarında kendını ustun goren, basarısızlıına uzulen olmak
ne kadar bos ne kadar manasız hangı basarı hangı basarısızlık?

bılmıorum
baska bırsey var
Allahım sen benım aciz aklımı koru.

29 Eylül 2007

sanırım buraya kadar...

15 Eylül 2007

Ben

Dalgalar büyük,
Dalgalar köpüklü..
Ruhum üzerinde patladıkları
Kaya parçası
Hayat ise, çorak çakıl kumsal
Ruhum, arada duran
İnatçı sivri
Küçük kaya
Su ulaşmaya çalışır çakıllara
Yetişemez
Çakıllar suya doğru incelmeye..
Ben ise, arada tek başına
meze olmuş
bu danışıklı sahte mizansene
Eksiliyorum, sertleşiyorum
Gün geçtikçe..

7 Eylül 2007

Alkış

askerden beri uçağa binmemiştim. geçenlerde binince anımsadım. rötarlı olmasının dışında problemsiz bir yolculuktu ve indiğimizde o saçma ses beni bir anda irkiltti. alkışlar. bunu çok salakça buluyorum ve tiksiniyorum. gerçekten tehlike dolu hava boşluklurında sarsılınılan bir yolculuk sonrasında inildiğinde birazcık anlamlı bulabilirim bu alkışlama olayını ama ortada hiçbirşey yokken alkış işte bu beni güldürüyor.
o kadar herşeyde bir duygu bir heyecan bir tehlike bir dikkat çekme ihtiyacında olduğumuzu milletce yada kendimi katmayayım bu türklerin öyle olduğunu ortaya koyuyorki.
hep böyledir ve nefret ederim. zihnimi yorar ve tiksindirir.
araba alırız o en iyisidir
çocuğumuz olur en kralıdır
hayatımız herşeyden önemlidir

aldığı bir fordun neredeyse mersedesten iyi yanlarını ortaya koyan insanlar tanımışımdır. ne kadar aptallık
boş bomboş hayatlar bırak mersedesin olsa bu iyi olsa neye yarar ki

ölümü düşünmeye devam ediyorum
john grisham etkiledi beni yazdığı belgesel dava ile.. the innocent man

alkışlayın
duygularınızı hareketlendirin
komikler

bir de kurallar ve şablon insanları vardır bunlarla alay eden ve uygulamayan insanlardan raatsızlık duyar ve bu kendilerine çizdikleri güven alanlarının yıkılmasından endişe duyup sıkı sıkıya yapışırlar zavallılar
maddeye sarılmak
hayata sarılmak ne anlamı var ki
bir gün o kurallar senin aleyhine bir yanlışta senin hayatının 30 yılını çizip atabilir.
düşünmeden algılamadan sorgulamadan gerçeklere ulaşmaya çalışmadan anlamsız yaşam insancıkları
iyyh

aşk ve evlilik

çevremden bir kaç bekar arkadasım daha evlendi ve gündemde yine bir sen ne zaman evleniosun topici dolaşmaya başladı. bir ortamda söylerken farkına vardım ben evlenemeyeceim.
birisi sorduğunda farkında olmadan ağzımdan dökülen bu laflar beni de şaşırttı ve bazı şeyleri kabullenmemi sağladı.
- sevgilim olursa evlenirim. (bu arada düşüncemde sevgili tanımını yapıyordum ve aşkve aşık olmayı düşünerek bunun nasıl imkansız olduğunu düşünüyordum)

ben cünkü aşığım. 10 sene oldu belki ilk ve tek ve de şimdiye kadar değişmeyen bir şekilde birisine aşığım ve onunla birlikte olma durumumuz görünmüyor. dolayısıyla da evlenemeyeceğimi anlıyorum. bazen çocuk isteklerimle evlenmeyi düşündüğüm anlar oldu ama başka insanların çocuklarıyla haşır neşir oldukça şunu da çok iyi anladım ki çocuğun babasının ben olması yetmeyecek çocuğun annesine de çok büyük sevgiler duymalıyım ki o çocuğu sevebilmeliyim onu büyütmek ve milyon sıkıntısına katlanmalıyım eh böyle bir anne adayı da bir tane var..

sonra düşünüyorum peki neden böyle bu bana haksızlık değil mi sonra başka açılardan bakarken belki de benim ruhen ve karakter olarak evlenmemem gerektiğini görüyorum ve böyle bir aşkın beni yanlış evliliklerde buhranlar içinde olmaktan koruduğunu görüyorum.
herşeyin hayırlısı
ha yalnız hayat da bazen sıkıcı olabiliyor ama sevmediğin bir insanla yaşamaya çalışmanın ne manası var ki ben sevmediğim birileriyle arkadaşlık bile edemiyorken..

Sex

Garip bir durumda buluorum kendimi hem şaşıorum hem de izliyorum. bir on yıl gecikmeli olarak hayatı yaşayan birisiyim buna giderek ikna olmaya başladım. 20 lerimde teen gibiydim şimdi otuzlarımda twenty something gibiyim. seks konusunda sapıttım seçici ve isteksizken bir anda her çeşit bedeni merak eder hale geldim. istiorum arzuluyorum alıorum tadıyorum. tek sevmediğim uğraşmak o değişmedi. sekse ulaşmak zahmetli olmamalı oyunlarla ve nazlarla dolu olmamalı hatta bunlar hiç olmamalı en çok merak ettiğim bu aralar 40 lı yaşların kadın vucutları..
kadınlar gerçekten çok estetik çok çekici çok muhdeşem fiziki yaratıklar
beyin mi anlaşmak mı mmmh ne gerek var zevk ve eylenmek dururken konusmaya ve baska seylere
hayat kısa tadına varmak güzel
böyle düşünen karşı cinslerimi de ayrıca çok seviorum
aptal gelenek kurallar ve tabular defolun..
ha fiziki istek uyandırma temeline saygım var o ayrı..

25 Ağustos 2007

The Night Before All Nigh...

Ne kadar zaman önce bilemiyorum ama o beyaz sentetik ışık beni benden çekip de ruhuma işleyip beni yok edeli beri böyleyim..

yarı yarıya..

Yanlışa tahammülsüz doğrular..

Sıkıntıya dokunan düzensiz mutluluklar..

Düşünemiyecek kadar kalabalık olmaya duyulan özlem ama bir o kadarda ötekinden vazgeçmemek.. Tersinin bunalımının bedeni 'consume'

Lift me A'U'p!

22 Ağustos 2007

Akıntıya karşı kürek çekmek mi? Ne olduğunu bilmemek mi?

Karaktersizliğimize kılıf olarak anti takılmayı mı yeğliyoruz?
Bakıyorum da en kolay akıntıya kapılmışlar akıntıya kürek çektiğini zannedenler?
Neden akıntıya karşı kürek çekeriz?
İçten içe mazoşist miyiz?
Olmayacak şeyleri ispatlamaya çalışmak neden takdir görür diye biliriz?
Akıntıya kürek çekmek herkesten farklı olmaya çalışmak mıdır?
Ya biz herkes gibiysek, zorla kendimizi kişiliğimizi neden yok etmeye çalışıp acı çekiyoruz?
Sex and the city seyretmemeliyim acaba onun için mi salakça bi konu bulup soru işareti şeklinde yazıyorum?

15 Ağustos 2007

Made my day

- Abi ya yemek yedikçe iştahım kapanıyor!
- lan olm sakın doyuyor olmayasın. !?

14 Ağustos 2007

Cruel

Hayat bazen çok ciddi.

7 Ağustos 2007

bisiklet & motor

geçen annem yanıma geldi ve enişten kaza geçirmiş dedi. hay allah ne diyosun ne kazası nerde nasıl dedim. motorla giderken olmuş işte bilmioruz tam dedi. ben dumur oldum yaf ne motoru ben evet enişteyi 3 4 senedir görmüyo falan olabilirim ama motorla falan ilgisi yoktu ki yahu adamın.
evet 68 yaşında falan bizim enişte

sonra bir diğer olay aklıma geldi. dedem teyzemlerde çocuklarla kalırken bir gun hadi pizza alalım demiş atlamış bizim kuzenin bisiklete pizzacıya gidiyor. mekan yeşilkoy dede sakallı ve 80 lerinde.. yol boyunca herkes alkışlamış bizimkini..

ailemde var birşey, 60 lara gelince uçaktan paraşütsüz atlanacak.. (roketleme ve yere guvenli iniş kitini unutma aman..)

its all about me

bir süredir düşünüp karara bağlamadığım bayaa bi farkında olduğum bir davranışım var. rahatsız değilim ama bazen kendim bile garip karşılıyorum ki mutlaka garipseyen bir sürü insan daha oluyordur belki de spastikliğime verip geçiyorlardır. her neyse şöyle bir tesbitte bulundum konuşurken bazen hiç susmamak geliyor içimden ve o konuda devamlı konuşmaya ve konuşmaya devam etmeye başlıyorum kendimi alamıyorum. örnekleri çeşitlendirmeye savları zenginleştirip daha da sağlamlaştırmaya değişik bakış açılarını oluşturup aslında böyle böyle de olabilirler belirtip tekrar temel noktadaki fikrime çıkan negatiften gitmeler pozitiften gitmeler sağ kulağı sol elle kafamın arkasından dolandırıp dokunmaya çalışmalar falan filan.. kesinlike diyaloğun karşısındaki insanı da dinlemiyorum daha doğrusu dinliyorum da ya demek istediklerini hemen anlayıp kendi örneğimle daha anlaşılır ve basitçe sunarak anladığımı belirtme huyum başgösteriyor yada utanmazca sallıyorum ama konuşturmuyorum. bir gün biri bi tane kafa atacak dur ulan bi dinle lan diyecek ama insanlar cidden sabırlı..

neyse düşündüm kendimi bunu yaparken gözlemledim ve bu olayın şundan dolayı olduğunu farkettim. yani sanırım bu yüzden.. şimdi ben öyle oturup da tefekkur içinde dünyayı kurtaran ve her daim her konuda düşünen bi adam diilim böyle birileri konuşurken muhabbete o an uyanıksam ilk bi kaç cümlede kendi argümanlarım oluşuveriyor sonra bir de üşenmeyip konuşmaya başladıysam susamıyorum. konuşmaya başladıkça fikirler akmaya beyin her açıdan mevzuyu incelemeye başlıyor ve üretiyor devamlı ve bazen dil yavaş kalıyor. mesela böyle durumda takılırım. yada genelde dikkatimi çeken konulara girişim ortamda bişe savunulurken onun karşısında eğer bir ses yoksa ve benim o konuda hiç bir fikrim oluşmamış ve notrsem direk negatif olarak gözüm kapalı dalıyorum konuya.. bunda da genelde sonuç hüsranla 5 adım ileri 1 er adım geri lerle veya lan lan düşün fikri desteklicek bişeler daha bulmalısınlarla bitebiliyor. ama şu her zaman oluyor konuştukca kendim de ikna oluyorum. bu net görülebiliyor. laf olsun diye girdiğim bi konuda mantıklı bişe ortaya koyduysam ve ufak ufak bunu tekrar etmeye başladıysam ve bunun etrafından ayrılmadan daha bi canlılıkla konuşmaya başladıysam anlıyorum ki baştan hiç bi fikrim yokken lafın ortasında kendimi ikna etmişim. bazen eylenceli de çounlukla yorucu nerden gelişti bu saçmalık anlamıyorum..

29 Temmuz 2007

Empty Spaces

Can sıkıntımdan sevgili msn live spacesıma el attım bugün ve How ugly I am - Frame by frame isimli fotoraf albumunu ekledim. Gurur doluyum. Bu dünyada bana ait tek gerçek şey, geçmşimden izler taşıyan tek gerçek..

Sevgiliyle Yalnız Olma

Zevk dolu bir an olarak, basık bir günde yükseklerde ve her zamanki alışılmış apartman dairende içeriyi loşlaştıran, bulutların arkasında kalmış batmaya hazır güneş ışınlarında.. müziğe kulak vermek o hüzünlü ama baskıcı yaylıların anlattıklarını sevgiliye yakın olarak beraber dinlemek.. Onun da senin anladığının aynısını hemde tam seninle aynı anda ve şekilde hissederek anladığını duyarak dinlemek. bilerek dinlemek. iki bedende yükeselen manaya kavuşmanın getirdiği doygunluğun lezzetiyle büyülenmek.. sessizce bu anı uzatmaya çalışmak. yavaşlatmak. yavaşlatmak. sevgiliye bakmak ve o uyumu, uyumdaki tadı almak. dünyadan uzakta yaşamak. hayalde de değil. fikir yada nasıl söylemeli düşünsel dünyada yaşamak. bu çok keyifli. bu çok güzel.

gün gelipte sevgili bu güzel dünyaya gerçeği getirince sinirlenmek ve kalkıp gitmek.
insan neden sorun ister, neden huzur rahat ve keyif batar..

The Fire is On

Heyecan başladı. Güzellikler ve aşk yola koyuldu. Sıkıca paketlendi ve geliyor, ilerliyor, durmaksızın yolda...

It started babe.

Daha eğlenceli olacak, daha yakından ve de en önemlisi istediğim gibi olacak.

26 Temmuz 2007

Ortasında...

Şu anda birçok şeylerin ortasında hissediyorum kendimi.. Hayatımın ortasında, işlerimin ortasında, yanlışlarımın ortasında, doğrularımın ortasında, yılın ortasında, yalnızlığın ortasında, arkadaşlıklarımın ortasında.. ekleyebilirim daha önemli değil.. birçok şeyin ortasındayım. hızla çıkabilirim. ve hiçbirşey kaybetmem. hiçbirşey kazanmam.. yeni başlangıçlar olur. yeni fikirler yenilikler. belki zor ve acı veya kolayca ve keyifli ama bilinmez. dolayısıyla bilinmezliğin de ortası.. 1 tek hayatın olacak ve ne kadar yaşayacağını bilmeyeceksin çevrende insanlar doğacak ve ölecek bunların içinde sevdiklerin ve nefret ettiklerin olacak deseler.. kendime nasıl bir hayat kurarım yada kurardım acaba..

bildiğimi yapmaya karar verdim.. ortalama birşey..

Tomorrow will be the same but I'll be different.

7 Temmuz 2007

Tired & Bruised

Uyuyamadığım gecelerden biri daha.. Gün içinde tazelendiğimi hissettiğim anlar oldu 3-4 defa ama maalesef gecenin bu vakti uyuyamıyorum ve yorgunum ve kendimi kirli, çürük ve adi hissediyorum. Buruşuk. hehe geçmişten gelen kelimeler bazen yüzümü gülümsetiyor ama katran kazanına bir damla beyaz boya neyi değiştirebilir ki.. Alabildiğine, uçsuz bucaksız yalnızlık ve günahlar.. sorunlar ve çözümsüzlüklerim hep aynı, tespitlerimde keza..

Bir şekilde bunda bir değişiklik olamayacağını artık kabullendim. Yüzümü gülümseten şeyleri biliyorum ve bunları olabildiğince sık hissetmek yaşamak için uğraşıyorum. Elimde değil, o zaman ne zaman olursa ona razıyım. Madde insanı köreltiyor. Maddenin düşüncesi, madde kaygısı direk solunum yetersizliği. ve de gereksiz.. ömür zaten tükenen bir şey. gözyaşı ise kalpden taşan.. seviçte ve hüzünde hissedebilir ve ağlayabilirsen bil ki kalbinden geliyor ve bu çok mutluluk verici.. hissetmek.. hissettiğimi hissettirdiği için teşekkür ederim.

kalbim taşıyor sana..

4 Temmuz 2007

HER ŞEYDE BİR HAYIR VARDIR

Yavuz Sultan Selim Hân, müsahibi, yani kendisine “sohbet arkadaşı” edindiği Hasan Can’ı çok sever ve onun anlattıklarına çok değer verirdi. Yine birgün ona;
“Bre Hasan Can! Bir ibretlik hâdise anlat da, biz de ders çıkaralım!” deyince, Hasan Can da şu hikâyeyi anlatır:
Zamanın hükümdarının yanındaki has adamlarından biri, karşılaştıkları her olaydan sonra, “Her şeyde bir hayır vardır.” der dururmuş. Eh, kötü bir temenni değil nasıl olsa, sultan da pek ses etmezmiş, “öyledir” der geçermiş.
Gel zaman git zaman birgün ava çıktıklarında yollarını kaybetmişler. Yağmur ve fırtınalı bir gecede bir kulübeye sığınmışlar. Güç belâ buldukları birkaç odunu kırıp yakmak için uğraşırken, sultanın gözüne bir kıymık kaçmış. Gözü bir anda kör olan sultan acıyla kıvranırken, adamcağız her zamanki hâliyle; “Üzülmeyin sultanım, her şeyde bir hayır vardır.” deyivermiş. Sultan dayanamayıp; “Efendi, efendi, gözüm kör oldu, görmüyor musun, bunun hayır neresindedir?” demiş ve adamı kovmuş.
Birkaç gün içinde kendini toparlayan sultan dönüş yoluna koyulmuş. Yol üzerinde eşkıyalar kendisini yakalamışlar ve, “Efendi, bugün eşkıyabaşının bir dileği kabul oldu. Bize de; ‘Dileğimin kabulü karşılığı olarak, bugün ilk yakaladığınız canlıyı kurban niyetiyle kesin!’ dedi. Seni bu niyetle boğazlayacağız. Ne yapalım, biz de emir kuluyuz hakkını helâl et!” demişler.
Sultanı şaşkın ve bitkin yatırıp boğazına bıçağı dayayan eşkıya, bir gözünün kör olduğunu görünce, eşkıyabaşına seslenmiş: “Reis, birini yakaladık ama, bir gözü kör, bildiğimiz kadarıyla bundan kurban olmaz!” Reis de; “Salın o zaman gitsin, sağlam birini bekleyin!” demiş.
Sultan kurtulup sarayına varınca; “Her şeyde bir hayır vardır!” diyen şahsı aratıp buldurmuş. Kendisinden helâllik dilemiş ve onu ormanda yanından kovduğu için özür dilemiş. Adamcağız da; “Sultanım, yanınızdan beni kovmanızda da bir hayır varmış. Yoksa eşkıya beni keserdi aksi hâlde.” demiş...

26 Haziran 2007

Coming to an end..

Yaş 30 ve söyleyecek şeylerimin sonuna geldiğimi düşünüyorum. Tekrarlara girdiğimi, hem söylerken hem de düşünürken tekrar tekrar aynı şeylerin üzerinden geçtiğimi düşünmekteyim. E zaten dünya çok çeşitli bir yer değil ki.. ve bu sıkıcı. söyleyecek ve düşünecek bir şeyi kalmayan bir insan nasıl yaşayabilir ki. sanarım bu benim yaşadığım en ciddi bunalım olacak ve eğer gerçekten düşündüğüm gibi bir şeylerin sonuna yaklaştıysam bundan çıkamayabilirim.

Hayat son zamanlarda dilimde değil ama gerçekten sıkıldığm ve laan sıkılıyorum diyerek kendimi ordan oraya attığım bir yer haline geldi. Zaten her zaman ucundan bir şekilde keyif aldığım bu hayat şimdi surprizli de değil. Çok enteresan şekilde sonuçta değişiklik değişikliktir ve monotonu kıran herşey kabulumdur diyeceğim şekilde illa ki pozitif bir gelişme peşinde de değilim yada ısrarcı ama bunları da pozitif de negatif de gayet yaşamış bir insanım.

ya gerçekten günler nasıl geçebilir ki. insanlar tanımlanmış insanlara bakınca niyetleri hayatları eylenceleri üzüntüleri zevkleri yaşantıları istekleri hataları kompleksleri hayalleri sıkıntıları anlaşılabilir geliyor bana ve hiç bir insanın sürprizi yok. insanlar basit geldikçe insanların içinde olduğu bu dünyevi sistem de basit geliyor ilgimi çekmiyor. bunu dışarıdan baktıktan sonra gelip içinde takılmak da pek mümkün olamıyor. dışarda ise zaten hiçbişe yok. hayır bunları görerek bu sistemi kolayca yönlendirebilirim falan demek istemiyorum sadece bu hayatı yaşarken herşey hakkında öngörüleriniz olduğunu, doğru yada yanlış herşey hakkında düşünerek birşeyleri sonuçlandırabildiğinizi merak etme güdünüzün yok olduğunu ve herşey için kafanızda bir cevabınızın olduğunu düşünün.. ve bunların da büyük çoğunlukla doğru olduğunu. öngöremediğiniz anlarda da heyecanlanamadığınızı ya budur ya şudur diye en azından 3 e ikiye indirebildiğinizi ve bunu her zaman yaptığınızı hayatı bu sekilde iirenç bir algılayışla yaşadığınızı düşünün.. hey you benden 20 sene ileri olan bunu görürsen görebilirsen bakalım ne olcak..

benim dünya ile algılarımı en çok bozan olay şu oynadığım strateji oyunları oldu. age of empires falan. sonuçta bu oyunlardan alınan keyif bir nevi bir gerçekliğin simülasyonu olması bu hayatın simulasyonu olması ve nedir ordaki olay. şablon olarak hayatı sunması, 12 tane ırktan birisnizdir. ve elinisde wood stone gold and food vardır. bunlardan birşeyler üreterek diğer ırklara üstün gelmeye calısırsınız. iste benim gibi de hayatı zaten her zaman basitce algılamaya meyilli birine küçük yaşlarda bunu bööle sunarsanız. olay biter. evet cidden daha fazla birşey değil hayat. şöyle bi bakınca wood food gold ve stone ları görüorum. hepi topu 7 8 ırkı ve bu ırklardaki birimleri görüorum. kendimi ve ne olduumu biliorum. güçlünün karsısında kazanamayacaımı biliorum güçsüzün karsısında kazanacaımı biliorum. ve bise ifade etmiyor bunlar. bildiğin birşeyle uğrasmanın esprisi ne..

24 Haziran 2007

Politize... Politize... Politize...

Tvler malum o lider bu lider o aday bu gazteci pazar alanına dönmüş bende can sıkıntım had safhada inceden de geri kalamadım olaylara ve bulaştığım için ilgimi de çekebiliyor dolayısıyla da en fazla tv bakındığım dönemdeyim. Sağı solu okuyorum özellikle şu cumhurbaşkanı sectırmeme olayı ve ordan gelen turbanlı eş olmaz turkıyenın vızyonu deıller sunlar bunlar. Iste hukumet yaşam alanımıza mudahele edecek ıste bunlar serıat getırecek ıste bunlar boole gerıcı falan fılanlar. bılmıyorum adamların ıcınde deılım adamlar benım yakınım deıl tanımıorum nıetlerını bılmıorum ama ben cok barız ortada olan bırseye karsı tepkılıyım.

bu serıat gelecek yasantımızı deıstırcek zorla kızlarımıza turban gıydırecekler dıe ıcıne korku dustuunu ıddıa edıp mıtıng alanlarını dolduran ınsanların hepsının aslında turban gıyen ve belırlı bır sekılde hayat surmek ısteyen ve bu sekılde yasamak ısteyen ınsanların yasamlarına karıstıklarını kızlarının basortusunu acmakta en ufak bır tereddut gostermeyerek gayet gerıcı ve yobaz yaklasımlarla bu ınsanlara ıskence ettıklerını farkettım. bu korku dolduk dıerek meydanları doldurmus ınsanların aslında kendılerınden korkulması gerktığının farkında olmadığı ve acımasızca ınsanların hayatlarına mudahele ettığını gormek benı urkutuyor. benım yasamak ıstedıım ve sectıım hayat tarzı en ıyısı ve en modernı herkeste boyle yasamalı dıyen ıırenc ve bence barbar bır kıtle var kı ben bunlardan korkuyorum.. bası kapalı kadını saymayan ona karsı hosgorusuz ve ınsan oldugunu bıle kabul etmeyen asaılayan bır cağdas ve modern olduğunu zanneden kadın kıtlesı var kı bunları gorunce acıyorum at gozluklu sabıt fıkırlı bu ınsanlar mıdemı bulandırıyor. beyınlerı yıkanmıs ozgurlestırıldıklerı ıluzyonuna tutulmus ancak bunu kaybetme tehdıdıyle erkeklerın elınde kukla ve oyuncak olan sorgulamayan bırer gorsel zevk unsuru kadınlar ve kızlar.. yazık..

22 Haziran 2007

Gül

- Sev beni!
-...
Yuvarlak bembeyaz bir odada yerdeki kahverengi halının üzerinde iki beden.
İki kadın.
Önce ilk tepki şaşkınlık çünkü alışık olmadığım birçok şey var..

- Neden?
- Neden?

gözlerim görüyor beynim soru işaretini yapıştırıyor etiketleyip cevaplanacaklar bölümüne kaldırıyor. Kızıl saçlı kadın yarı inildeyerek ve yarı tiz bir sesle bir kez daha söylüyor.
- Sev beni!

Bu da garip. çünkü söylüyor. haykırsa anlayacağım.
Esmer kadın, kızılın göğüs uçlarını ısırıyor. Bir anda farkediyorum bu kadınlara isim verme zamanım geldi artık.
Kızıl hmm kızıl
Berna
Dün televizyonda Berna isimli bir erkek konuşuyordu. Ah beynim oyun oynuyor benimle nereden geldi eğer bu bir yerde kökü yoksa
.
Kızıl kadın değilde erkek mi yoksa..
Esmer isim bulmak zor.. o kadar çok ki
hangisini istediğimden emin olamıyorum.
isim vermesem
esmer esmer olarak kalsın
berna ve esmer birbirini yalaken arkamı dönüyorum. görmek güzel birşey değil. en azından her zaman güzel değil. görüntü zihnimde bernayı ve esmeri biliyorum mekanı biliyorum şimdi sadece dinlemek ve hayal etmek istiyorum. işte bu. ben erkeğim galiba.. ama ayakta işeyemiyorum ki nasıl oluyor bu..
elimi göğüslerimi avuçlarken buluyorum. sonra birden bir sahne canlanıyor gözümde. ağzımda bir top ve ağzım bantlanmış. çırılçıplak ayak bileklerimden ve ellerimden duvardan sarkan bir halata bağlanmışım. kendimi bu halde görmüş olamam ne yoksa öldümmü ben?

Sızı

dusununce beynımde bır sızlama baslıyor ne olduğunu bılemıyorum belkı de tehlıkelı bırseydır ve gercekten de 29 senedır dusune dusune garantı suresını gectık ve catlamaya tahtaları kırılmaya basladı bılemıyorum..

onun ıcın hala vakıt varken yazmaya devam acaba hıc dokunmasam bu blog kac yıl onlıne kalır boyle
google batana kadar mı acaba

18 Haziran 2007

Windows Gadget

Öncelikle bu laptop denen alete daha cok notebook demelerini anlamlı buluyorum cunku kesınlıkle kucaga alınacak bır cıhaz degıl ınceden yandım bu ne ısı.. senelerdır bu ısınma olayına nasıl cozum bulunamaz anlamıyorum bırılerı gercekten para kazanmak ıstıyorsa 1-ısınma problemı 2-fan gurultusu 3-pıl omrune care bulsun.

Neyse vista olaını inceliyorum teknikten pek anlamam ama bu sidebar ve ordaki gadget olaylarını cok sevdım. ozellıkle gunluk dılbert cok hos sabahları keyıf verıor. gunluk bu strıplerın artmasıı dılemekteım hatta turkıeden bıle bı kac tane cıkabılır ama bosver cıkmasın turk karıkaturıstlerı cok komplekslı oluor..

I'm your man..



If you want a lover
I'll do anything you ask me to
And if you want another kind of love
I'll wear a mask for you
If you want a partner
Take my hand
Or if you want to strike me down in anger
Here I stand
I'm your man

Hastalıktan Ölüme..

Geçen cuma bu sene kaçıncısı olduğunu bilemediğim hastalanmalarımdan birini daha yaşadım. Bu sefer ki ölüm üzerine düşünmeye başladığım bir ana denk gelmesiyle beni hayli sarstı. Ve de hastalığın şiddeti de ayrıca düşüncelerimi katmerledi. 15 dakika öncesinde gülüp espri yapan bir insanken 15 dakika sonra titremekten kendini alamayan ayakta duramayan içi korkuç üşüyen ama teninden dışarıya dehşet bir sıcaklık yayılan bir insan haline gelmek. Ve işte belki de 3 5 sn sonra da ölmek.. Bu sefer olmadı yarı bilinç halinde uyky ağrılar titremeler ve ateş altında geçen 25 saat sonrasında Allaha şükür hiçbirşey olmamış gibi ayaktaydım.
Şunu bir kez daha çok net gördüm ki, (bugün bu -ki lere karşı bi zaafım var hadi hayırlısı) ne bu dünya ne bu beden ne de bu zihin bizim kontrolumuzde değil. düşünürsek bunu farkedebiliyoruz, yada istersek kendimizi kandırıp bunu görmeyebiliyoruz. 1 sn sonra ölmeyeceğinin hiçbir garantisi yokken ve bunun olması o kadar çok mümkünken nasıl aciz bir varlık olmadığını düşünebilirsin. bilemiyorum. ama unutabiliyoruz ve dünyaya tutunabiliyoruz. herbir mutluluğu bir acıyla yada bir insani tavizle harmanlanmış dünyaya..

Sanat

bilinç düzeyinde oluşturulmuş hiçbir eserin sanat olamayacağına karar verdim. sanat bilinçaltından gelmeli. bilinç düzeyinde dışavurulan ancak günlük konuşmalar, spor muhabbetleri, politika, küfür vs olabilir.

sanatçı da bilinçaltını açabilen insandır. her bilinçaltını dışavurmuş insan da sanatçı değildir. daha doğrusu herkesin bilinçaltı değerli değildir. bilinçaltın başkalarının bilinç düzeyi kadar bile alt olmayabilir. bunu da bi önceden kontrol etmekte fayda var..

Mix

Sanırım zeka artık iflas etti. Kreativitenin sonuna geldik. Öyle bir kreasyon tarihimiz oldu ve o kadar çok elimizde ürün biriktiki bunları tüketmek için hayatımız yetmiyor. Ve teknoloji.. O kadar hızlı gelişiyor ki, 10 yıl önce üretilmiş bir şey yeniden gelişen teknolojiyle daha iyi olurdu diyerek yeniden yeniden üretilip önümüze konuluyor. bence kolaycılık. algı alanım filmlerden bahsediyorum ama her alanda böyle. sinema zaten insan işleyişini çok değiştirdi ve sinema türevi yaygınlaşmış ürün televizyon ise herkesi aynılaştırdı. Şu noktada ki, görsellik, ses, içinde bulunulan ortam. Bu devrin insanlarının kesinlikle bir önceki yüzyıla göre daha zeki oldukları kesin çünkü hayat aynı anda yüzlerce ses duymayı görüntü içinde görüntü seyretmeyi ve bunların hepsini farkederek yada etmeden de olsa algılamamızı sağlayacak bir düzende ilerliyor. Ama bu bahsedilen zeka kreatif zeka değil. o ayrı o konuda ise cok ender insanın zeki olduğunu genelin daha da aptallaştığını düşünüyorum. Alıcı aptal da olsa ona sunulması gereken çok zeki olmak zorunda çünkü alıcı aynı anda binlerce değişik türde akan bilgiyi abzorbe etme yeteneğine sahip ve sadece bir türden birşeyi sunduğunuzda istediği kadar zekice ve muhteşem olsun sıkılacaktır anlasa da anlamasa da..
Bilginin bizi aptallaştırdığını düşünüyorum. ancak buna karşı koyabilirsek daha doğrusu bilgiyi alış hızımızla aynı hızda onu alır içimizde değerlendirip tanımlar tasnif eder ve dosyalarsak bilgi bizi yükseltir ancak bilgi ona mudahele edemeden içimizde kendıne yer bulup yerleşir ve bu bombardıman devam ederse bır sure sonra ki bu cok kısa bır sure olacaktır aptallasırız. televizyon bence işte bunun için insanı aptallaştırır. hem karşısına geceni bağlayan yapısı ve dolayısıyla denetleyemediğimiz içeriği ve saniyesinde gecen yuzlerce bilgi o hıza yetişip hazmetmek imkansız.

9 Haziran 2007

Son düşünceler..

Son zamanlarda ölümü düşünüyorum.
Öleceğiz biz
Ve ölüm..
Bu hayat bitecek bunu biliyoruz ve bu hayata sarılarak bu hayata dair birşeyler yapıyoruz
hırslarımız var
ölüm ne zaman geleceği belli olmayan birşey ve bunu bildiğimiz halde bunun üzerinde düşünmeden yaşıyoruz.
Bazısı sakat doğuyor bazısı zengin doğuyor bazısı fakir bazısı uzun ömürlü bazısı kısa ömürlü bazısı zeki bazısı yalnız..
Ve bunları bildiğimiz halde içine doğduğumuz şeyden şikayet ediyoruz yada normlara göre iyiysek bunun bizim hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Ama çok net birşey ki sadece bu herkesin imtihanının bir aşaması..
Düşünmeden sahip olduklarımızı ve olmadıklarımızı düşünmeden yaşayıp bir gün ölmek
Nasıl bir insan bunu algılayamaz..
Kimsenin biz öldükten sonra anımsamayacağı bir hayat için uğraşmak yada binlerce yıl boyunca anımsancak dahi olsan da sana hiç bir faydasının olmayacağı bir hayat için düşünmeden ve akıntıya kapılmış vaziyette yaşamak..
Düşünmek lazım..

Pink Floyd

Son zamanlarda giderek artan bir şekilde tamamen diğer bütün müziklerden koparak Pink Floyda dalma durumum oldu.

Adamların yaptığı müziin soundu lyricleri The Wall filmi..
The Wall Live in Berlin 1990 konseri
herşey kesinlikle incelenmesi gerekiyor. Live in Berlin konserini seyretmemiştim ve yeni seyrettim ki gerçekten neden birilerinin Pink Floyd olduğunu ve birilerinin de şu anda ismini bile bilmediğimizi çok iyi anlatıyor. Gerçi konser Roger Waters ama olsun The Wall bir Pink Floyd ürünü sonuçta..

Her ne kadar cheesy olarak anılsa da Michail Jackson da konser şovlarıyla insanı kendinden alan bir şarkıcıydı arada çok derin olmasa da kendi çapında bir derinlii olan sözleri vardı şarkılarının ama sarkı sozleriyle hayat tarzında çok ciddi bir bağ olmaması adamı yedi bitirdi o ayrı ama Bu live in Berlini seyredince 90 larda konser olayının ne kadar renkli bir mevzu olduğunu anladım. Şimdi o kadar çok grup ve o kadar çok müzik türü var ki stadyum konserleri neredeyse kalmadı sanarım. Stadyum konseri olunca da çılgınca şovlar düzenlenmiyor gözlemlediğim kadarıyla daha çok festival modunda konserler yapılıyor. Yada kuluplerde calıyor insanlar..

Boktan bişe ne dediğimi Live in Berlin The wall 1990 dvdsini alın seyredin anlayacaksınız..

Ocean's 13

Çok keyifli bir film olmuş yine. Arka arkaya bir seri filmde aynı çizgiyi tutturmanın zor olduğunu düşünen birisi olarak çok feci alkışlıyorum yapımda emeği geçenleri..

Brad pitt ve George clooney hayran olduğum insanlar bir de Al pacino eklenmiş ki gerçekten baştan aşağıya 4 4 lük bir kadro. Adamların oyunculuklarını seyretmek zevk veriyor. Diğer filmlere nazaran daha düz bir kurgu uygulanmış bu sefer ki bence sinemada yeni moda bu olacak. Çünkü kurgu zamanını sapıttırarak izleyicinin bilmediği şeyleri daha sonra bak bööle bişe olmuştu arada diyerek göstermek hiç zekice değil ve ben böyle filmleri ucuz buluyorum. Bir dönem yeniydi bu olay ve surpriz yapıyordu ama simdi buna basvurmak kotarılmamıs bir konunun içinden çıkmak için ucuz bir yol olarak değerlendirdiğim bir mevzu.

beni rahatsız eden görüntülerle ilgili ekstra ordinary pan lar tiltler ve hareket üstüne hareket bağlama olayları üç hareketli sahnenin arka arkaya bağlandığı bir bolum vardı ki oha oldum ama bunların insanı arada filmden koparsa da yerinde kullanıldığı için çok da eksi diyebileceğimiz bir durum olduğunu söyleyemeyeceğim. Ki filmin anlatım tarzı ve durduğu muzip noktaya, filmin ivmesi ve hareketine katkısı olduğunu düsünmekteyim.

Matt damon un burnu..
Brad pittin tekrar 35 40 lık hali (Babel de sevememistim 50 lerini aşmış amcayı)
ve filmin çok yerinde matraklığı..

26 Mayıs 2007

Pirates of the Caribbean : III

Ya bu gay pirate olayı adama çok gitti harika falan ama bu arada bu adam korkunç super bir oyunculuk sergiliyor

üçüncü film ilk 1 saati biraz bayık olsa da sonrası iyiydi. dördüncüsü de gelecek annaşılan eh güzel seyirlik keifli bir film iste.

keira knightleyi de acaip leziz bulduğumu belirteyim. pride & prejudice da ii rol yapıodu hatun saalam bi 20 yıl seyrederiz bence.

filmin tek kötü yanı espri dozunu azaltıp hikayeye yönlenmesi olmus bu tabe kötü birşey. esprileri tükenmiş olabilir ki bence bu filmi bitirebilir yada esprili yanını hafif tutup artık konulu fantastik bir masal episodeları haline getirmek istiyo olabilirler o zaman bir besincisi olmaz bu filmin belirtiim ya da olur da bende giderim illa ama bosa harcadık vakti die yakınırım sanarım gerçi bunun o seklinden daa ii film de gelmio ya her neese kararsız kaldım. gerçi çocuk çok bu dünyada onların bayıldıına eminim. biraz daha fazla çocuk filmi olmuş yani.

Las de la Intuicion

Damned!. Shakira ablamız yine yapmış bu kız cidden iç gıcıklayıcı. O nasıl bir kıyafettir. gelip beni teslim alabilir açık çek benden..

leziz leziz leziz..

24 Mayıs 2007

Basit ve Basic olarak

Yeni bir buluş değil ama bu tesbiti yapasım var. Kimse engel olamaz..
Hayatta herşey ikiye ayrılıyor. İpleri elinde tutanlar ve kuklalar.

"İpler elindeyken, kuklaların ne yapacağını bilirsin."

Hem ipleri elinde tutabilir hemde kukla olabilirsiniz. Ancak kendi ipiniz asla sizin elinizde olamaz. Mutlaka kuklasınızdır. İplerinizi aynı anda üç beş kişi tutuyor olabilir. Yani tek bir ipiniz yoktur. Bunlar sırayla sizi oynatabilir yada aynı anda çok ters sekilde oynatmak da isteyebilirler. Ee genelde bu durumda breakdown dediğimiz hadiseyi yaşarız. Yada o iplerden kurtulacak bir hamle yapar ipleri bambaşka birine teslim edebiliriz falan filan.. düşünün işte..

Birde kuklalarımız vardır da.. Kukla iken bizimde kuklalarımızın olması ne ifade eder ki. Belki Benim iplerimi elinde tutan elimdeki kuklaları da yönlendiriodur. Bende ben yönlendiriorum zannediyorumdur.

21 Mayıs 2007

Soft

Mavi ışık.. Hep bunu hayal etmiştim. ve neden şimdiye kadar bu hayalimi gerçekleştirmediğimi bilemiyorum. hayallerimin içinde en kolay gerçekleştirilebilecek olanı.. aslında unutmuştum da bu hayalimi. ama geçen bir arkadaşım okul yıllarımızdan dem vururken resim öğretmenini anımsatınca hatırladım. resim atölyesi ortaokuldaki. gerçekten cin aliyi bile kötü çizen ben.. o resim atölyesine hastaydım. buzlu camları kahverengi ahşap çerceveleri. 20-25 şövale siyah tavanlar, duvarlar açık mavi ve kırmızı mavi ışıklar. enteresan adamdı "resimci" her neyse

mavi ışık. mavi uyduruk bir bezin ardından verdiğim mavi ışık. gözüme 50 santim mesafede. gözlerimi kırpmadan bakıyorum. beynimin mavileştiğini hissetmek hoşuma gidiyor. hiç sarı ışık denediniz mi. ya kırmızı ah benim favorilerimden biri mordur. zaten bu alternatif renklere karşı özel bi ilgim var pembe, mor, lacivert..

sarı ışık mesela beynimi değil daha çok bedenimi boyamıştı. mavi ama sadece beynimde calışıyor çok net hissedebiliyorum giderek sarıyor..

mm organımın kalktığını hissediyorum. demek ki mavi ışık acaba ama saçma mavi soğuk değilmidir. derken dudakları hissediyorum. öpüyor. aralanıyor ve beni içeri çekiyor. bir anda mavinin nasıl da beni uzaklaştırdığını farkediyorum. iki tane sarışınla gelmiştim buraya.. gözlerimi ışıktan almak istemiyorum ve ellerim saçları buluyor. diğeri nerede acaba diye düşünüyorum. ve bir yandan bütün maviyi emdiğimi hissederek. mavinin dışında birşeyler oluyor bedenimde beynim yavaş yavaş hakum olduğu alanları taramaya başlıyor. ve bir anda diğerinin nerede olduğunu anlıyorum. kıçımdaki parmak umarım mavidir diye düşünüyorum. saçları arkaya toplayıp ellerimle kafayı bedenime bastırıyorum. bir an gözlerim aşağıya kayıyor ve ayılıyorum. önümdeki yüzü ittiriyorum. kıçımdaki eli savuruyorum. mavi ışığa bir tekme atıyorum. bir yerden bir rüzgar vuruyor ve tüylerim dikiliyor. herşey yalan derecesinde sahte ve yarım kalmaya mecbur. rüzgarın geldiği pencereye doğru yürüyorum. belime kadar aşağı sarkıp rüzgarı bütün vücudumla hissetmek istiyorum. ve kendimi biraz daha öne eğerek boşluğa bırakıyorum. ah harika mükemmel serinlik bilincim düşme hızım arttıkca bana yaklaşma hızını arttırıyor. rrüzgarla birlikte giderek ayılıyorum. yere çarptığımda bütün vucudum uyarılmış ve ayık bir haldeyken şiddeti hissediyor ve beynimi her zamanki o siyahlık sarıyor yine başa mavi ışıktan öncesine döndüm lanet.

20 Mayıs 2007

Tomato Soup

Bütün herşey domates çorbasıyla alakalı. Çok bir bilgim yok bu çorbanın nasıl yapıldığıyla ilgili ama içmekten keyif aldığım bir çorbadır. içine bir de böyle kıtır ekmek parcacıkları atınca hoşuma gider yarı çorbayla yumuşamış ve domatez tadını özümsemiş ama magmasında hala kıtır ekmeği dislerimle ezmek ve kıtır kıtır sesi zihnimde duymak. bilmiyorum çorbanın tadı bir yana bundan da acaip zevk alıyorum. ve ve bu çorbaya insanlar illa rendelenmiş kaşar peyniri yakıştırırlar evet güzel olabiliyor ama her zaman için bunun domates çorbasının içim keyfini sakatladığını ve bu yüzden de bu çorbaya yapılan büyük bir haksızlık olduğunu düsünmüsümdür. kaşar peyniri herşeye giden bişey zaten bırakın bu çorbaya karıştırmayın çorba zaten yeterince lezzetli ki.. bilmiyorum acaba nasıl yapılıyor bu çorba ylüzlerce domates ezilerek bir temel madde elde edilip suyla genişletilerek mi yoksa bir kutu domates püresi ve su mu yoksa hazır çorbalardan bir paket mi ama hepsinin tadı farklı farklı olur sanarım. olabildiince ilkele gidip onu tatmanın en ii damaa ulasmanın yolu olduğunu düsünmekteyim. her neyse domates çorbası evet. soğuk kış aylarında sıcacık ve lezzetli. ama anlatmak istediğim bu değil aslında baharatlar evet baharatlardan bahsetmek istiyorum...

baharatlar bir yemeğe lezzet mi verir yoksa bazı tadları gizler mi. baharat makyaj mıdır yoksa süs mü.
off makyaja da mı dokundurdum
bu konu çok derin olacak yaz yaz bitmeyecek ve ben simdiden üsendim özür dilerim geçiyorum..

ah evet çocuklar arkadaşlarımın çocuklarıyla bir kaç saat geçirdim ve bir anda bütün çocuk isteim söndü. bir şeyi farkettim öylesine yaratıklar ki çocuklar her yaptıığınız ve söylediğiniz hareketi alıp resmen emip ona göre tepkilerini oluşturuyorlar. çok net gördüm bunu ve ürktüm diyebilirim. bir minik bomboş beynin role modeli olup twisted bakış açımla zihnine belki çok aşırı derecede engin bir bakış açısı yerleştirebilirim ama bir yandan da dehşet büyük bunalımların ve tatminsizliğin insanı yapabilirim ki. yaparım isteyerek yada istemeyerek en sonunda bu olur ve bunun için çocuum olmamalı sanarım diye düsündüm. zor zanaatmış.

hayat devam ediyor. bugünlerde çok net farkettiğim bir diğer mevzu ise. çok fazla insanı sevmeyin yani tabi ki nefret etmeyin ama bir kaç tane insanı gerçekten sevin ve onların yüzünü güldürün ve sizin de yüzünüz gülsün hep beraber gülümseyebileceğiniz bir iki yada üç kisiniz olsun etrafınızda bu çok yeterli olabiliyor. hayat budur gerisi detay ve kafa karıştırıcı. zevklerin temeline inmek ve saf keyfi kazıp çıkarmak "değen birşey".

8 Mayıs 2007

Yaz

sınırsız olarak yazmak sonra da çoğu zaman kaydetmeden kapamak..
bugün farklı birşey yapacağım..
yazdıklarımı silerek bu üç cümleyi bu yaptıklarımı anımsamak için bırakıyorum...
yüzlerce kaydedilmemiş postumu saygıyla anıyorum..

29 Nisan 2007

Kirlilik

Zihinsel, kültürel ve her çeşit kirliliğin içinde yıpranmaya artık tahammülüm kalmadı. Türkiye son bir kaç günde yılların dalga dalga getirip ruhumuza bıraktığı kirliliğin yüzlerce milyonlarca katını gökten yağarmışcasına alarak bataklığa dönüştü.

Bir kaç gündür ağzım açık seyrediyorum. İnsanların azgınlıklarını, içlerinde var olan nefreti ve anlayışsızlığı her görüşümde içimde bir şeyler ölüyor. Tükeniyorum. Ve ben diyorum bu kadar insanlıkla ilgisi kalmamış vahşilikler içindeki bu insanların arasında ne yapıyorum.

Apocalypto filmindeki vahşi sahneler yüzünden Mel Gibson'ı eleştirmiştim. Şimdi ona hak verir duruma geldim. Mel'in yaptığı insanların ruhunda var olan o bastırılmış sapkınlık ve vahşiliği abartılmış bir tonlamada gözlerimizin önne sermekmiş.

Bugün yüzbinlerce kukla gördüm. Neşe içindeydiler. Korkunun tehdidi altında sömürülen ve bunun farkında olmayan yüzbinler. Bunlara hedefler gösterildi yapılacaklar anlatıldı ve hepsi tek tek kelime kelime anlatıldı ve her cümlenin sonunda vurgularla tonlamalarla onaylamaları istendi. Hepsi onayladılar. Kitleleri yönlendirmeyi bilen insanların, yönetebilecekleri kitleleri hep aynı seviyede yönetilebilir tutmalarının nedenini bugün çok daha iyi anladım.

Günümüzde kadınların nasıl hedef haline geldiğini ve üzerinde en çok oyunlar oynanan kitle olduğunu gördüm. En fazla korkutulan ve erkeklerin oyuncağı haline getirilen kadınlar. Özgürlükleri alınan, özgürlükleri verilen.. özgürlük denen şeyle gerginleştirilen kadınlar. Bugün ve birkaç gündür seyrediyorum dinliyorum binlerce şey anlatıldı yapıldı ve şahit olundu. Ama ben insanlığa bir fayda görmedim. İnsanlar, insanlığı unutmuşlar. Hayatı unutmuşlar. Başka dertler başka amaçlar var ortada. Milyonlar çok sığ bir çemberin içine hapsedilmiş ve sığ gibi görünen kurnazlar da onlarla beraber konuşarak baş sallatıyorlar kendi dediklerine.

Bu kirlilik midemi bulandırdı. Benim bunlarla hiç bir alakam yok. Gitmek isteği içimde bugün hiç olmadığından daha fazla var. rahat ve huzurlu bir hayata gitmeyi bile planlamıyorum artık. Sadece sessiz ve sakin bir hayata benim ve küçük mahallemde bulunan ve yüzyüze görebildiğim kaç adet insan olacaksa sadece o kadarıyla ilgili bilgileri alacağım duyacağım ve bunun dışındaki hiç bir şeyden haberimin olmayacağı bir yere gitmek istiyorum. Umarım yapabilirim. Artık temiz bir hayat istiyorum.

25 Nisan 2007

Humor

15 Nisan 2007

IAMX @ Studio Live

Uzun zamandır alaka duyduğum bir grubu live seyretmemiş dinlememiştim. Chris sahnede deliren bir vokalist bu da ayrı bir keyifli yaptı olayı. Negative sex, Kiss and Swallow, Your joy is my low daki performans nefisti. içinde elektronik tınılar ve gitar içeren stili olan bir vokalle desteklenmiş fetiş gruplar gayet fena değiller yani..
Bu tarz mekanlarda müzik dinlemek ama çok keyifli değil. 24 saat geçti hala kulaım net duymuyor. Enstrümanların vokalin herşeyin sesi zaten birbirine giriyor müzik biraz müziklikten çıkıyor. Ama IAMX i de açıkhava bir konserde en azından türkiyede dinlemek imkansız birşey zaten. 200 kişi varmıydı bilmem. Gerçi bu gruplar da ööle dinnenmez bunda basık küçük bir mekanda hıncahınç nefes alamayıp dumanaltı bir vaziette müzikle kulak saır bi modda delirmek gerekiyor. parkormanda bir client dinletisini anımsayınca evet yokyok ancak bööle olur bu küçük bir mekan ve delirerek dinlenen müzik. hoş gerçi kimsenin delirdiğini görmedim üç beş kız hopluyordu, sahne önünde bi 100 kişi arada eller havada zıplıyor ve baırıoyordu o kadar.
Kitleye gelince, şaşırtıcı derecede alakasız bir topluluk vardı. 18-35 yaş arası diyelim. Ağırlık 18-22 arası. Çoğu maksat event olsun diye gelmiş. Biraz dinlemişler Iamx i konseri de duyunca gelmişler. Ancak beni ürküten kıyafetlerdi. Müzikden dolayı bir tarz bütünlüğü ve benzerliği bekliyordum ama alakasız ve iğrenç kıyafetler vardı. kızlar genelde çirkindi arada bir kaç tane guzel kız vardı. bir tanesi çok hoş giyinmişti geri kalan alayı rüküş zevksiz ve anlamsız giyinmeyi bilmiyorlardı. bu siyah külotlu çorap (jartiyerse bu o zaman affedebilirim) üzeri mini etek modasını çıkaran beyinsizi öldürmek istiyorum. hadi moda bu e be güzelim her mini etek her renk o çorabin üstüne gider mi dediler sana evinde bulduğun kel alaka ne kadar giyecek parcası varsa giyinip ne diye dışarı çıkıyorsun. hele bi de şu bale ayakkabıları.. nereden çıktı bunlar anlamıyorum. Saclarını abuk subuk sekillerde dikmiş dangalak görünümlü erkekler aman ya gençliği çok tükenmis zevksiz gördüm.. Bunun dışındaki sahnenin önündeki kızlara bir çift laf chris in göbeini orasını burasını elleyerek ne yapmak istediler annamadım.

Ön grup suitcase çok kolpa diiller ama ben baya ortamlardan kopmusum iki kere depeche mode dan çaldılar geri kalan hiç bir parcayı bilmiordum. arada 3 tane falanda türkce söylediler bayaa türkce olayı yayılıyor demekki..

Bir lafta taksime ctesi gecesi gitmeyeli yıllar oldu belki otopark olayı çozumsuzleşmiş. 21 30 civarında gittim ve arabayı kasımpaşa stadının oralara yola bırakabildim anca. istanbulda şehir içinde arabayla dolasmak artık iskence..

28 Mart 2007

İnternet ve Reklam ve dandik norton

Sevgili Norton 2006 ım sağolsun internette reklamsız bir sörfün tadını çıkarıordum bugüne dek.. Norton bitti ve 2007 sini yükledim kendi beceriksizliğim de olabilir ancak adblock özelliğini bulamadım. Ben bir kere kesinlikle senelerce çok benzer bir user arayüzünü kullanmıs bir firmanın kalkıp da arayüzünü deistirmesine karsıyım. Alıstığın ikonlar ve yerleri tamamen değişiyor ve tamamen berbat bir program halini alıyor ki neyse sonuçta aradım taradım ve bulamadım ve inanıyorum ki sevgili norton adblock özelliğini kaldırmış ve ben internetteki bütün reklamlara karsı vulnerable vaziyette dolanmaktayım. ordan gözüme zıplayan bir banner öbür taraftan fırlayan bir reklam.. kesinlikle çok iğrençmiş. kel alaka ve devamlı oynayan zıplayan görüntüleriyle reklamlar insanı çok rahatsız ediyor ve 90% ı da benimle alakasız seyler. zone alarm da adblock özelliğinin olduğunu biliyorum ve sanarım ona geçeceğim. norton müsteri kaybını kendini kandırarak o devasa ve hantal yazılımından deil de müsteri arayüzünden olduğunu zannediyorsa ve bu değisiklikle müsterisini artıracağını sanıyorsa yanılıyor biraz alıskanlık biraz da firewall unun iyi olduğundan ötürü kullandığım nortonu artık bende bırakacağım ve bir diğer mevzu zaten program çalısmıyor. düsünebiliyormusunuz 50 dolar gibi bi para veriorsunuz ve full system scan yapıorum ve drivelardan birinde program takılıp kalıyor. ne bir hata mesacı ne bir virus buldum uyarısı sebebsiz yere öylece duruyor saatlerce e ben bööle virus yazılımını ne yapayım daha kendini bilmiyor. güle güle norton paramı da alacağım geri merak etme.. kapatın bence siz o firmayı symantec mis hıh

24 Mart 2007

Apocalypto

İğrenç, klişe ve baştan sona mesajlı aşağılık bi film. Gösterdiği şeyler doğru bile olsa tarz bunu önemsizleştiriyor. Berbat ötesi bir film.. Mel Gibson bütün filmlerinde iğrençlik kullanıyor bu adamın bütün filmlerinden uzak durulmalı..

22 Mart 2007

Saçmalamak

içimden olabildiğince sınırsız uçsuz bucaksız saçmalamak geliyor. insanlar öyle ki beni okuduklarında deli demeyi az görmeli falan.
ama gelin görün ki saçmalamaya baslamak için bir triggera ihtiyacım var ama maalesef aranıom taranıom bulamıorum. siteden siteye atıom kendimi ama cık cık ve de cık. otobustede biraz saçmaladım ama devamı gelmedi..

off fikirsizlik de kötü birşeyyy en iisi ciddi birşeyler yazayım içimde ciddi şeyler birikti..

son zamanlarda dünyanın ölümlülüüne takmış vazietteyim. bakıorum insanlara ve kendime gayet kazık çakmış mantalitede didiniyoruz. bu nasıl mantıktır diyerek yorumluyorum ama bir aksiyon da çıkmıyor. kuralların içinde öğrenip gözlemleyip yorumlayıp kendimizi gelistirerek önümüze konulanların içinden secimler yaparak yaşıyoruz ve en sonunda bir gun bilmediğimiz bir zamanda öleceğimizi bilerek. ben iste bu noktada duraksıyorum. birgun oleceksem bu yaptıklarım bu kavgalarım bu fikirlerim bu beenilerim bu cevre bu dost bu düsman bu para hersey ama hersey çok mantıksız. kendi secmediğin bir anneden ve babadan kendi belirlemediğin bir zamanda bu dünyaya gelip hiç nasıl ve ne zaman olacağını bilemediğin bir ölüme doğru yaşamak. bir insan daha doğrusu nasıl bir insan bu iki kendisinden alakasız hayatı üzerindeki etkili olayın arasında kalan bütün herseyin her anının her hareketinin sahibi ve kontrol edeni olduğunu düsünüp ben seciyorum ben yapıyorum ben ediyorum diyerek yaşayabilir. mümkün değil. tam tersine hiçbirşeyin kontrol edeni biz değiliz. tamamen haberimiz olmadan varolduğumuz daha doğrusu gönderildiğimiz bu dünyada yapmamız gereken birşeyler var. bunları bulmak lazım. at gözlüklerini ve geri kafalılığı bırakmak lazım. gerçeği hakikati aramak lazım. ben burada ne yapıyorum. blog yazmak için ipod alıp müzik indirip dinlemek için mi varım. bilmediğim bir sürece bu bedeni yönetip bunu keyfe boğmak için mi varım ki bu bile mümkün değil bu hayatta keyif anlarımızın ne kadarını kapsamakta acı da var hemde çok. yanlış çok yanlış gerçeği aramadan düsünmeden kapılıp birseylere kendimizi kandırmak ve yokolup ziyan olmak
yazık

21 Mart 2007

Damla Damla Damıtılmış Damlalar

Sessizlik...
- Everybody hurts.. vokalist bağırıyor.
İnanmıyorum. Yalan. Sometimes everything is wrong. Evet bak işte bu doğru.
Ama dayanacak gücüm yok.
- Yoook! Ben bağırıyorum..
Hala nedenler peşindeyim, hala arayışlardayım. Hala gördüklerimi kabul etmekten kaçınıyorum. Durup. Düşünüp. Ellerimi göğe kaldırıp diz çöküp sarsıla sarsıla ağlamam gerekiyor. Ama içimden gelen ellerimi ceplerime sokup. Başımı öne eğip küçük tereddütlü adımlarla ıslık çalarak yürümek..

The Most Functional English Word

Well, it's shit ... that's right, shit! Shit may just be the most functional word in the English language.
Consider: You can get shit-faced, Be shit-out-of-luck, Or have shit for brains. With a little effort, you can get your shit together, find a place for your shit, or be asked to shit or get off the pot.
You can smoke shit, buy shit, sell shit, lose shit, find shit, forget shit, and tell others to eat shit. Some people know their shit, while others can't tell the difference between shit and shineola.
There are lucky shits, dumb shits, and crazy shits. There is bull shit, horse shit, and chicken shit.
You can throw shit, sling shit, catch shit, shoot the shit, or duck when the shit hits the fan.
You can give a shit or serve shit on a shingle.
You can find yourself in deep shit or be happier than a pig in shit.
Some days are colder than shit, some days are hotter than shit, and some days are just plain shitty.
Some music sounds like shit, things can look like shit, and there are times when you feel like shit.
You can have too much shit, not enough shit, the right shit, the wrong shit or a lot of weird shit.
You can carry shit, have a mountain of shit, or find yourself up shit creek without a paddle.
Sometimes everything you touch turns to shit and other times you fall in a bucket of shit and come out smelling like a rose.
When you stop to consider all the facts, it's the basic building block of the English language.
And remember, once you know your shit, you don't need to know anything else!!
You could pass this along, if you give a shit; or not do so if you don't give a shit!
Well, Shit, it's time for me to go. Just wanted you to know that I do give a shit and hope you had a nice day, without a bunch of shit. But, if you happened to catch a load of shit from some shit-head...........
Well, Shit Happens!!!

19 Mart 2007

300

Sin City den 300 e.. Baştan sona kendini seyrettiren bir film olduğu için öncelikle kutluyorum kendisini. Film güzel ama bunun bir çizgiroman tadında olduğunu unutmamak gerekiyor ve filmin kıvamını tam algılamak gerekiyor. Bunu tarihteki bir olay diyerek ciddiye alarak seyretseydim bazı karakterlerin komikliği ve konu da bir kaç tane saçmalık bütün keyfimi bozabilirdi. Şöyle ki bir millet düsünün ki erkekleri tamamen savasmak için doğuyor ve bunun için doğmayanları direk öldürüyorlür. Ve düşman kapılarına dayandığında sadece 300 tanesi savaşa gidiyor. 300 savaşcının ne kadar hevesli olduğunu düşünüyorum ve geri de kalan ordunun gerisi evlerinde oturmayı nasıl kabul edebilir ki... Falan filan gibi. Çok fazla over-paranoid bir yaklaşımla persler den irana dem vurup pers kralının gay iirenç bir freak gibi gösterilmesinin altında çok şeyler aramak istemiyorum. Bunun için şu anda günümüz iranına Iran mı deniyor yoksa çok daha fazla persian olarak mı bahsediliyor amerikan daily yaşamında bunu bilmiorum ve o kadar da zevzekleşmiyeyim diyorum.. Ama var beynimde bir kurtçuk yani.. Her filmin bir amacı vardır hele böyle epik hikayelerin mutlaka ama mutlaka vardır. Bu arada yine de uzun zamandır seyrettiğim en erkeğin tavır olarak erkek gibi olduğu filmdi ama bunda da görüntüde biraz super hero tadı yakalanarak olay abartılmıştı. Yahu bu adamlar niye çıplak. Film perslere sağlam geçirirken yunanlılara da arada sanat manyağı oğlancılar gibi bir tanımda bulunuyor. Neyse seyredip alt metinlerine bakması keyifli bir film beklentilerinizi çok yüksek tutmaz ve ciddiyet beklemezseniz de eğlenebilirsiniz.
Super not : Filmdeki kadınların göğüs uçlarını ayrı ayrı çok beğendim öpüp ısırasım geldi tek tek.. mmmm..

Studio 60

Nefis bir dizi. SNL tv showunun perde arkası üzerine bir dizi diyebilirim. Matthew Perry nin ne kadar harika bir oyuncu olduğunu ortaya koyuyor. Friends gibi bir dizi de çok sevilen bir karakteri 10 sene canlandırdıktan sonra bir insan baska bir dizi cevirirse seyirci friends deki karakteri arayabilir hatta direk arar ama aramıyorsa ve hemen yeni dizideki karakteri kabul edebiliyorsa bence bu karakteri canlandıranın büyük başarısını ortaya koyar. dizi enfes çok sevdiğim bir diğer insan amanda peet ve çok sevdiğim bir karakter rolunde hemi de. yuzeyde dik durabilen ama içinde duyguları olan mükemmel bir topuklu kadın rolunde. mmm. Harriet hayes rolunu canlandıran Sarah Paulson da kendisine aşık etti beni. bilmiyorum neden. Gayet sevimli ve eğlenceli bir komedi bir tv showunun kalabalıklığının içinde kendinizi kaybedip nasıl vaktin geçtiğini anlamayabiliyorsunuz. ben sevdim ama yayını durdurulmuş yazık.. yine de ilk 17 bolumu bulup seyredin derim..

15 Mart 2007

Henri Matisse - La Danse


Gamzeyle konuşurken bunun üstüne paper yazması gerektiğini söyledi. Bende google grafiklerde bir bakayım neymiş bu dedim ve La Danse ile ilk karşılaşmam. İlk dediğim cümle "çıplaklığın özgürlüğünde bedenlerini müziin ritminde tüketen insanlar" oldu.
Sonra kafama takıldı, tekrar baktım. tekrar tekrar baktım resme. ve bundan böyle sadece filmler değil arada böyle bazı resimler alıp karsısına geçip atıp tutmaya karar verdim. vee baslıyoruz sayın henri matesse la danse ile. tabi resmin orcinalini falan görmeden sallayacaım için hatta internette ilk rastladığım resme baktığımdan üzerinde işguzar bir insan oynama yaptıysa yazık olacak napalım devir böyle durum bu..
Öncelikle burdaki 5 kisinin cinsiyeti ve birbirleriyle olan durumları üzerine biraz birşeyler annatayım. Yüzü bize bakanlar soldaki "baba" ve sağdaki de "anne". Göğüslerin şeklinden belden bu cinsiyeti anlayabilioruz. Bedenlerin gelisimi ve olgunluk bize ebeveyni veriyor. Ve birbirlerini tuttukları ellerin birleşmiş "merge" olmuş durumu bu teorimizi kuvvetlendiriyor. Gelelim diğerlerini annenin elini tutan çocuk erkek ve onun elini tutan diğer çocuk ise kız hemen hemen aynı yaşta olmaları bende ikiz olmaları durumunu güçlendirdi. Kız çocuğunun elini tutamadığı biraz daha büyükçe olan çocuk ise "abla". İkiz çocukların dirsek sonrası kol orantılarından ne kadar hem ikiz ve hemde karsıt cinsten çocukların birbirine bağlı ve sıkı sıkıya tutunduğunu görebiliriz. Oysa abla ile kız çocuğu arasında böyle birşey yok. abla kendi oyununa ve hareketine o kadar konsantreki babaya da yapışmış kendisi garantide ama telef olmak üzere olan kız kardeş e el öylesine uzatılmış. Benzer kutuplar birbirini iter diyorum. Görüntüde ne kadar mükemmel bir ilişki görünsede detaylarda hep bir haset ve birbirini itme vardır. Burda toplumun en küçük bireyi olan ailenin içindeki dinamikler resmedilmiş. Kimbilir belki de matisse ailesini çizmiştir. Zaten bu danslar da birer sosyallesme birer tabaka ve sınıflar arasındaki hiyerarşi bir toplumsal ayin bir ritüel değil mi. yer gök ve çıplak bedenler en yalın halde baska hiç bir etki olmadan iliskileri betimlemek için en guzel platform değil mi. Kurallar ve disiplin zaman geçtikçe ve müzik alışıldık bir biçimde uzadıkca yavaş yavaş korunamaz ve dejenere olmaya başlar. Çocuklara nazaran daha dayanıklı ebeveyn hala figurlerinde sağlam ve sarsılmaz dururken ikiz çocuklar ve ozellikle kız cocuğundaki kendini koyverme kopma gözden kaçmamalı. kız çocuğu zaten aileden kopandır.

12 Mart 2007

The Good Shephard

Film iyi yada kötü değil. Yapacak daha iyi birşeyiniz varsa direk onu yapın bu filmi boşverin. Filme gitmeyi düşünüyorsanız da bence kesinlikle geyik bir arkadaş grubuyla gidin. Aman kız arkadaş(sevgili yada literally) falan gibi bir oluşum içindeyseniz uzak durun bu filmden.

Çok acemice bir film gibi geldi bana. Robert de Niro ismi olmasa zaten pek gideceğim yoktu ama adamın oynadığı o baba filmlerin tadını arıyor insan. Ve bir umut işte..
Joe Pesciyi çok yaşlanmış gördüm. Matt Damon bildiğimiz çirkin ve ne idüğü belirsizlikte. Bu adam iyi oyuncu buna birşey demiyorum ama bu adam çok çirkin be kardeşim. Bir de üstüne üstlük böyle bir kaç filminde travestidir gaydir alt metinden bir homoseksüelliktir gibi birşeyler oluor ayrıca bir midemi bulandırıyor. Bu filmde de vardı inceden bir sahne okul müsameresinde rol ayaına. Filmde çok dikkatimi çeken bir nokta filmdeki bütün hatunların göz koydukları erkekleri baştan çıkarmalarıydı. Bu acaip dikkatimi çekti bunun holivudun son yıllar için belirlenmis beyin yıkama mesacı olduğuna inanıyorum. Bundan sonraki filmleri de dikkatle izleyeceğim sanırım bu sahneleri daha çok göreceğiz. Bir kaç ay önce bir yerde böyle bir yazı da okumustum kadınların daha fazla baskın olması ve teşvik edilmesi iş hayatında aktif ve etkin olmaları üzerine sanırım yeni çağın gideceği nokta bu olacak. Coca cola bile reklamında değinmiyor mu erkeği beklemeden arayan kadına alkış. Erkeklerin taşşaklarını koparıp eline vermeye niyetlenilmiş bence.. Bakıyorum imajlara ortalıktan dolanan ünlenen erkeklerin çoğu sünepe ve tam belirgin çizilmese bile gay mi değil mi acabalar barındırıyor.
Tie your shoes diye bir deyimden ötürü filmin bir sekansını zaten anlamadım bir bilen varsa annatsın ne demektir.. Veya seyredip de annadıysanız o sekansda ne annatılmak istendi şu edebiyatçının öldürüldüü sahne.
Ülkeyi yönetenler gizli örgüt falan filan bi çok komplo teorisine çanak tutmak onları meşrulaştırıp gereksizleştirmek üzerine bir film. Evet var ne olmuş demek. Karanlık ama kalitesiz bir film atmosfer oluşturamadan sadece görüntüde bir karanlık olarak kaldığı için keyif vermiyor. Ha biz arkadaşlarla seyrederken çok eylendik o ayrı. Filmdeki gay alt metinleri ve saldırgan karıları gözlemleip yorumlarken. özellikle "Mother"fucker ismini taktiğım rus acanın en sonda eduardoyla konsurken yakın plan gülümsemesi bütün gay teorilerimize haklılık kazandırıp bizi çok eelendirdi.
babadan oğula geçiş ve en sonunda baban gibi olmak falan filan neyse çok fazla da üzerinde durmaya gerek yok gitmeyin bosverin..

7 Mart 2007

Çirkin İnsanlar

Yazmaya başlamadan önce ne yazacağını bilmeden yazmayı seviyorum. Bugün dolanırken internette sosyalleşme siteleri, sözlükler, haber portalları, spor, müzik, filmler üzerine yazılar.. hepsi ile ilgili binlerce site var ve ben delicesine birinden diğerine uçuyorum baya bir dolandım ve en sonunda dur dedim kendime arkama yaslandım şöyle..

Zihnimi biraz boşalttım. Daha doğrusu sadece aldıklarımı tuttum ve geri kalan herşeyi çıkardım üzerimden. Gittim aynaya baktım ve tek görebildiğim simsiyah nefretti. Bu insanlık ne zaman bu kadar nefret büründü. Çok rahatsız edici. Bir başka canlıya türü ne olursa olsun yaşam hakkı tanımamak kadar alçaltıcı ve aşağılık başka bir kavram tanımıyorum. Görünen o ki herkes alçalmış hemde keyifle...

5 Mart 2007

Mmmm


Yanağım polyestere sürtündükçe acıyor ve her sürtünüşte bir kısmını halının tüylerine bıraktığımı hissedebiliyorum. Çırılçıplak, 4 ayak üstünde yere yapışmış kendimi savunmasız hissetmem gerekirken tersine bir o kadar güçlü hissetmeme şaşırıyorum. "Güç" diye düşünürken ayağıyla, o nazik sanki hiç yere basmamışcasına yumuşacık ayağıyla boynumdan beni yere bastırıyor ve yanağım biraz daha polyestere gömülüyor. Gözlerim yakın plandaki halının sarı tüylerinden pürüzsüz bacaklarına ve bacakların arasındaki kahverengi tüylere uzanıyor. Gözlerimin ucuyla daha yukarı bakmaya çalışıyorum ve dudaklarını yakalıyorum. Gülümsemesini ama haince bir zevke bürünmüş gülümsemesini görüyorum. Bembeyaz boynunu takip ederek ucuk pembe dikleşmiş göğüs uçlarında biraz oyalanıyor gözlerim ve tekrar kahverengi tüylerine doğru kayıyor. Bu sefer biraz aşağıdaki solgun pembe dudaklarına bakıyorum. Bir an hayalimde dudaklarımın o pembe dudakları öptüğünü düşlüyorum. Bedenim titriyor.

Birden ayağıyla boynuma baskısı artıyor ve beni gözlerine bakmaya yönlendiriyor. Kıvılcımlı gözleri, çatık kaşları görüyorum.

- Affet beni. Özür dilerim. Çok özür dilerim.

Sözler ister istemez ağzımdan dökülüyor. Tekrar haince bir zevkle gülümsüyor. Ve yumuşacık ayak tabanı yanağıma doğru kayıyor ve topuğuyla eziyor. Polyestere gömülüyorum. Sarı tüyler. Ve muhteşem bembeyaz bir ayak. Yine titriyorum...

2 Mart 2007

Bulantı

Yavaş yavaş kendimi şu isim yapmış kitaplara ve yazarlara teslim etmeye başladım birincisi evet merak ediyorum. ikincisi de üniversite yıllarımda inceden terk etmek durumunda kaldığım bir prensibimi terketmem gerektiğini hatırlatan bir kaç örnek yaşadım. Üniversite yıllarıma kadar ben düşünce kitabı yada içinde felsefi boyut bulunan kitapları okumayı reddediyordum. inancım bu düsüncelerin yani bu baskalarının düsüncelerinin benim düsüncelerimin özgunluğunu bozacak olmasıydı. bende düsünebilen bir insan olarak bunları yeri ve zamanı geldiğinde düsünecek ve hatta çok daha iyi ve ilerisini düsünüp yorumlayacağımı ve hayatımda uygulayacağımı iddia ediyordum ta ki üniversitedeyken ufaktan okuyan arkadaslarla bazı tartısmalar yapana kadar. keyif aldığım bu tartışma/sohbetlerde sıkca yüzüme vurulan söylediğim o kendi zihnimin kıvrımlarından yoğurarak getirdiğim düsüncelerimi bilmem kaç yıl once yaşamış birinin daha hem düsünüp hemde kitaba dokmus olmasıydı. aa o evet bilmemkimin düsüncesi o ööle dio ama assında suna göre de bööledir bla bla bla.. gibi kendi fikirlerimin hepsinin bir anda kimliksizleşmesiyle ve daha da kötüsü başka bir kimliğin baskısı altında yok olmasıyla karsılasıyordum. sonuçta o zamanlar biraz okumanın zararı olmayacağını düsündüm en azından düsüncelerimin hangilerinin daha önce düsünülmüs hangilerinin yeni bir bakıs acısı olduğunu bilebilecektim. bir heves bir süre gitti üniversite bitti ve tartısma ortamlarından uzaklasınca bende unuttum gitti. son zamanlarda tartısma ortamlarına girmiyorum ama sağdan soldan birseyler okurken oraya buraya bakınırken birilerini dinlerken yine bu tarz olaylara rastlamaya basladım. ama artık malesef hafızam iirenç. okuyorum gerçi ama çok çabuk unutuyorum. ve herşeyi birbirine karıştırıyorum. en son sartre in bulantısını okumaktayım ve ilk olarak şunu söyleyeyim. can yayınları kesinlikle şu kitapları bir gözden geçirmeli. gerçekten çok kalitesiz kitaplar. yıllarca aynı baskıları yapıyorlar ve yapacaklar da biraz tashih biraz gözden geçirme biraz daha okunur hale getirecek bu kitapları daha once okuduğum bir kitabın sonlara doğru bi 10 sayfası yoktu mesela tam katil olmalık. her neyse bundan daha önce bahsetmiştim zaten. gelelim esas anlatmak istediğime bu aralar çenemde bir esneme gevşeme sözkonusu..

of ne dicektim unuttum bu msn falan zararlı bise dikkatim daıldı.

neyse diceim şu idi ki, yazarken ne hissettiğini anlayabiliorum, ve hissedebiliyorum. evet bulanan adam benim. o zamanı anlatıyor görebiliyorum. yalnızlıktan tut da bakış açısına kadar o adam benim. bir yerde zevzekce yalnızdım ama şehre yürüyen bir ordu gibiydim diye bir cümle geciyordu okuyunca ki bu kitabın 60 larında bir sayfada o ana kadar duraksamamıstım ve bu cümlede durdum ve gülümsedim bi an hayal ettim ve hehe abartmıssın be evlat dedim içimden sonra okumaya devam ettim ve bir sonraki bolumde kendini elestiriyordu dün cosmusum biraz ve söyle bir cümle kullanmısım diye. iste bunu okuyunca ayrıca bi gülümsedim. costuğunu bilmek kendinin farkında olmak ve bunu bazen isteyerek yapmak bazen engel olamadan yapmak bazende farkına varmadan yapmak ama hemen farketmek ama deistirmemek. bunlar güzel şeyler. dışarıya olan bütün dengesiz yansımalarına rağmen içerde dengede olduğunu bilmek ve dısarıya yansımayı umursamamayı seviyorum.

tahminimce bu kitapları orcinal dilinde okuyabilseedim hatta mümkünse yazıldığı gibi ve anlayabilseydim çok daha keifli olacakkti. ama ne yapalım.. idare ediyoruz..

26 Şubat 2007

Oscar

Hiç haberim yoktu ama dün akşam oskar töreni yapılmış. bana haber vermediler anlayacağınız. her neyse sırf daily show daki adam sundu ise kaçırdığıma üzülebilirim. geçen sene acaip matraktı. baktım da kimler kazanmış diye departed almış 4 tane falan. filmi düsünüyorum tamam kötü film değildi ama çok da sufer de değildi. ama zaten baska ne film vardı ki. onun dısında listeye bakınca biraz bana herkese bi oskar düssün kardes payı yapalım gibi birsey sezinledim. sezinledim de nooldu bise olmadı. Amerikan film endüstrisi artık teenager lara hitap ediyor. zaten amaç da o
film denen sey beyin yıkamaktan baska birseye hizmet etmeyen birsey. e bakıorum filmlere bana hitap etmiyor simgelerdir sunlardır hersey ayan beyan ortada duruor. konu diye birsey kalmadı zaten kendilerini paso retakelere serilerin devamını çekmeye verdiler. geçen su rambo serisini seyrettimde o kadar hersey net ve bariz ortada ki yapılmak istenen verilmek istenen o filmin neden yapıldığı falan. onun için bakıorum filmler artık büyükleri çekmiyor. sadece veletler daha yeni sinemayı kesfedenler gidiyor sinemaya. bakıorsunuz onlara hitap eden filmler gişe yapıyor. şu son ghost rider olayı beni irkiltti. eva mendes denen kadın ve nicholas cage. konu tamam hayran kitlesi olan bir konu cizgi roman uyarlaması ama karı rol yapmanın 100 km yakınından bile geçmiyor nicholas desen zaten facia uyuz bi adamdır bi de sanırım karıyla oynamaktan da memnun diil iice yansımıs bok gibi bir film ama bakıorum insanlar deli gibi sinemaya gidip bi de sufer film demiorlar mı. işte bu noktada ben kopuyorum..

Edit : ellen dejenere sunmuş. haberdar olmamam gayet isabet olmus. nefret ve de bir o kadar antipatik gelior bu kadın bana komik bile deil uyuz bi sitcom u vardı bi bolum seretmee calısmıstım lezbien falandı galba.. çirkin bi de

24 Şubat 2007

DOSTLUK

Amerika’nın 5. Başkanı Abraham Lincoln, düşmanlarına çok yumuşak bir dil kullanırdı. Buna karşı olanların biri sorar:
- Düşmanlarını yok etmek varken, onlara hoş davranmanızı biz anlamıyoruz efendim?
- Onları dost etmekle, zaten yok etmiş olmuyor muyuz?

Perfume

Sanırım bu cuma sinema olayını bitirmenin zamanı geldi. Son bir kaç haftadır bu kaçıncı hayal kırıklığı. Neden var olduğunu anlayamadığım bir hikaye. Rezalet bir son. Bu kadar abuk bir çizgide gidip evet olabilir diye karşılamama rağmen sonunda kendini kaybeden bir film görmemiştim. Seyredin ne dediğimi anlayacaksınız ama seyretmeyin ve anlamayın gereksiz uzak durun. Black dahlia ghost rider ve bu arka arkaya 3 hafta rezalet. Demekki sinema olayını rutin hale getirmek için uygun bir endüstri kalmamıs ortada. Zaten retakeler ve serilerin devamını yapma olayı durumun vehametini ortaya koyuyor. Konu bitti.

23 Şubat 2007

HASET (KISKANÇLIK)

Başkasının, kendinden üstün olan herşeyini kıskanan, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyen insana, kıskanç denir. Bu hâl, insanlığın en kötü huylarından biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Böyle insanlar, kendinden aşağı olan insanı görmez de, kendinden yüksek ve varlıklı insanın her şeyini görür ve onu kıskanır. Kıskanç insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere râzı olmayan insan demektir. Allahü teâlânın verdiğine râzı olmayan insandan Allahü teâlâ da râzı olmaz. Allahü teâlânın bir insandan râzı olmaması ise, felâketlerin en büyüğüdür. Artık o insan, dünyada da, ahirette de hüsran içindedir. Yani zarardadır. Bunun için, kendisinde kıskançlık ve haset duygusu olduğunu görenler yavaş yavaş bu huylarından sıyrılmalıdır. Bu mümkündür. İnsanlar, kendilerini istedikleri kadar ıslah edebilir. Kıskançlıktan kurtulanlar rahat ve huzura kavuşur. Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir. Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmeği kazandığı zaman, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyonlarına daha birkaç milyon ekleyemediği için üzüntü içindedir.

Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Yani onun boyunu, posunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir. İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrum olurlar. İyi kalbli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde demektir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfte buyuruyor ki: “Bir Müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir Müslüman için istemezse ve bir Müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği hâlde, o kötülüğü başka bir Müslüman için isterse, onun imanı tam değildir.” Yani, Peygamberimiz yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka Müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor.

22 Şubat 2007

Odun

- Dur ulan! Kıpırdama ulan! Cüzdanını ver ulan!
Ahh sikiim. Bir bu eksikti. Adamın ulanları elindeki tehdit unsuru kelebeğin vadettiği saplanmadan daha acı verici.. Beynim irkilmiş vaziette ulanları algılıyor hazmediyor ve adamda utanmadan daha seri bir şekilde daha vurgulu sıralamaya devam ediyor. ulan ulan ulan. Ulanını da seni de sikerim ulağğğn die saldırmam lazım simdi normalde ama körkütük sarhoşum hatta odun gibi sarhoşum kör bi kütük bile birşeyler görebilir. ama odun cahildir varlığının önemini ortadan kaldırmıştır. sadece işlevseldir yakarsın ısınırsın kendime şaşıyorum bir anda oha ya karşımda adamın teki kelebeğini bir benim gözüme bir yanımdaki karının gözüne sokuyor. gözlerinde korku ve duvara sıkısmıs insan nefreti var herşeyi yapabilecek durumda yani ve ben bunları mı düşünüyorum. beynimi sikeyim. beynimi sikeyim. haydi içimden 20 kere bunu dicem. dışardan gelen ulanlar eşliğinde kelebeğin sallanma ritmine uygun beynim tekrarlıyor beynimi sikeyim beynimi sikeyim beynimi sikeyim. 3. 3te kaldım ya bi saniye şu tehdit unsuru kesici alete niye kelebek demişler ayıp birşey bence. işte bu düşünce ayıltıyor beni yanımdaki güzel vücüt kolumu artık koparcak sekilde sıkıp çekistiriyor. korkmus görünüyor. aslında görünmüyordur gerçekten korkmustur elbette sanarım. belki de korkmamıştır da rol yapıor olabilir mi. ah sikiim niye çıktım ki o bardan işte dünya boyle bir şey içmeye devam edip hapları çakmaya devam etmeliydim. ayılıyorum işte ayılıyorum ulan eşşoolusu sik kafalı göt oolanı parasız kaldıysan git banka soy anası su aygırıyla sikismis domuzcuk seni ne sikime ne hakla gelip de benim beynimi ayıltacak sekilde önümde baırınıp benim dikkatimi cekersin..

- İmdaaatt!!
bu orospu niye baırmaya basladı simdi yaa. diye kafamı kaldırdığımda olayı anlıyorum. kelebekli adam kan kırmızısı bir ifadeyle yerde yatıyor. benimde yumruklarım kan içinde nedense. hay sikeyim ayıldım ben ayıldım ben hay sikeyim!!.
-hadi gidelim kız. yoksa kelebeği götüne sokcam bu adamın..

19 Şubat 2007

Blue with Gray

Clubbing sound, beats all over the place and my body. Dark light, blue and gray lightning yada tam tersi. Müzik müzik müzik 5 tekila 3 bira eşliğinde nasılda yavaş yavaş fade in to sarhoşluk olmuş ve bedenim müziği sarıp sarmalamış salınıyor.. mmmhh bedenler her yerimde, tuvaleti bulmalıyım, itekliyorum dokunuyorum gözlerim yarı kapalı görmüyor sayılırım ama hissediyorum. bu saçlarını yapmış makyajın tarz getirisini benimsemiş yeniyetme delikanlının gömleği. bu elime batacak kadar sert uçlarıyla yepyeni bir kızın sert gögüsleri.. ittiriyorum sendeliyorum ve ilerliyorum. doğru olduğunu umuyorum yolumun. ve evet.. kapı; açıyorum ve bir bölmede klozetin üstünde son buluyor yorgunluk.. haplar haplar mmh bir an oramı buramı delicesine kazmayı bırakıyorum ve kollarımı güç onlardan gitmişcesine iki yanıma sallıyorum ve donuk donuk bölmenin kapısına bakıyorum. gri. neden gri. herşeydeki griyi algılamak gibi bir sorunum mu var yoksa. acaip tekila cekiyor canım birden ve tekrardan işime koyuluyorum. haplar haplar lanet olası haplar buluyorum ve yolluyorum. hala düşünebiliyor bu beyin.. ittiriyorum itekliyorum sendelemiyorum artık. bir an duruyorum müzik giderek içime giriyor. dinlemek için duruyorum. bir el vucudumda hissediyorum beynimi hissetmeye odaklıyorum. arkamdan dolanarak göğsüme uzanıyor düğmeleri açık gömleğimden kıllarımı çekiştiriyor. tırnakları hissediyorum. ojenin pürüzsüzlüğünü hissediyorum. birden tekila aklıma geliyor. ve öne doğru adım atıyorum. el kaçacak zaman bulamıyor. arkamdan küfür ediyor. içimden tekila diye bağırıyorum. müzik. kıvranan bedenler dipdibe çok hoş görünüyorlar. kadınların cıplaklığı ve tenlerin gri ve maviyi yansıtmaları gözlerimi dinlendiriyor. tekilayı erteliyorum. müziği hissederek orda kalabalıkla kımıl kımıl korkudan atan göt deliği gibiyiz. yanlışlıkla elimi bir kalçanın kıvrımlarında hissediyorum. ve çekmiyorum. bir süre sonra kalçanın bedeni bedenime yaslanıyor. görmüyorum. bacağımın üzerinde kalçanın bacakarasının sıcaklığını hissediyorum. üzerime abanmış gögüsleri yumuşak buluyorum ve itekliyorum ittiriyorum göt deliği olmaktan çabuk sıkıldım tekila bulmaya gidiyorum..

17 Şubat 2007

Ghost Rider

Bu kadar da berbat bir film yapılmaz ki.. Resmen çuvalla parayı döktük utanıyoruz ama ne yapalım başka çaremiz yok bunu vizyona sokmaktan denilerek bize ulaşmış bir film. Zait sağolsun hiç ilgilenmediğim çizgi roman filmlerine bir bağışıklık kazandım ve hatta inceden o fantastik dünyalar hoşuma gitmeye başladı.. Nedense ben hep zagor, Mr. No, teksas tommiks, kaptan swing insanıyım. Bu çizgi romanlarla büyüdüm. Küçükken fantastik romanlar ilgimi çekmiyordu. Bak düşününce garip yaf hmm. neyse bu da bir cuma gecesi yoğun bir hafta kafayı rahatlatalım gevşeyelim çerez bir film olsun diye seyredelim dedik de eva mendes nasıl kötü bir oyunculuk nası mal bir kadın bi de alabildiğine çirkin bir yüz e pes doğrusu diyorum bunu karsımıza aktris diye çıkaranlara. kadının bir cleavage i na 100 üzerinden 100 veriorum filmin tek olumlu noktası da oydu zaten. Niklıs zaten dandik bi adam ben sevmiyorum ama nedense hemen hemen bütün filmlerini de seyretmisimdir. yazık ya şu filme harcanan 120 milyon dolara üzülüyor insan verseler şu paranın 100 de birini koyayım ortaya bomba bir film her neyse bugün sinirlenmeyeceim. bekle beni oskar geleceğim.

15 Şubat 2007

Az kaldı

geçen sanarım akşam gazetesinde okudum çakıcıdan can dündara bir mektuptan bahseden bir yazıydı. ve nedense bu yazıya yüzde yüz katıldım evet çok boktan bir dünyada yaşıyoruz. can dündar anladığım kadarıyla çakıcıyla ilgili bazı programlar yapmış o da can dündarı akıllı olmaya davet ediyor ama ileri sürdüğü argüman çok gerçekciydi. bu argümandan çıkarak çok büyük genellemeler yaparak hayata baktığımda enteresan gözlemler ve onnarın damıtılmış analizleri canlandı zihin kıvrımlarımda şöyle ki : kurallara uymayanlar ve kuralları kendi çıkarında yorumlayıp kurallara uyanı da uymayanı da yeter ki onunde engel olarak görsün hedef gösteren bir nevi kukla gibi oynatmaya çalışanlar var ve bu dünyada bir de bu ikisinin arasında kalmış dier iki taraf dan hangisi kazanırsa kazansın bu oyunu arada her daim ezilenler var bu kadar baska bisey yok.
su başı belli sonu elbet bir gün geleceği belli bir hayat için ne hırslar ne hak yemeler ve ne vicdansızlıklar gerçekleşiyor. insanlar birbirlerine bir güç bir ideoloji kabul ettirme yarısında. kin nefret ayrımcılıklar ve baskaları üzerinde kendini üstün görme boyutları artık görülemeyecek biçimde büyümüş. insanlar o kadar seviyesiz hale gelmis ki ve istisnasız boyle herkes ama herkes birşey almadan birşey vermeyi düsünmüyor. her yapılan aksiyonun arkasında kendine bir fayda kendine bir çıkar en olmadı kendisi için bir iç rahatlama mevcut. iki sn kendisini düsünmeyi bırakıp da bir baskasının derdine iki sn ayıran kalmamıs yardım diye birşey kalmamıs. ve artık her insan gözümde böyle kurumus çekmis tükenmis ve simsiyah görünüyor. insanlara baktıkca midem bulanıyor. bende bunları göreli beri kendimi geri cektim ve bir iki senedir dozunu arttırarak naifliimi tamamen ortadan kaldırarak madem oyle benden de aynen böyle yi uygulamaya koydum ama diğer türlü mutsuzken simdi üç kat daha mutsuzum cünkü bir de olmadığım bir kalıba girmeye çalışıyorum sanarım yapamayacağım. kafam çok karısık tiksintim sınırsız
kaçmak kaçmak ve kaçmak istiyorum ama biliorum hiç bi zaman da olmayacak bu Allahım sen benim aklımı koru.

14 Şubat 2007

böeaahh

yorgunum, sıkıldım ve içimden bol bol küfür etmek geliyor ama etmek istemiyorum. seks yemek yemek ve uyumaktan baska bir eylence keyif zevk yok diğer herşey türev ve türeve giden yollar....... sıkıcı....

10 Şubat 2007

The Black Dahlia

Brian da Palmadır iidir heralde ve scarlett johansson oynuo gidelim görelim ablayı mantığıyla sinemaya gitmemek gerekiormus faciaydı bu kadar hiç bisekilde dahil olamadıım ve zar zor antrakta kadar sabredip ikinci yarısında tüydüğüm bir film olmamıstı aslında olmustu çok çoook önceydi filmi de anımsamıorum bu iki oluo. yarısında terkettiğim bir film daha vardı boogie nights ve sonra seyrettiğimde aslında o film fena gelmemisti sadece ilk seyrettiğimde yanlış zaman yanlış ortamdı sanarım. neese bu film berbat uykum geldii tipler ve tiplemeler iirenç komik olmaya çalıştıını düsündüüm anlarda sıkıcı olmuş aptal bayat şok etcek die hazırlanmıs sıkıcı komiklikler 150 tane isim duyuyorsun kim hangisiidi neydi aklında tutmakla uurasıosun ve dolayısıyla ben uurasmıorum ve bu sefer hersey çorba oluo

çok illa gitcem seretcem diosanız keif almak için egzersiz yapın 150 tane isim ve bissürü suratı eşleyin aklınızda tutun tekrarlayın çalışma yapın. burdan brian de palmaya bir sozum var bi siktir git..

Türkçe Şarkılar

İki tane var şöyle bir düşündüm de :

sezen aksu : küçüğüm
sibel alaş : adam

fazla bile aslında bunlar ama iyice zorlayınca üçe tamamlayabildim mustafa sandal : ağlatma (yada adını anımsamıyorum Bay E nin soundtrackindendi bana anlatma beni ağlatma)

8 Şubat 2007

Takdir edilesi içtenlik

6 Şubat 2007

Blood Diamond

Remarkable. iyi film olduğunu düşünüyordum ama bu kadar takdir edeceğimi düşünmemiştim. Bu arada hala olgunlaşıyor ama yine de Titanic'in o popsalak Leonardosunu alıp da adam ettiği için Scorsese'ye de bir helal diorum. Yönetmen ise eli öpülesi adam Edward Zwick. 89'da Glory bir zaman önce de Last Samurai. En çok filmin tonlamalarını beğendim. Çok dengeli. Daha doğrusu bir yerdeki koyulaşma bu filmde çok rahatsız ederdi ve bu rahatsızlığı vermeden hafif de kalmadan tam aşılmaması gereken sınırlarda irdelenmiş bir konu işlemesi var. Sokağın ortasındaki karar verme anı ve sonrasındaki ateş hattından kaçış bence çok çarpıcıydı. Beni çok etkiledi. Hükümet ve isyancılar birbirlerini yerken araya girmiş halkı hiç kinmse önemsemiyor. Batı kafasında sahip olduğumuz bütün temel fikirler afrikada buharlaşıyor. Jennifer Connelly aşık olduğum bir abla olması dolayısıyla ne yapsa olağanüstü o. Sadece tenini daha beyaz seviyoruz hafif bir afrika sarılığı için o da sanarım verilmiş renk biraz yapay göründü gözüme o da her filmini takip ettiğimdendir büyük ihtimal. Filmin beni en fazla çarpan sahnesi de solomonun londra da mücevher dükkanının önünde elmaslardan yapılmış bir kolyeye bakmasıdır. Bu sahne bütün filmi tamamlayan bir sahne. Esas mesaj burda bence o anda o kolyeyi görünce (kolye de denmez ya ona gerdanlık mı denir nedir artık) bütüün o elmasın çıkarılması için geçen süreç ölen insanlar ve tabi ki sınırdan geçrmeye çalışılırken bir koyunun postunun içine saklanması onun bulunduğu an ve o sırada kana bulanmış elmaslar bütün bu görüntüleri tekrar yaşatıyor. Bir daha elmas falan alamayacağım galiba. (Bugüne kadar hergun bir tane alırım alıskanlık işte..)
Bu arada beni şaşırtan filmden sonra biraz düşününce burda çok ciddi bir şekilde elmasa karşı bir belki az da olsa uzaklaştırma soğutma etkisi var. E seyredilen tüm diğer filmlerde görülen elmas işine hep yahudiler bakar. E yahudilerin eline bakan bir holivuddan böyle bir film nasıl çıktı bunu düsünmedim değil. Bir süre elmasa olan talebi azaltıp fiyatları yere sermek mi istiyorlar acaba nedir? Başka rakipler var piyasada galba. Sonuçta film kendi içinde zaten elmasların kanlı olmasının da ötesinde elmas pazarında nasıl bir pazarlama tiyatrosunun döndüğünü vurguluyor. O zaman böyle bir şeyi iddia eden bir filmin sütten çıkmış akkaşık ve hiç bir amaca hizmet etmediğini düşünmek naiflik olur. O zaman da film tek boktan yönüne sahip oluyor. Kendisini aşağılıyor.

5 Şubat 2007

Sci-Fi beni tahrik ediyor



Bilim yenilik ve keşifler beni çekiyor nedense..

Klipler ve Şarkılar



Bu klibi neden bu kadar sevdiğimi bilemiyorum??!



Sevdiğim Parçalar #2





26 Ocak 2007

Hepimiz İbneyiz..

Overism

Overdose, overfighting, overmarketing, overlying, overcrying, getting over, overover, overdone, oversome, overall, overnull, overwhelm, overlock, overlife.. overdeny, oversensible, overcare, overfear, overdare, overlove, overmore..

Seviyorum bu parçaları..





24 Ocak 2007

Fw : Nefret ediyorum ama bu dumur etti


Kim nefret etmez ki bu Fw meillerden. Ama buna gözüm takıldığında olay meil forward falan unutturdu. bu fotodaki aksesuar malzemeleri ve fotonun kullanıldığı alanı msg ı algılayamadım biri bana yardımcı olsun. Bazı fotolar vardır gülümsetir bizi yıllar oncesinin modası yansımıstır o zaman normal olan birşey şimdi çok garip geliyordur falan ama allaşkına bu foto sanmıorum ki cilalı taş çaında bile normal olabilsin nasıl bir mantık bu fotonun çekilmesine iteklemiştir insanları çok ama çok merak ettim

No!

Durum yatay pozisyonda. Geçiş lazım.. Dikkat..

23 Ocak 2007

yorgun..

yorgunum.. çok..

20 Ocak 2007

iphone


iphone'u görünce ve özelliklerini okuyunca evet işte telefon. bunu almalıyım demekten başka birşey yapamıyorsunuz. bir kere apple olaya direk kafadan dalmış. bütün herşeyi bir telefonda merge etmiş ipod, cep telefonu, widescreen display, kamera, etc. ve bunu gelecekten gelen bir fikirle yapmış. piyasadaki telefon firmalarının çakal pazarlama stratejilerini de yerle bir eden şekilde yaptı bunu. ayrı modellerinde mesela birinde mp3 çalar ve storage capacity geniş diğerinde kamera 2.0 mp ama capacity az diğerinde internet ulaşımı gelişmiş ama diğerleri gelişmemiş olan ve bütün bu modelleri aynı anda piyasaya süren ama tek bir telefonda toplamayan telefon üreticileri bakalım iphone dan sonra ne yapacaklar. ama şu ana kadar bir tane bile telefonu olmayan bir firmanın onları çok feci sarsacağını söyleyebilirim. benim iphone için dünya çapında tahmini satış rakamım iki sene içinde 350 milyon+ dır. ben alacağım o alacak ve herkes alacak. amerika satış fiyatı sanırım 499$ olacak ve bu kadar özelliği bir araya getiren muhteşem bir telefon için çok uygun bir fiyat. notebookları desktop sınıfına itecek ve notebook bugün bizim için ne ise onun yerini alacak bir telefon iphone. alışılmışa yakın web kullanımıyla vazgeçilmez olacak bir ürün. kesinlikle ben bayıldım zaten bu tarz bir işleve sahip bir lcd ekran hayali kuran benim için, çıktığı ilk gün yakasına yapışılası bir cihaz. 4 yada 8 gb storage unit ise bence biraz az olmasına rağmen ilk çıkış için yeterli olabilir. tabi apple web de bedava dehşet büyüklüklerde storage arealar sunarsa zaten arayı korkunç bir şekilde açmış olacak. henuz geç kalınmadıysa beklentiler satın alınmadıysa apple hisselerine yatırım yapmanın iyi bir seçim olabileceğini söyleyebilirim.
Teknolojiye direnen bir insanken bu web teknolojilerine kafayı takmamın ardından yaşanan değişimle artık teknolojiyi ilk dakikada ele geçirip hemen sindirme taraftarı oldum. Vistayı da ilk çıktığı gün (29 Ocak) almayı ve hemen vakit kaybetmeden kullanmaya başlamayı düşünüyorum. Betaları kullanmaya karşıyım hamallık yapmayı sevmiyorum. Yada aman microsoft tekellesti bizim bilgilerimizi ele geçiriyor aman vistaya karşı duralım yaşasın linux daha amator ama daha özgür geyikleri beni ilgilendirmiyor artık. Gelişmemiş veya hala gelişen bu programların sıkıntısını çekmeye tahammülüm yok hayat kısa zaten. Bilgilerimizi birilerine vermekten çekinmemeliyiz. Nedir ki her an her yere iz bırakıyoruz bilgi vermemek mümkün değil ki. vermediğini zanneden kendini kandırıordur. Dünyanın gidişatında zaten tek bir sistemin kontrolunde olan bir topluluk olacağız. Kontrolde olmaktan korkmanın manası kalmadı. cünkü eskisi gibi bir kontrol mümkün değil kontrolde olanların kontrolu belirlediği bir sistem anca çok büyük kitleleri kontrol edebilir. bitti artık tek bir kontrol noktasının kendi istediği gibi büyük kitleleri kontrol edebilmesi. artık kontrol edenin kontrolde olduğu sistemler başarılı olabilir. dolayısıyla gözlenmekten bilgilerimizin arsivlenmesinden korkmamalı tam tersine acık ve tam istediklerimizi ortaya koymalıyız ki bize uygulanan hizmetler istediğimiz şekillerde önümüze gelsin. sonuç olarak iphone diyorum.

Sad

Yalnızlığı oldum olası sevmişimdir. Bana büyük genişlikler sağlamış özgür hissettirmiştir. Çoğu zaman tercih ederim yalnız kalmayı. Ama işte bazı anlar var şu an gibi yalnız hissedersiniz kendinizi. İşte bu anlar acıtıyor. Yalnız olmak istemiyor insan.. Yalnızlık güzel ama yalnızlığı hissetmek berbat birşey..

Yalnız hissettiğimde kendimi hep bir kişi geliyor aklıma.. Sevmeyi veya sevilmeyi istediğim anlarda olmasını istediğim bir arkadaş bir dost ama artık yok. Uzaklarda kimbilir nerelerde ne hallerde.. Ruhum doyuyormuş onunla.. Bir başkası doyurmadı, doyuramıyor... sad. sad. sad.

"Yanlız"

19 Ocak 2007

Yeni özellik

dolanırken internette şu sağda görünen zombi post u buldum. ve unuttuğum kendi gerizekalı yazılarımı tekrardan gözümün içine soktuğu için bloguma koydum.

günün özlü sözü de gmailden sevdiğim bir özellik

kendimden korkuyorum hep yaptığım şeyi yapıyorum yine. nefret ettiğim birşeye daha çok bağlanıyorum daha çok geliştirip daha fazla birlikte olmaya başlıyorum. ben ve internet sanarım hep şikayet edip defolup gitmesini ve ayrı kalmak istediğimi söyleyip hiçbir zaman da yapmayacağım. o zaman neden huzursuzluk duyup şikayet ediyorum bu piskolocimi de çözebilmiş değilim. raporlu deli olmama az kaldı sanarım.

15 Ocak 2007

Sorun bu işte..

Aşağıdaki yazı 14.01.2007 tarihinde Akşam gazetesindeki köşesinde Engin Ardıç tarafından kaleme alınmıştır. Yazının bulunduğu akşam gazetesinin linki budur http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=64389,10,2 ben ayrıca buruya da alıntılamak istedim. Engin Ardıç uslubundan ötürü arada okuduğum bir yazardır eğlendirdiğini düşünürüm çok hazzettiğim birisi değildir ama şu yazısı nefret ettiğim derinliksizliğin ve hazımsızlığın çok minik bir kısmına tercüman olmuş.

Saray futbolu

Cahilim, aklım ermiyor, üstelik meselelere son derece 'yüzeysel' yaklaştığım için, dünyada ilk ve tek örnek olarak bir sarayın dibine nasıl olup da futbol stadı yapıldığını bir türlü anlayamıyorum!... Bu nasıl bir aymazlık, nasıl bir zevk düşüklüğü, nasıl bir sakillik, nasıl bir düşüncesizlik, nasıl bir ihanettir?

Yaşı kırkın altında olanlar bilemeyeceklerdir, kırk ile elli arası olanlar da hayal meyal hatırlarlar belki: İnönü Stadı, Demokrat Parti yönetimi tarafından Mithatpaşa Stadı edilmişti (İnönü adını heryerden kazımak için) ve de Nasrettin Hoca türbesi gibi üç yanı tribün, bir yanı havagazı fabrikasıydı...

('Deniz tarafı' ve 'gazhane tarafı' deyimlerini duymuş muydunuz?)

Gazhane tarafı, yani 'yeni açık'... Gazhane 1964 yılında ortadan kaldırıldı... Saha da 1967 yılına kadar topraktı, çim mim yoktu.

O alanın, meğer Dolmabahçe Sarayı'nın ahırları olduğunu (ıstabl-ı amire) rahmetli Çelik Gülersoy'dan öğrendiğim zaman şaşırıp kalmıştım.

Anlı şanlı Milli Şef yönetimi, Lütfi Kırdar eliyle, sarayın yanına futbol sahası domaltmıştı... Taksim Topçu Kışlası'nı yıkıp park yaptığı gibi (babam sıkı bir İsmetçi olduğu için oraya ısrarla 'İnönü Gezisi' demeyi sürdürüyordu ellili yıllarda)... Haa bir de, dünyanın 'akustiği en kötü' amfitiyatrosunu, Açıkhava'yı yaptılar tabii.

Dolmabahçe ve Yıldız sarayları halka kapalıydı, müze falan değillerdi, gezilemiyorlardı... Çünkü birinde, burada açıklamam mümkün olmayan bir devlet dairesi vardı, diğeri de neydi, bilir misiniz? Harb Akademisi, yani kurmay mektebi! Nice sonra Yıldız'dan Maslak'a taşımayı akıl edebildiler.

'Sahil sarayları' dizisinin diğer unsurlarına gelince... Fındıklı Sarayı, mütarekede İngilizler tarafından basılıp kapatılana kadar Meclis-i Mebusan olarak kullanılmış (çünkü Sultanahmet'teki asıl bina yanmıştı), cumhuriyet döneminde ikiye bölünmüş, iki binasının arasına duvar çekilip biri Güzel Sanatlar Akademisi, biri de Atatürk Kız Lisesi edilmişti...

Dolmabahçe Sarayı'nın veliaht dairesi Resim ve Heykel Müzesi, muhafız karakolu da Beşiktaş Kaymakamlığı olmuştu.

Sonra kuzeye doğru iskeleler ve tütün depoları geliyor, sonra kum depoları başlıyordu.

Sırada bir bina daha vardı ama 'devlet misafirhanesi' miydi neydi, merak edip bakamazdık, gezemezdik.

Bunun hemen yanına dikilmiş bir de çirkin mi çirkin Et ve Balık Kurumu deposu!

Beşinci Murad'ın yirmi sekiz yıl sürgün yaşadığı ve içinde öldüğü yapı, Çırağan'ın 'müştemilatı' da (yoksa harem dairesi mi?), Beşiktaş Kız Lisesi... Sonra asıl Çırağan'ın, sarayın 'mabeyn' bölümünün kuru boklar üzerinde kara sinekler vızıldayan yıkıntısı ve gene bir futbol sahası, saray bahçesine kondurulmuş toz toprak içindeki döküntü Şeref Stadı (bugün havuz)...

Orayı kurtaran, memurların küfür ettikleri Turgut Özal oldu.

Bundan sonra Yüksek Denizcilik Okulu'nun gene çirkin ve modern yapısı geliyor, sonra da Feriye Sarayı başlıyordu.

Feriye Sarayı'nın üç binasından ikisi Kabataş Lisesi'ne verilmişti araya gene duvar çekilerek, üçüncüsü benim sobalı ilkokulumdur!

Beş yıl (1958-1963) deniz kıyısında bir sarayda okudum ve geceleri yatağımdan işlemeli tavan süslerini seyrettim... Bugün Galatasaray Üniversitesi, bizim revir de rektörlük.

Abdülaziz'in bileklerinin kesildiği oda Kabataş Lisesi müdürünün odası olmuştu ve apar topar taşınıp da kanlar içinde can verdiği saray karakolu da metruk durumdaydı, duvarları yerindeydi, içi boştu. Sonra orayı, bugün lokanta olan tarihi binayı ne yaptılar, bilir misiniz? Tekel Deposu!

Yeni yönetim yakın tarihten ve Osmanlı'dan nefret ediyor, tuğraları kazımakla yetinmiyor, sarayların hepsini müze yapacağı yerde kimisini bakımsız bırakıyor, çürümeye ve yıkılmaya terkediyor, yıkılmış olanı onarmıyor, kimisini resmi daireye, kimisini okula dönüştürüyordu. Bunun hem 'alçak hanedanın zevk ve sefa yuvalarını ilim ve irfan yuvası yaptık' diyebilme keyfi vardı, hem de çağdaş liseler ve akademiler için gerekli altyapı masraflarından kurtulma kolaylığı...

Ama sorarsanız, Haşmet'in arkadaşı Necati size 'cumhuriyetin ilk döneminde İstanbul'a büyük yatırımlar yapıldığı' yalanını gözünüzün içine baka baka söyleyecektir.

1940 yılına kadar çivi çakmadılar be, çivi!