22 Aralık 2010

Tatlı Yağmurlar Yağacak Üzerimize

simsiyah karanlığın içinde dalgın dalgın süzülen bembeyaz aydınlatıcı ışığımsın
tenime değdiğinde varlığın, ürpererek ben olduğumu hissediyorum.
tüylerim dikelirken seni olabildiğince çok emip içime alabilmek için büyüyor gözeneklerim
benden ayrılabilse parçalarım sana koşarlardı durmaksızın

elim dinlemeden beni, uzanıyor başının arkasına
çok istiyorum ve seviyorum, tutup
dudaklarıma doğru çekmeyi seni
ne kadar yakın olabilirsem sana
o kadar yakın olabilmek istiyorum daima

dudaklarını ilk hissettiğim o gün var ya
hala bitmedi
aylarca
hayat bir günmüş meğer seni tanıdıktan sonra

hep dua ediyorum umarım şafaktır gelen bu karanlıktan sonra
ama içimde lezzetli bir hatıra günbatımında sen ve ben dünyanın kenarında
gülümsetiyor zevkle
ama ne yazıkki ama

14 Aralık 2010

Soğuk Kış

Havanın insanın beynini dondurmasından mıdır nedir bilmiyorum ve tabi ki alakasız ve bağlantısız olarak benim içimden hep yazmak geliyor.
Gerçi buraya oturup da bir şeyler karaladığımda aklımdaki ilk fikir ve ilk kelime dönüyor dolaşıyor aynı konuların etrafında buluyor kendini..

Aslında şikayetçi değilim. Hep aynı şeyi söylüyorsam kendime anlatmak istediğim birşey var demektir ve bunu hala anlatamamışım demektir.
İnsan neden yazar.. kendisini ikna etmek için kendisini eğlendirmek için..

Geçen düşündüm böyle tv nin karşısında elimde kumanda oturuyordum. genelde tv yi monitor olarak kullanırım ama işte ilk açılışta tv kanallarını göruyosun sonra monitore geçiyorsun ve işte tam bu anda ntv açıktı. heyecanlı ve sınırlı zamanda çok bir flaş bişeyler olunca tartışma programları şu bu seyretmeyı fıkır olarak dahıl olmayı taraf tutmayı sevıyorum ama heyecan gecınce tv ıle ılgılenmeyı sevmıyorum ve hatta aklıma bıle gelmıyor bu kısacık maruz kaldığım anlarda da tahammul edemıyorum bıle zaten. işte o anda bir tartışma programımı vardı neydı ınsanlara baktım 50 lerını devırmış ınsanlar konustukları konu su anda hatırlamıyorum ama yıllardır turkıyede konusulan herhangı 10 konudan bırısı soylenen yenı bırsey yok herkes bı tarafa aıt goruslerını ısrarla devam ettırıyor.
bır garıp oldum hayatın boyunca su dunyaya aıt herhangı bır olay ıcın gorus sahıbı olup bunları yıllarca konus konus konus cok sıkıcı cok zavallı geldı
konusmakla bırsey yaptığını zanneden ınsanlar var hıcbırsey yapamıyorsan sesını cıkar falan gıbı sacma ve aptalca mottolar
sonra bu işi meslek olarak yapanlar geldı aklıma tum o gazeteler dergıler tvler oralarda calısan bınlerce ınsan
atıyolar tutuyolar analız yapıolar haberler hazırlıolar roportajlar yapıolar
aclık ıssızlık laıklık ekonomı yuzlerce bınlerce haber ıslenıyor sonra eve gıdılıyor yatılıyor kalkılıyor ve ertesı gun yıne aynı sey..
aman allahım

ne zaman bu kadar bos bırseyın ıcınde yokolduğumuzu farketmeden saplanıp kaldık
bu beynı bu bedenı bu zamanı en onemlısı neler ıcın harcıyoruz
neler ıcın bırbırlerımıze bu hayatı zından edıyoruz
hırs doluyor
ve hatta sıddete basvuruyoruz
ne kadar ıcımız kotuluk dolu

kendını bıle dusunemeyen akısa kapılmıs beynı dumur olmus yaratık toplulugu

13 Aralık 2010

Son Aylar

Son aylar bir değişik hallerdeyim. Buradan bir şeye geçeceğim hissediyorum.
Halat çekme oyunundaki halat gibi hissediyorum kendimi.
Bakalım ne olacak.

Rabia-i Adviyye hazretleri çok ağır hastalanır. Yanındaki hizmetçiler derler ki:
— Anneciğim, siz herkese dua ediyorsunuz o iyileşiyor. Bir de kendinize dua etseniz.

Cevabında buyurur ki:
— Size bir sevdiğiniz, bir dostunuz, bir arkadaşınız bir hediye getirse, size verse, kardeşim kusura bakma bunu kabul etmiyorum, iade ediyorum deseniz, onun kalbi kırılmaz mı?
— Elbette kırılır.

Bunun üzerine Rabia hazretleri diyor ki:
— Beni yoktan var eden, her an varlıkta durduran Rabbim, bana bir hediye göndermiş. Ben nasıl Rabbime diyeyim ki, yâ Rabbi bu hediyeyi geri al! Bu hastalık Ondan geldi, ben almadım, hiç kimseden de istemedim. Allahü teâlâ öyle lâyık gördü. (Rabia, sana bir hediye göndereceğim, bakalım, sabır mı, isyan mı edeceksin?) dedi. Vallahi yapmam, Rabbimin verdiği bu hediyeyi geri veremem…

12 Aralık 2010

Eski sanrılar heryerde

I dont belong here
who am I
I feel like death is so close that I am gonna die soon
the idea of death is killing me

ölüm neden bu aralar bu kadar fazla kafama takılıyor bilemiyorum.
saçma sapan her anımda hep ölümü düşünüyorum.
herşey de bir ölüm görür oldum.
ve bazen sadece düşünüyorum ölüm anımı düşünüyorum ne hissedebileceğimi hayal etmeye çalışıyorum.
ne olacağını öldükten sonra ne olacağını. hissedebilecek miyim yine
düşünebilecek miyim
şu andaki yeteneklerimin ne kadarı bedenimle alakalı ne kadarı ruhumla ilgili
ruhum bedenden ayrılınca ne hissedeceğim
görebilecek miyim
duyabilecekmiyim
bir anda herşey kararıp yok olacak ve ben var olduğumu bile bilemez mi olacağım. ama böyle olmadığına dair dini anlatımlar var..
çok garipsiyorum çok merak ediyorum ve korkuyorum
ve ölünce sonsuzluk başlıyor
aslında asıl hayat o gibi
dünya hayatı, kabir hayatı ahiret cennet ve cehennem sonsuzluk..

bunca insan bunca iyilik ve kötülük
şu kısacık hayatta ulaşmaya çalıştığımız iyi yada kötüler
komik nefsimiz ve egomuz

bir türlü ıslah edemediğim beynim..
ahh bir garip gece bu

9 Aralık 2010

Cold & Homeless

Hava 20 li derecelerden 12 lere düştü. Ve bir iki gün içinde 5 ve altına düşeceğini söylüyorlar.
Evsiz insanları düşünüyorum.
köprü altlarında, pis çıkmaz sokak köşelerinde, orada burada insanlardan uzak ama onlarla içiçe yaşayan tükenmiş bitmiş insanlar.
cemiyet diye bir kavram vardır ve bu beni hep büyülemiştir. iğrençliğiyle..
sanat dünyası, iş hayatı, cemiyet hayatı, cemiyet önderleri, sosyete, çalışan dünyası..
çok uzun yıllar önce insana insan olduğu için değer vermeyi bıraktık sanırım.
arabamızın camına temizleyeyimmi abi diye saldıran çocuklardan irkiliriz uzak tutmaya çalışırız o 40 60 sn lik bekleme süremizde bizi rahatsız ettiği için kızarız. İnsan olarak bile görmeyiz.. köşe başında çektiği bir ton nesneden beyni uçmuş üstü başı yırtık pırtık adamı görmezden geliriz, orada öyle duracağına neden gidip de çalışmaz cık cık cık deriz. Ne hikayesini biliriz ne merak ederiz ama utanmadan yargılarız ve değer vermeyiz görüş alanımızdan çıktığında artık aklımızda bile değildir.
oysa nice hırsız ve soysuz yukarıdaki toplum sınıflarının içinde yer aldığı için büyük insandır, takdir toplamaktadır, önünde köle olunmaktadır.

İnsanı insanlığıyla değerlendirmeyip varlığı, etkileyiciliği ve etrafında oluşturduğu ihtişamla derecelendiren bir toplum yapaylığıyla kusma isteği uyandırıyor. o kaçınılmaz son korkum olan beş parasız sokaklara düşme korkum belki de bir korku değil o insanlara ulaşma, bu yargılayıcı toplumun içinde yetişerek bugüne kadar olan günahlarımı affettirebilme çabamın beni o noktaya çekmesidir belki.
sadece kendimizi düşünerek yaşamak ne kadar aşağılık ve rahatsız edici.
didaktik olmadan yardımcı olabilmek. almadan verebilmek.. hep böyle olabilsem. nasıl bir huzurdur..

8 Aralık 2010

Eat, Pray, Love

Çok enteresan bir şekilde nefret etmedim filmden..
Harika da değil tabi ki zaten böylesine boş bir konuyla olamaz da..
Ama italya sahneleriyle, bali deki julia'nın kaldığı evi çok beğendim.. Ev denebilirse tabi.

1 yıl öyle bir yerde tasasız yaşamak isterdim.
evet aslında kelime bu tasasız yaşamak. Kadının yaptığı da bu ama neden en sonunda kendini gidip yeni bir döngünün içine attı anlamadım.

Evli idi. ayrıldı. Çevresini herşeyi bırakıp uzaklara gitti yeni birilerini tanıdı ama sadece neşeli anları paylaştı sonra oradan ayrıldı yerleşmeden ilişkiler başka yere gitti orada takıldı ordan kalktı başka yere gitti hep bir yerlere gidip oralarda toz duman dağılmaya bir şeyler çökmeye başlayınca hemen ayrılıp başka yere gitti ama filmin sonu saçma bir şekilde bence film bütün anlatmak istediklerine ters bir şekilde bir aşkın yaşanması ve yaşatılması gerektiğini vurgulayarak bitti. İtalyada ye, Hindistanda dua et, Balide sev. newyorka yerleş..

sevgi falan direk boş birşey. varsa alırsın vermek istiyorsan verirsin ama kaptırmamak lazım. önemli ve gerekli olan kendi başına mutlu ve tasasız olabiliyor musun. bunu engelleyen faktörlerin nedir. bunlardan neden kaçmıyorsun yada yok etmiyorsun. hayat o kadar kısa ki mucadele etmek bıle gereksız. boş alan çok yonunu değiştir arkada bırak falan..

kaygının yanlış olduğunu anladım. kaygı ömrü kısaltıyor. hayatın nelere gebe olduğunu bilmeden neden kaygı duyar ki bir insan.. gerçi böyle deyince sanki benim kontrolum dışında oluyormuş gibi herşey geldi. oysa cuzi irademiz var.. yaptığımız herşeyi biz diliyoruz ve sorumlusu da biziz.. ama kocaman bir topluluğun içinde herkesin iradeleri ve gitmek istedikleri yön olunca sen manipule edebildiğin etki alanı kadar adım atabiliyorsun. bu da sıkıcı tek başına ne kadar çok olabilirsen ruhun ve varlığın o kadar özgürleşiyor. iste ve yap (allah nasip ederse)

Kader : pek anlaşılmayan bir şey gibi gelir insanlara. basit bir izahi var. Kaderde yazılı olmak.. bizim yapacağımız herşeyi allah bilir. ve o isterse bunları yaratır. dua ile değişebilir. allah bizim dua edip etmeyeceğimizi de bilir isterse dualarımızı kabul eder ve birşeyler değişir değişen şey sonrasında yapacaklarımızı da bilir allah. ve bazı sevdiği kullarının yanlış şeyler yapmasını istemediği için onların istediği kötü şeyleri yaratmayabilir.

sonuçta şunu anlamak gerekiyor. elimizi ayağımızı biz yonetıyoruz gibi gorunse de biz irade ediyoruz allahü teala da bunu isterse yaratıyor ve anca o zaman irade ettiğimiz şey gerçekleşebiliyor. O izin vermese ve yaratmasa hiçbirşey var olamazdı.

2+2 eşittir 4 bu rakamlar olduğu için bu işlem doğru olmadı. zaten iki artı iki dört ediyordu biz sadece rakamları bulduk ve bu işlemi ortaya çıkardık..
insanlık tarihine bakınca bütün bulunmuş üretilmiş sanatından bilimine herşey de sadece var olanın adının konması. neyin nelerle nasıl birleştirileceğinin keşfi ve bunların biraraya geldiğinde neyi oluşturacağını görmekten ibaret. neyse cahil aklımla çok da konuşmamalıyım ama büyük islam alimlerinden islamiyetin ahlakını öğrenmek gerektiğini düşünüyorum. insan okuyunca mükemmelliği ve ruha ve bedene uygunluğunu ve verdiği huzuru hissedebiliyor

her türlü yanlış sapık inanca ve inançsızlığa beni saplanmaktan koru Allahım..

7 Aralık 2010

http://www.youtube.com/watch?v=vc2jDz6w-r4

Kitap var kitap var. Var olanı okumak lazım.

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Allahü teâlânın kitabından ve Resulullah’ın hadislerinden sonra, İslam kitaplarının en üstünü, en faydalısı, İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat kitabıdır. Mektubat’ı anlamak için değil bereketlenmek için okumalıdır) buyuruyor.

(Kitap okumak, sohbetin yarısıdır) buyuruluyor. Yani, bir büyük zatın kitabını muhabbetle okuyan, sohbet etmiş gibi O’ndan istifade eder. Mektubat’ı severek okuyan da, İmam-ı Rabbani hazretlerini sever, tanır, nasibi ve muhabbeti miktarınca O’ndan feyz almaya başlar. Okudukça anlamaya, kalbi de nurlanmaya, ibadetlerin tadını duymaya, haramlardan günahlardan nefret etmeye başlar. İki cihan saadetine kavuşur ve başkalarının da kavuşmasına vesile olur.

Bir kitap hayat

Kişisel gelişimle ilgili bir kitap yazmak istiyorum. ve tabi ki böyle birşeyi bırakın bitirmeyi başlamayacağım için sadece buraya ne yapmak istediğimi yazarak boşalayım. kişisel olarak gelişememişliğimden acı örneklerle kişisel gelişimi anlatacak bir kitap. hep olumlu ve hep pozitife doğru fikirler veren kitaplardan bıkmadınız mı. ne kadar dangalakça değil mi hiçbir insanın aslında yakalayamadığı ve tamamen uydurma ve kendini kandırmadan ibaret olan pollyanna kitaplarından kendimize mutlulukla yaşayacağımız bir hayat boyamaya çalışıyoruz. benim bu aklım buna kocaman bir saçmalık diyor.

eğer mutluluk bir yerde bir insana gelecekse bu ancak ve ancak korkunç bir karanlık ve acının içinden çıkarak gelecektir. ve miktarı da karşılaştırıldığında çok az olacaktır. altın gibi elmas gibi evet hatta ve hatta kesinlikle elmas gibi. bir kaç kromozom farkla genelde hep kömür elde ederiz. ama hiç aslında elması ucundan kaçırdım diye bu kömürü alıp boynumuza asıp teselli bulmayız.

ne? pollaynna ben mi oldum şimdi.. hadi ordan..

baktığın yeri değiştir.
olmadı kendini değiştir.
değiştirmek düşüncede kolaysa cesaretsiz pısırık bir korkaksın
bekle o zaman ölümü ve sus bırak sızlanmayı da çevren rahat etsin..

acı bir gerçek bütünü bir kişisel gelişim.
hayatın tüm karanlıklarını daha karanlık çizen bir kişisel gelişim.

inanmadan hiçbirşey olmaz
kendine inan
yapacağına inan
yapmak istediğine inan
inanmıyorsan da kendini kandırma
kandırıyorsan da neden neden diye hayıflanma
hiç görmedim deme bana yüzde binyüz kendisine onbin kat büyük gelen bir hayalin peşinde tüm kurallara aykırı bir şekilde yüzbinlerce kez yanlış adımlarla koşan birisinin ağzını açık bırakan bir şekilde hayaline ulaşmasını.
cahilce de olsa, başka alternatifi olmadığı için de olsa tek sebebi inanç.

inanmıyorsan bırak vakit kaybetmeyi ve net söylüyorum olmayacak işte bırak git. başka hayatlara etki etme. başka hayatların inancındaki zayıf halka olma. hele bir de kamufle olmuş zayıf halka hiç olma..

belki bir gün yazarım bu kitabı
yayınlar mıyım bilmiyorum.
inansam mı?

29 Kasım 2010

Aynı sıkıcı hikayeler

Hep içimde bir sıkıntıyla geziyorum yıllardır ve bu geçeceğine artıyor.. sebebini biliyorum ama bir çarem olmadığı için yapacak bir şey yok. ve son zamanlarda bu sıkıntı çok ileri noktalara ulaştı.
Kendimi aksine ikna ve kandırma çalışmalarım maalesef bir kaç saat veya bir kaç gün oyalayabiliyor.

bu hayat hep aynı şeylerin üzerine kurulu ve ben benim yaşayabileceğim tüm değişik şeyleri yaşadığımı düşünüyorum. Ya yaşadım yada okudum, hayal ettim, izledim, başkalarından dinledim ve birşeyleri ikinci defa yaşamak bana pek birşey ifade etmiyor.

gülmek, eğlenmek, mutlu olmak, ağlamak, hüzünlenmek, sinirlenmek, vs. yüzlerce duygu ve bu duygulara giden olaylar done done and done.. seks bile hani düşünüyorum şu hayatın sanırım üzerine kurulu olduğu şey bile kadın ve erkek ve onların arasındaki tansiyon bile bir kere yaşandıktan sonra birşey ifade etmiyor.. o kadın değil de bu kadın, o an değil de bu an ama değişen bir şey yok. sadece o ilk anın hazzını yakalamaya uğraşmak için atılan binbir takla gerisi. ki hiçbir zaman hiçbir deneyimin tekrarları ilkinin ulaştığı doruğa erişemez. pinpon topu teoremi diyebiliriz. yere atarsınız devamlı zıplar durana kadar ama ikinci yada üçüncü zıplayışı hiçbir zaman ilkinden daha yukarı olmaz.

ah ne yapıyoruz yada ne yapmaya çalışıyoruz da yaşamak için hırslanıyoruz daha fazla yaşamak için hırslanıyoruz anlamıyorum. çoğu insan bazı yerlere yükselmek birilerine hukmetme pesinde bazıları para kazanma o parayla aldıklarıyla başarısını sembollerle insanların gözüne sokma ihtiyacında bazıları bilgisiyle insanları ezme kucumseme peşinde çeşit çok ama zavallı tekdüze temellerde manasızca sürünmek hep aynı. hiçbir insan dünyanın aptalca makyajı silindiğinde birbirinden farklı avantajlı yada avantajsız değil çünkü herkes eşit bir zavallılık içinde debeleniyor.

birey olarak var olanlar da, kendini bir ailenin içine atanlar da, bir muhit, bir mahalle, bir cemiyet içinde kendine yer kuranlar da, şehir ülke ırk kıta ve bütün dünya.. etki alanımız bunlardan hangisi kadar genişse, önce bunu genişletmek sonra da bu etki alanının içinde hoşumuza gidecek bir yer edinmek.. büyük çoğunluğun yaptığı temelde bu. bu yeri de işte parayla, güçle, hile hurdayla artık nasıl olursa ele geçirmeye çalışıyoruz.

çok zavallıyız bence. insanlık baştan aşağı bir zavallılık içinde.. kendimizi çok değerli zannediyoruz. kendimizi değerli ispatlamak için etki edebildiğimiz alanlara işkence yapıyoruz, gücümüzü yada nazımızı kullanarak insanlara acılar çektiriyoruz. dinlemiyoruz hep anlatıyoruz. anlamıyoruz hep söyleniyoruz.. hep aynı herkes aynı.. yüzbinlerce ürün binlerce marka neler neler icat edip bunların kölesi oluyoruz. lezzetsiz ve sonuçta onumuze gelene kadar onlarca insanın elınden gecen ve bunların hızmetıne degmeyecek yemekler yıyerek somuruyoruz.

iğrenciz insanlık olarak iğrenciz.

artık ölmenin zamanı geldi sanırım. çünkü yaşamakta anlam yok.. ve tekrarlardan ibaret bir sıkıcılık içinde.. ama gel gor kı bunun ne zaman olacağı bellı değıl
beklemek ve gormek..

10 yıl 30 yıl 50 ve bılemedın 100 yıl sonra dunya nasıl olacak. ıyı olmayacağını bılıyorum ama sanırım su hayatta merak ettığım tek sey bu.. ınternetın mesela bu kadar zaman sonra nasıl bır copluk olacağını dusunuyorum da.. bugun mılyarlarca ınsanın yazdığı sey 50 yıl sonra o mılyarlarca ınsan olup de orada sahıpsız ve guncellenmeyen copluk olarak kalacak. facebook 100 yıl sonra 10 mılyar uyeye ulasacak ama bunların 5 mılyarı olu olacak.. arada cok acaıp rutın dısı bırseyler olmazsa ılerıdekı dunya cok daha berbat gorunuyor. sehırler daha kalabalık daha kesmekes daha trafık daha yuksek bınalarda daha fazla yıtırılecek hayatlar. daha karanlık daha kırlı gokyuzu.. yesılın hıc olmadığı yesılın rengının unutulduğu yerler.. muzıkle fılmle resım vıdeo ses yazı ucgenınde dolmus ve artık aldığı yukun altında ezılmıs beyınler..

şizofrenıyı dusunuyorum. çoklu kısılık bozukluğunu.. ınsan beynının ana bır benlıkten alternatıf yenı benlıkler uretmesı ve ana benlığın basedemedığı travmatık durumlarla basetmesıne yardımcı o kapasıteye sahıp benlıkler uretmesı fıkrı bana aslında ıncelenıp bunun kontrollu sekılde yapılması sağlanabılırse cok onemlı bır gelısme olur gıbı gelıyor acaba bu yonde calısmalar var mıdır. bunu bır hastalık olarak gormeyı gecıp de bıraz panık yapmadan uzaktan bakıldığında beynın boyle bır ozellığının olması bana buyuleyıcı gelıyor. tek bır can ve tek bır beden var ama dıyelım kı bunu kontrol etmeyı oğrendınız ve ıstedığınız kadar baska kısılık olusturabılıyorsunuz degısık degısık hayatlar yasayabılırdınız..

26 Kasım 2010

Zorla Güzellik

Tiyatro.. yıllar sonra tiyatro. sanırım 8 yıl olmuştur. O eski ve dar aralıklı koltukları olan sinema salonları benzeri temiz ama yıllanmışlığı ortada yılların izinin kokusu sinmiş bir salonda tiyatro seyretmek. çok değişik geldi. oyun her ne kadar çok aman aman bir şaheser olmasa da oyunculukların güzelliği ve bir oyuncunun güzelliği ile seyredilebilir ve hoş bir deneyim oldu. sanırım önümüzdeki zamanlarda tiyatroya daha fazla şans vereceğim.

performans sanatı diye düşündüğüm tiyatronun değişik bir motivasyonu çok değişik bir his algılatması var. çok büyük salonlarda sahneyi uzaktan gördüğün tiyatrolar da çok çekici değil ama bu farklıydı. en önde gibiydim zaten çok büyük değildi ve dolu da değildi. o sessizlik, o sahnenin bir yandan içinde olmak. salon ve gerçekleşen sahne ayrı bunyeler değil bunu hissetmesi keyifli ve değişik geldi.

tiyatronun yazımındaki farklar oyunculuklardaki farklar sinemaya göre bir başka boyut adeta..

çok kendi halinde bir oyundu.

17 Kasım 2010

Ben

Bir insanın gerçek kendisini ortaya çıkarabilmesinin yollarını araştırıyorum. kendimi aramıyorum. kendimi ne olduğumu ne olmak istediğimi ne yapmak istediğimi üzerinde durmasam da aslında biliyorum. ama işte onu ortaya çıkarmak teoriden fiiliyata geçirmek bu nasıl olacak..

iletişim giderek gözümde değerini yitiriyor.
kimlerle iletişim kurmak ve neden
şöyle dönüp değerlendiriyorum.
ben varım
benim o kendimle olan varlığımda düşüncelerim var
düşüncelerimi oluşturmak için çevremde etrafımda gördüklerimden aldıklarım var bunun dışında bir de iletişimden gelenler var
ne gelmiş bakıyorum
hiç birşey
yüzlerce insan
ve yüzlercesini unutmuşum bile

çok garipsiyorum çeşitli yerlere gidip çeşitli insanlarla tanışılıyor falan
hiç tanımadığım bir insanla tanışıp sonra artık temaya göre bir şeyler konuşuyorsun.
ee yani
saçma geliyor.

insanların varlıkları yorucu
istekleri yıpratıcı
kendileri sinirbozucu ve önemsiz
politikasından tut ekonomisine sanatına eğlencesine kadar kısır döngülerde kısır konuşmalar
çok sıkıcı be
bu dünyanın içine kıstırılmış zihinler bana tad vermiyor.
heryerde şablonlar klişeler sterotipler
farklı olan deli
sadece farklıların olduğu bir alanda yaşamak isterdim. monotonluğu istikrarı planı hedefleri ve güven içinde olmayı kökünden siktiredebilmeyi..

oof

16 Kasım 2010

Kayıp

İştahımı heyecanımı herşeyimi kaybettim.
Islak caddeye bakıp elimdeki sıcak kartondaki kahveyi hissederek yürüyorum.
Köşede pasaklı bir it orasını burasını yalıyor.

Aklımdan geçen tek şey
"pfff"

üstüne ne denebilir ki..

13 Kasım 2010

Herşey boş be ölüm var ölüm

Kaçınılmaz, ansızın..
ne para ne şan nede şöhret etkileyebilir.
ne mutevazılık ne de başka birşey..

benim çok sıkı çok eylenceli hayat dolu dostlarım var hep beraber şen şakrak yaşıyoruz hiçbirşey beni bu ortamdan koparamaz diyebilir miyiz..
bir kalp krizi bir anlık herhangi başımıza gelecek bir kötülük kadar yakın ölüm..

milyarlarca insan öldü biz de öleceğiz.
hayata değil ölümden sonrasına hazırlanmak lazım.
ah ama ah ki aptal kafam almıyor bunu bir türlü..
boş hevesler saçma coşkular arıyor.
düzel be beyinsiz topla kendini hakim ol kendine
ahmak
evet gerçek kelime beni tanımlayacak tek gerçek kelime ahmak..

6 Kasım 2010

New York'ta Beş Minare

İlk olarak şunu soruyorum bu filmin ismi ne ifade ediyor ben filmden bu isimle ilgili bir şey çıkaramadım.. Ya çok derin yada ilgi çeksin diye konulmuş ama hiçbir anlamı olmayan altı doldurulmamış bir isim ki bence filmi seyrettikten sonraki düşüncem ikinci şık olduğu şeklinde.

Filmin başındaki baskın sekansı ve sonundaki final sekansı beğendiğim bölümleriydi. Son predictabledı hele de mahzunun bir iki filmini daha seyrettiyseniz gayet netdi herşey ama yine de finali beğendim..

Bunun dışında genel olarak filmi sınıfta bırakıyorum. Çünkü film cehaletten ondan bundan dem vururken kendisi cahillik yapıyor ve islamiyette olmayan şeyleri varmış gibi gösteriyor. Aslında film için şöyle denebilir mahzunun kafası çok karışık adam çok dolu hep içine atmış biriktirmiş söyleyecek o kadar çok şeyi var ki bunların hepsini ilk konuşma fırsatında söylemeye çalışıyor ve saçmalıyor dediğinden hiçbirşey anlaşılmıyor.

İmam, imamın hristiyan orospu gorunumlu karısı, imamın kızı, imamın hristiyan damadı, imamın kızı ve damadı kilisede evleniyor, beceriksiz türk dedektifler, bir kısmı kokuşmuş savcılık, terörist müslümanlar, hoşgörülü müslümanlar, said nursi, mevlana, yunus emre, ayasofya, semazen, atatürk, polis birliği, midnight expresse cevap, işkence, avrupa birliği, zenci, zenci müslüman, harlem, töre, kürt, töre cinayeti, ırak, saddam, amerika, petrol.. daha bissürü imge ikon sembol kavram insan tanım karakter hepsi çorba..

bir imamın kızını klisede bir hristiyanla evlendirmesi noktasında zaten film benim için bitti.. kızı hristiyan mıydı onu tam anlayamadım ama öyleyse bile olay feci. başağrıtan islamiyet hakkında yanlışlarla dolu insanın kafasındaki herşeyi çorba yapmaya çalışan ve ne anlatacağını seçememiş ve daha da beteri nasıl anlatacağını da bilemeyen bir film.

mahzun bence kesinlikle filmlerinde oynamayı da bırakmalı, sağa sola film boyunca sinirli sinirli bakınca rol yapılmış olmuyor.. haluk bilginer bence iyiydi..

diyaloglar çok kör göze parmak herkes birisini bişeye ikna etmeye yada hayat dersi vermek için konuşuyordu.. çok acemiceydi..

okuduğum kadarıyla 2.35 anomorfik çekmiş ve türkiyede bunu gösteremiyorlar hakkıyla ve de benım seyrettiğim cevahir avm nin sinema perdesi rezildi.. ustten alttan karenın yarısı yoktu.. bariz bir fluluk vardı falan filan..

yazık be dıom sonuc olarak..

4 Kasım 2010

Social Network - Newyork'da 5 Minare

Facebook'u herkes kullansa da facebook'un hikayesi çok insanın ilgisini çekmez. 3-5 startup ve internet heveslisine bir anlam ifade edebilir ama onun dışında ı ıh. Peki o zaman geriye ne kaliyor Mark Zuckerberg'in milyar dolarlık serveti ve hakkında çıkan fikri çaldığı yada işte şu bu davaları. Sonuçta evet bunları iyi toplayıp izlemeye olanak verecek bir kurgu düzenlemesiyle sürüp giden bir film. Biraz sektörle alakalı bir insan olarak filmdeki hiçbir şeyin gerçek olamayacak kadar törpülenmiş ve köpükler ve pembe balonlarla kaplandığını düşündüğümü belirteyim..

Mahzunun son filmi bu hafta vizyona giriyor. Daha seyretmeden yazmak istedim. Ben mahzunun yonetmenliğini beğeniyorum. fena diğil adam seyrettiğim türk filmleri içinde ilk 5 yönetmen olur çok rahatlıkla. ve para kazandıkça daha fazla harcamaktan çekinmeyen ve risk alarak kafasındaki daha güzele ulaşmaya çalışan bir adam gibi görüyorum bence doğru yapıyor.

ama önceki filminde bir kötü olay vardı ki sanırım bu yeni filminde de bunu aşamamış. Zira galadan çıkanların yorumları gözüme çarptı biraz önce beni haklı çıkardı. Adamın verecek o kadar çok mesajı var ki. sanki o son filmiymiş bir daha film yapma fırsatı olmayacak gibi hem bütün mesajları bir filme boca ediyor hem de film çekmeyi beyin yıkama mesaj verme aracı olarak görüyor. peki buna rağmen neden yönetmenliğini beğeniyorum
çünkü adam en azından doğruya ulaşmak için çaba içinde ve bu ilk posaları attıktan sonra çok daha kristal bir hikaye kalacak ortada.

ben şahsen bir önceki filmine oranla bu mesaj verme oranı ne kadar azalmış bunu gözlemlemek istiyorum. bunu merak ediyorum eğer doğruya gidiş varsa mahzunu şimdiden kutlarım.

bir tavsiye mesaj verme sadece aklındaki hikayeyi anlat. seyirci kendi hayatının neresinden nasıl yakalayacaksa o filmi yakalar ve alır alacağını..

2 Kasım 2010

Zevk

Zevk denen herşeyin acıya boşluğa ve anlamsızlığa insanı sürüklediğini idrak ettim.
Hayatta, hayata tutunmaya çalışıldığında dertlerin tasaların ve üzüntülerin var olduğunu ve bunları keyif neşe ve mutluluk denen az bulunan şeylerle bastırmaya çalıştığımızı ama hiç bir zaman koyu karanlık siyahların yetersiz beyazlarla kapatılamadığını öğrendim.

herşey aslında temelde çok basit ve bu anladığım basitliğin peşinden gitmeme ahmaklığından artık vazgeçiyorum.
Seni anladım dünya.
Sen aslında yoksun
seni var sandığım ve seninle ilgilendiğim her anım bana acı veriyor..
ama artık herşey olması gerektiğine bürünmeye başladı.
Zihinsel açıklık ve gerçeği böyle uçsuz bucaksız önünde uzanırken bulmak kadar rahatlatıcı hiçbirşey olamaz..

27 Ekim 2010

Acı

İçimde birşeyler biryerler acıyor.
Dilimde tatsızlık, bir pas tadı hatta
Gözlerim boş boş bakıyor
zihnim heyecanlarıma aman sende diyor

insanlar gözüme takılıyor
düşündüğüm, önemsemediğim, görmediğim
karmakarışık bir grup
bazen o bazen bu
bir şekilde beliriyorlar öylece
hareketsiz karşılıyorum
daha beynime ulaşamadan algılarım
geçip gidiyorlar

herşey geçip gidiyor
kaçanları kaçırmadığımı anladım
ben duruyorum birşeyler hareket halinde
ben hareketli birşeyler duruyor
olay basit

duruyorum şimdi sakince..

26 Ekim 2010

Telefon

Oturmuş gece gece bir yandan monitöre dalgın bakarken bir yandan kafamdan çılgın internet girişimleri tasarlarken (hiçbir zaman gerçekleşmeyecek girişimler çünkü hiçbiri 500bin den aşağı malolmayacak ve evet çılgın şeyler) aklıma geçen gün öğrendiğim birşey geldi ve kendi kendime güldürdü beni. Bizim pederin eve 70'li yılların başında telefon bağlanabilmesi için bakanlar kurulundan karar çıkmış.

komik.. şu anda iletişimde gelinen nokta ayrı bir boyut. bakanların o zaman işsiz güçsüzlüğü ayrı bir boyut. Gerçi bilemiyorum bakanlar hala böyle ottan boktan şeylerle ilgili kararlar falan alıyorlar mı?

kafam şu başta söylediklerime takıldı neden ben yiyebileceğim balıkları tutma peşinde koşmam ki. neden ürettiğim her proje 500 bin - 1 milyon seviyelerinde neden çılgın manyak dünyaya hakim olma projeleri bunlar.
birşey gerçekleşmesi makul birşey bulursam onunla uğraşıp durmam gerekecek diye mi fantastik şeylerin peşinde koşuyorum anlamadım ki..

22 Ekim 2010

Gay sayısı artmış mı ne?

gözlemliyorum da bu beyaz yakalı ufaktan 27 28 ini doğrultmuş ve üstüne geçmiş, yardımcı yada esas adam türünden titrler yapmış eli yüzü para gören studyo bir yerlerde tek basına yasayan erkeklerde bir gay yaygınlığı sezinledim.. 5 10 yıldır yıkanan beyinler, önce dikkat etmeye yöneltildi. Hayat tarzına giyime falan derken başka erkekleri inceleme sürecini getirdi bu erkekler arasında moda ve hayat tarzı muhabbeti ve seçmek, stil belirlemek derken erkeklerin başka erkeklere ilgi göstermeye başladığını görüyorum. Gerçekten yiyecekmiş gibi bakanlarından tut, çaktırmadan yazmaya çalışanlarına kadar..

Sanırım önümüzdeki 3 5 yıl gay devrimi falan olacak.
Ne kadar yazık..
Kadın gibi estetik ve sevilesi bir yaratık nasıl görmezden gelinir ama bunda kadınların da suçu çok..
bunu da gözlüyorum ve etrafımda kadın göremiyorum.
Devamlı ve sadece ayaklı sorun kümeleri var..
Var olmaya o kadar çok kafayı takmışlar ki kendilerini imha ettiklerinin farkında değiller.. bir kısmı da erkek olmaya çalışıyor.. yazık be..

End of the Instant Era

90ların o herşeyin instantına sahip olma döneminin kapandığını hissediyorum. Yaşlandığım için olabilir ama sanki gençler de bundan haz almıyormuş gibi geliyor nedense..

Saatlerce bekleyip hatta oluşumunu seyrederek birşeye kavuşmak ve bu versiyonun instant versiyonundan kat kat daha değerli, lezzetli, derin ve önemli olması.. bende instant olabilen herşeye karşı mide bulanmasına sebep oluyor ama işte hayat öyle bir şekle büründü ki tam kaçış yok. herşey karışık ve melez..

instant sebze meyve yemeden yapamıyorsun her daim organik peşinde koşulmuyor malesef..

ınstant a karşı savaş başlatıyorum..

14 Ekim 2010

Sarılmış

Geçenlerde belki daha da eskilerde.. bir domatesi dalından kopardım. avucumda tutup bir müddet baktım.
toprak ve bitkiler beni çok etkiliyor bu aralar.
o yeşil dallar
yarım metrelik gövde
kıpkırmızı domates
ve lezzet

düşün ve düşün..

12 Ekim 2010

Ufukta gözler

Geçenlerde içimdeki huzursuzluk beni dışarı attı ve kendimi sahil kenarında buldum. Sonbaharın bence bu en sonbahar ayında hafif soğuk tenimi ürpertirken ben dalgaların küçük çırpınışlarında kaybolup ufukta birşeyler aranıyordum. Gözlerim kilitlenmiş uzaklara kimbilir nereleri görmeye çalışıyordu. Aslında biliyorum sadece benden kaçmaya uzaklarda kaybolmaya çalışıyordu.

Kendimle kavgam bitmiyor. Bitmeyecek de belki.. Hiçbir zaman ne yapmak istediğimi, ne hissettiğimi ne olduğumu anlayamadım. Hala da anlayamıyorum. Gelgitlerim ve kendi içimde duyduğum kapatılması imkansız yalnızlık yarası, herşeyi çok çabucak yargılayıp sınıflandırıp modası geçmişler rafına kaldırma huyum.. bütün bunlarla artık başedemeyeceğimi farkettim. Aslında farkettim yanlış bir kelime kabullendim demek daha doğru..

Bazı acılar vardır sadece uyarır, ama bunun kısa sürmesi makbuldür ve aslında çok da işe yarar.. Kendinizi kaybetmek de işte böyle bir acı ama hiç bitmediği ve geçmediği için artık en büyük acılardan bile daha fazla acı verici oluyor.

Bugün bir ağacı öptüm. Neden yaptığımı tam olarak bilemiyorum. Kafayı tamamen yediğim için olabilir ama tam emin değilim bu yaptığımın delilik olup olmadığından.. Elimi dayamış öylesine duruyordum ağacın gövdesine ve bir an farkına vardım ki bu ağaç da bir canlıydı. Yaşayan bir varlık. Allahın yarattığı bir varlık. elimi gövdesinde dolaştırdım. elimi hissedip hissetmediğini düşündüm. elim hissediyordu ama. giderek içimden bir sevginin ağaca aktığını ve ağacın da bunu aldığını hissetmeye başladım. elim en azından verdiği sevgiyi anlayabiliyordu. sonra ileride duran bir diğer ağaca baktım. pek benzer ağaçlar değillerdi ama yine de düşündüm acaba kardeşler miydi? Yada yıllardır birbirlerinin varlığını hissederek aynı topraktan beslenerek belki kökleri biryerlerde birbirlerine değerek büyüyen iki yabancı ağaç.. Ama belki de birbirlerini seviyorlardır.. Asla birbirlerine sarılamayacaklarını düsündüm. Çok acı geldi bana. Gerçekten biraz düşünün size anlamlı gelen iki şeyin birbirini sevdiğini düşünün ve hiç birbirlerine dokunamadıklarını ve en önemlisi de sarılamadıklarını düşünün. Ne fena değil mi.. beni bu düşünce hep mahvetmiştir. Hadi biraz daha acıtalım ortalığı biri sevsin diğeri hissetmesin bile.. Aynı rüzgarda savrulmayı, aynı sıcakta kavrulmayı düşündüm.. Türlü ortak badireleri atlatıp da ayrı ayrı öylece durmayı düşündüm bir yandan da elimden sevgi akmaya devam etti ağaca. sonra belki de o ağacın bir daha başına gelmeyecek şeyi yaptım ve ağacı öptüm. Hissetti mi acaba.. bilemiyorum.. ben hissettim.

gökyüzü

Kendinizde hiç böyle bir anda geliveren ve gitmek bilmeyen bir dinginlik hissettiniz mi hiç? Ben akşamdan beri bu haldeyim. Bir garip birşey bu. Çok da anlatamıcam ama dışarıdayken hafif alacakaranlıkta bu dinginliği hissederek ellerim ceplerimde kendime sıkı sıkı büzüşmüş bir şekilde hafif ayazda gökyüzüne doğru bakmak ve ucsuz bucaksız gök ve ben olarak şu koca dünyada yalnız ama doygun hissetmek güzel geldi. Boynum ağrıyana kadar kalakalmışım öylece..

Bunu mu Giysem?

Bunumugiysem.com açıldı. Hoş tasarım ve hoş bir site oldu. Oraya kıyafetleri yükleyip insanların fikirlerini dinlemek ilginç olacak. Biliyorum bazı kıyafetlerimi beğenmeyecekler ve eleştirecekler ama hadi canım siz de ne anlarsınız demekten de keyif alacağım kesinlikle. Bazılarına ise bayılacaklar.. Kıskananlar çatlıcak o kıyafetlerimi görünce şimdiden peşinen oh olsun diyorum.. :))

7 Ekim 2010

Reis Bey

Merhamet. aradığım kelimeyi buldum. O kadar büyüleyici ve mükemmel ki : Merhamet. Anlayabilene hissedebilene tek başına, tek kelime Merhamet.

Reis Beye takıldım son zamanlarda.. Ben bu filmi nasıl olmuşsa seyretmemişim. Ve geçenlerde oturdum seyrettim. Necip Fazıl'ın hissettiklerinden bir kuplenin benim de hislerime tercüman olduğunun bilincindeydim ama bu filmi seyredince çok temel çok çekirdek bir düğümlenmiş his çözülüverdi.. Herşey bu kelimenin etrafında.. Neden Necip Fazıl bana birşeyler hissettirebiliyor? Bunu düşündüm.. Başka şairler hatipler nice kelimeleri kuvvetli insanlar var. Etkileyen insanlar da var ama hiçbiri birşeyler hissettiremiyor kuru bir anlam, kuru bir bilinç yükselmesi, sıkıntı verici bir farkındalık hep aslında bana zarar şeyler.. Fark sanırım empatide sınırsız olmak. Dost düşman şu ve bu diye ayırım yapmadan kendine odaklanmak başka insanları kendini anlamak olunca konu tamamen unutmak ve kendine dönmek. Dostu da düşmanı da düşünmek endişelenmek hissedebilmek.. Bunu hissederek varolabilmek. Ve temel olarak hayrın da şerrin de Allahtan geldiğine iman etmek. İyiyi de kötüyü de yaratanın Allah olduğunu bilmek. Aslında tamamen kendinle ilgilenmek. bir kulu yanlışlıkla incitmekten korkmak.

Merhamet


Çok büyüleyici bir kelime. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bir kelime yazmaya çalışırken binlerce cümle aklımdan geçip gidiyor. Merhamet dolu insanların yanında insan kendini kuş kadar hafif, onbinlerce gülümseyen insanlarla bir meydanda huzur içinde birarada, yemyeşilin her huzur veren tonuna bürünmüş ve daha nice güzelliklerle doluymuş gibi hissediyor.

Merhamet sulu ve lezzetli bir meyve gibi zevk veren birşey..

4 Ekim 2010

Türkiye ne halde..

"Baş örtüsü sorununu çözeriz" diye her gittikleri yerde millete vaadde bulunanlara, "Nasıl çözeceksiniz?" diye sorduklarında "Arkadaşlar üzerinde çalışıyor" yanıtını verdiklerini ifade eden Erdoğan, şunları söyledi:

"Samimi olmalarını umduk, gerçekten samimiyetle bu meselenin çözümüne katkı sağlamalarını umut ettik. Çünkü bizim meselemiz bağcıyı dövmek değil üzümü yemek. Meselenin üzerinde çalışan arkadaşların meselenin tasarım boyutu üzerinde yoğunlaştığını gördüğümüzde de umutlarımızı kaybetmedik. Ama maalesef dün, meselenin üzerinde çalışan arkadaşların nasıl bir sonuca ulaştıklarını gördük ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadık.Ortaya çıka çıka Pakistanİslam Cumhuriyeti modeli çıktı. 

Ortaya çıka çıka İran İslam Cumhuriyeti modeli çıktı. Yıllarca, toplumu kışkırtmak için, ayrıştırmak için, sanal korkularla toplumu tehdit etmek için Türkiye İran oluyor korkusunu pompalayan CHP bugün döndü dolaştı Türkiye'nin baş örtülü kızlarına İran modeli örtünmeyi tavsiye eder hale geldi. Her türlü hak arayışı karşısında, inanç özgürlüğüne yönelik her türlü ifade karşısında 'mollalar İran'a' diyen CHP şimdi İran modeli örtünmeyi Türkiye'nin kızlarına dayatma noktasına geldi. Bir özgürlük meselesini, bir insan hakkını, bir inanç özgürlüğü meselesini kakül meselesine, perçem meselesine indirgediler. Samimiyet bunun neresinde, tutarlılık, tutarlı siyaset, ilkeli siyaset bunun neresinde? Meseleyi sadece bir türban, baş örtüsü şeklinde kavram meselesi olarak görenler, meseleyi sadece bir perçem, zülüf, kakül meselesi olarak görenler, milletin değerleriyle, inançlarıyla üniversite kapısı önündeki genç kızların ciddi meseleleriyle istihza ettiklerinin farkına varmalıdırlar." 


Bunu okuyunca gerçekten üzüldüm. Tanıştığım onlarca insan geldi aklıma. Birlikte hep beraber yaşadığı, çoğunluğu müslüman olan şu ülkede komşusunun, arkadaşının inançlarına saygı gösteremeyen neyi niçin yaptığını anlayamayacak kadar cahilleştirilmiş ve uzaklaştırılmış kendi geçmişine köklerine bir iki jenerasyon üstüne bağsız ve bağlantısız ruhsuz özsüz bırakılmış şu toplum yığını geldi aklıma.. İman etmenin, inanmanın ne demek olduğunu bilmeyen inançların gereği yaşamanın bir inanan için ne demek olduğu konusunda en ufak bir fikri bile olmadan yaşayıp o insanlarla ilgili karar verebilme yetkisini de kendisinde bulabilen insanlar geldi aklıma. 
Bu tavırlarıyla onlarca yıldır insanlara müslümanlara zulum edenlerin seslerini yüksek çıkarabildikleri için ve de başka sesleri bastırabildikleri için, başka sesleri duyulmasın diye gürültülere boğabildikleri için bugüne kadar tasasız geldikleri bugüne.. bakıyorum da.. bir şeyler dönüşüyor birşeyler değişiyor.. dünün zalimleri bugün mazlum olmaya çalışıyor. ama olamıyorlar.. dünün mazlumları zalimleşirlerse onlara da yuh olsun. tarihlerinden ders alsınlar onlara zulmedenlerin bugün içine düşmekte oldukları durumdan ibret çıkarsınlar. İran iran diye korku salanların iranı örnek göstermesi bir insanın bence içine düşebileceği en büyük utançtır. 


Ben şahsen kadınların üniversite okumasının da gerekli olduğunu düşünmüyorum. Uygun ortamlar varsa isteyen okur istemeyen okumaz. Üniversite okumanın insanı modernleştirmediğini, ahlak sahibi yapmadığını, insan sevgisini arttırmadığını biliyorum. En güzel örnekleri zaten heryerde en basta bu sıstemın urunu olan kendım, kendımı ıslah etmek ıcın harcadığım eforu bu tahrıbatın ızlerını kapatmak ıcın harcadığım enerjıyı ben bılıyorum.  insana değer vermeyen egolarının şişkinliklerinden patlama noktasına gelmiş, kendisinden gayri herkesi hor gören onbinlerce ahlaksız okumuş insan her an heryerde karşımızdalar işte. Kültürlü olmak ahlaklı olmak bilgi sahibi olmaktan geçmiyor. hele ki üniversitelerimizin lise mufredatlarından farkı olmadığını ve her turlu gırısımcı ve gelıstırıcı zıhnı bırer koleye cevırdığı dusunulurse.. tamamen gereksız ancak hakka sahıp olarak okumamak ıle o hakkın elınden alınması apayrı seylerdır. 


tahammulsuz, anlama kanalları tıkalı sadece kendısını dusunen ve seven ınsanlar bugunlerde her baktıgım yerdeler ve mıdemı bulandırıyorlar. 


Icınde karsılıksız sınırsız ve onyargısız sevgıyı barındıramayan, her ınsanda kotulugu arayan ınsan karsısında her zaman en kotusunu bulacaktır. kotu de ıyı de bızım ıcımızdekı kadardır ve bız hangısını o an dusunuyorsak karsımıza o cıkacaktır. 





O ve Ben

"... Ama bu Kapı'ya beni köpek diye yazan, bu gemiye paspas diye alan sen, kabûl etmez misin ki, «O Kapı'nın köpeği» ve «O geminin paspası» olmak rütbesinin üstüne bu dünyada pâye yoktur? Kendimi, fikirde, san'atta, şunda bunda, dünyanın en büyük adamı görmek, bilmek, göstermek, bildirmek isterdim; tek, O Kapı'nın köpeğine mahsus derece belirsin diye... Sana ve senden, bağlı olduğum O'na devretmek için.. 


Gûya seni yazdım; atom ve füze devrindeki, inkâr ve ihtilâç asrındaki mâverâ kılavuzunu anlatmaya savaştım, gûya... Soluk bir kumaş üzerinde hâreli lekeler güneşi ne kadar gösterebilirse, bu kargacık, burgacıklar da seni o derecede anlatabilir. Eğer bu arada, kendimden, nefsimden birçok şey kattımsa, yine hâreli lekelerin güneşe bağlı olmasından; ucunda sen varsın, diye. Bu ölçü dışında, nefsim için, kendi başına ele aldığım tek nokta bulunduğunu sanmıyorum. Seni tanıyıncaya kadar hayatım, sana yaklaşmanın, uzaklıkta yaklaşmanın saadeti; seni tanıdıktan sonra da senden uzaklaşmanın, yakınlıkta uzaklaşmanın felâketi içinde, bütün teferruatiyle senin... Hayatım sensin!..    O ve Ben 



Necip Fazıl'ın hocasına karşı hissettiklerini döktüğü şu yazıları okuyunca bu dünyada çok ama çok başka anlamlara gidiyorum. Ve şu yaşadığım dünyanın en anlamsız anımdan utanıyorum. Bütün bedenimi bir ateş ve korku kaplıyor. Ben de kendi yol gösterenim kendi hocamı gözlerimin önüne getiriyorum. Bir an bir yumuşaklık sarıyor sahiplenilmenin korunmanın ne güzel birşey olduğunu hissederek ruhum ferahlarken bir yanda kendi çirkin varlığım ve karanlık ve bulaşıcı karanlık arsız nefsimin bana yaptırdıkları kalbimi avuçlanmış ve bir limon gibi sıkılmakta hissettiriyor. Dayanamıyorum. Aklım başımdan gidecek gibi oluyor. Allahım sana yalvarıyorum. Hakkımda hayırlısını hemde tez zamanda hayırlısını nasip eyle. Amin!
Kendine köpek diyen bir adam, kadı kaftanıyla ciğer satan bir adam, tuvalet temizlemek yakışır mı diye aklından geçirdiği için nefsini yoketmek için elindeki fırçayı bırakıp sakalıyla taşları ovalamaya başlayan adam.. bu adamları anlamak ve bu kendi benliğini yok eden davranışları doğru yolda doğru rehbere uyarak yapmak. iman etmek. allah için peygamberimizin izinden gidebilmek.. kalbinin buna açık olabilmesi bir insanın ve bunu anlayabilecek akla sahip olabilmek. bir şans bir nasip var elimle sımsıkı tutuyorum ama ne yapacağımı bilemiyecek durumda bir şapşallık halindeyim.. kurtulmam lazım.. 

25 Eylül 2010

Bluetooth

Aklıma geldikçe gülüyorum. Düşünüyorum da aslında çok komik bir olay olmayabilir ama böyle kafada kurgulasan bu kadar iyi gerçekleşmeyecek bir olay olması nedense beni güldürüyor. Belki de başıma hiç baştan aşağı kurgu kokan komik olaylar gelmez ve bu bir ilk ve ben çok sevdim belki de bundandır. :) Neyse anlatayım..

Şimdi arabalara bluetooth olayını koymuşlar ya bağlıyosunuz telefonu arabanın ses sistemine bluetooth çekim alanındayken eller serbest konuşuyosunuz. Hoş birşey.. Geçen bir arkadaşla buluşcaz bir yerde oturup birşeyler yicez atladım gittim. Mekana geldim arabayı verdim valeye mekanın kapısında arkadaşı arıom telden gelmiş mi nedir durumu diye. Telefon çaldı ve açıldı saniyeler sayıyo ben alo alo bağırıyorum ama ses gelmiyo karşıdan, alala falan oldum bi 40 50 sn baırındım soora jeton düştü ulan dedim arkama döndüm vale arabayı kapının orda bi yere parkedio yüzünde bir garip ifade hasktir oldum kahkahayı patlattım o sırada arkadaşımı gördüm. Yanına gittim ama gülüyorum o da beni gördü olm arıosun ne cevap vermiosun bi ton küfür ettirdin demez mi.. Ben yarıldım.. arabayı parkeden adamın halini düşündüm bir an hehehe adam neye uğradığını şaşırmıştı. Bi an kendimi adamın yerine koydum alıon birinin arabasını parkedion o sırada birden arabadan bi telefon sesi gelio soora birisi sizinle konuşuo "aloo aloo ne var lan biip bippp bippp cevap versene biip" şeklinde huhehaheh..

19 Eylül 2010

Korkuyorum

Bir süredir düşünüyorum tam olarak kendimi ve davranışlarımı analiz etmeye çalışıyorum. Elbette evet oyu kullanmamın büyük bir sebebi; devletçi ulusalcı ve yıllarca müslümanlara hayatı zor etmiş, bu kitleye - Türkiyede çoğunluk olan bu kitleye - bastırarak yıldırarak zorla, zulumle eziyet çektiren, kenara ve köşeye atıp inançlarıyla değerleriyle dalga geçip aşağılayan, inancına göre yaşamasına ve herkesle aynı eşit haklara sahip olmasına karşı çıkan, gaddar zihniyetin hakimiyetinin kırılması ve Türkiyeyi elinde tutan kurumlara çok sesliliğin ve değişik fikir ve görüşte insanların da girebilmesinin sağlanması. Dolayısıyla da buralardan çıkan kararların herhangi bir görüşe düşünceye ideolojiye ait olamaması. Olması gereken ve adil kararların yönetimlerin var olması ve demokrasinin gelmesi. Tam bu dediğim hemen olmaz ama hali hazırdaki o zalim insanlar en azından güçlerini kaybederler bu adımla başlamakta fayda vardır.

Ancak bir diğer husus da korkum. Nazlı Ilıcak'ın yazısı aslında tam o korkumu dile getiriyor. Bugün "kıyı" şeridinin korkuları var da benim gibi evet vermiş insanların korkuları yok mu?. Var ve diğerlerinden çok daha somut ve korkulması gereken bir korku. Yazıdan korkumu anlatan bir bölüm..

"...Düşündüm de, ben de korkuyorum. Oyunu bile atmayı beceremeyenlerin iktidara gelip ekonomiyi alt üst etmesinden, aynı Ecevit'in başbakanlığı döneminde yaşadığımız günlere geri dönmekten korkuyorum. Birinin "ak" dediğine, diğerinin"kara" diyeceği koalisyonlardan korkuyorum. Bu kadar dinamik bir başbakan yerine, yürüdü, yürüyemedi, düştü düşecek havasında birilerinin başımıza geçeceğinden korkuyorum. Enflasyonun tavan yapmasından, Türkiye'nin fakirleşmesinden, Ergenekoncuların serbest kalıp, Andıçlarla insanları karalamasından, darbecilerin yeniden palazlanmasından korkuyorum..."


Bugün de fakir insanlar var ve herşey mükemmel değil ancak yarın o beceriksiz ve yıllardır iktidar olamadığı için açlıktan midelerine kramp giren o kadrolar arsızca ve amansızca bu ülkeye dişlerini geçirip acımadan talan edecekler diye korkuyorum. Bugün fakir olan fakir olarak kalacak ama bugün biraz yaşama umudu olan geçinebilen yada zenginleşmeye başlayan insanlar darmadağın olacak ve batacak her dönem en tepede olmaya alışmış çok küçük bir zümre daha da yükselecek ondan korkuyorum. 10 yıl öncesine göre zenginlik daha tabana yayıldı ve belki 10 sene sonra daha da yayılacak bugün fakir olanlar için gelecekte bugün umut var ama "ötekiler" başa gelirse bu umut da kalmayacak bundan korkuyorum. İnsanı sevmeyen, insana değer vermeyen, geçim kaygısı para derdi olmadığı için kafayı ideoloji ve devletle bozmuş insanların başa gelmesinden korkuyorum. 
Belediye seçimlerinde bulunduğum ilçede oy vermeden önce adayların vaadlerine hayallerine baktığım zamanı hatırlıyorum. Beylikdüzü gibi İstanbulun en dinamik en yeni ve en hızlı gelişen büyüyen bir ilçesinde belediye başkanlığına seçilmek için cumhuriyet meydanı yapacağız, şiir festivali düzenleyeceğiz laik cumhuriyeti koruyacağız diyen zihniyetlerin başa gelmesinden korkuyorum. Ve bu korkularımda çok haklı olduğumu düşünüyorum. Bu zihniyet ne zaman başa gelse yada ucundan yaklaşsa Türkiye'nin acıları ve çektikleri hafizalarda. Oysa bu "kıyı" şeridinde yaşayıp da korkan insanları anlayamıyorum. 8 yıldır iktidarda olan bir partiden hala korkuyorlar. Anlayamıyorum. 
Nazlı Ilıcak Yazısı

14 Eylül 2010

Bir şeyler yazmak istiyorum ama şu son günlerde o kadar çok bilgi emdim ve o kadar çok düşündüm ki.. Beynim yazı üretecek fırsat bulamadı. Boğulmak da böyle bir şey işte sanırım..

İlk olarak beynimde bir yerlere yerleştirmem sınıflandırmam ve kategorilere ayırıp derleyip toplamam gereken hayatın ayrı noktalarına ait onlarca düşünce var ama yapamıyorum. Bunu yapamamak da beni huzursuzlaştırıyor, yoruyor üzüyor yıpratıyor.. endişe bütün vücudumu kaplıyor ve bir anda artık beynim tahammül edemeyeceği bir noktaya ulaşıp her şeyi yok farzedip tamamen bunların dışında çok laylaylom bir şeye gömülmeye çalışıyor. Kaç kere beynimi boynundan tutup topraktan çıkardım ama buna bir çare bulamazsam belki bir sonrakinde artık başarılı olamayacağım.

12 Eylül 2010

Toprak

Toprak beni büyülüyor.
Bazen bakakalıyorum.
Üzerine oturup ellerimi daldırıp avuçlamak ve sonra avucumda taneleyerek akıp gitmesini seyretmek hissetmek. Diktiğim bir fidana bakıyorum gün be gün suladıkça büyümesine bir sebzeye bir meyveye dönüşmesine bakıyorum.
Toprak ve su.
Çok acaip birşey
Saklayıcı koruyucu ve üretici. Tek başına hiçbirşey belki ama bu dünyadaki birçok şeyle etkileştiğinde çok fazla şey. Allahım yarattıklarını azıcık düşünüp şu cüzi aklımla gözlemleyip düşününce sarsılıyorum titriyorum ve aklım başımdan gidecek gibi oluyor.

3 Eylül 2010

Kıpkırmızı..
Çekiliyorum.. Belimden kucaklanmış sürüklenerek sanki.
Kırmızının çekimi işte. Gözlerimi yuvarlıyorum değişsin düzelsin istiyorum. Turuncu oluyor bir anda. Güzel mi?
Aslında pek beğenmedim. Açık bir mavi istiyorum herhalde. Ama mavi de sevmem ki. Kendimi kandırıyorum. Bordo. Mor. Parlayan bir gümüş grisi. Elimi uzatıyorum. Açıyorum avucumu parmaklarımı sonsuza ulaşmak ister gibi. Daldırıyorum en tepeden.. Yoğun kıvamda karışmalarını izliyorum.
Hissiz bir çene.

Vucudum da hep karmaşık.
Renkleri bir kenara koyuyorum. Birazını yanağımda bırakıp öyle kenara koyuyorum. Beden.
Beni yere bırakması için yukarı çeviriyorum gözlerimi nasıl bir anlam katabildiysem kendimi usulca alçalırken buluyorum. aman nasıl olsa bedenim sadece diyerek umursamıyorum hatta gülümsüyorum bile. Kurumuş renkler çatlıyor.

Bedenim karışık onu duymaya çalışıyorum. Hep severim o anda da denemek istiyorum. Her tarafını hareket ettirebilirken vucuduna beyninin emirlerini dinlemesini keserek sanki hiçbir uzvunun hareket etmeyeceği paniğini yaşatmak.

Gülümserken çatlamanın çizdiği yolu merak ediyorum.

2 Eylül 2010

Gülmek bazen güzel oluyor.
ama hep sonrasında daha derin düşüncelere dalıyorum..
hayatım gözlerimin önünden geçiyor
gözlerim çevremdekilere takılıyor
onların hayatlarını görmeye çalışıyorum istemeden
hızlıca geçip gidiveriyor..
elbette bilemem derinliklerini ama o an yaptıkları şey üzerinden bakıveriyorum.
sonra ölüm geliyor aklıma
3 5 bilemedin 10 20 yıl daha yaşayıp
ölüvereceğiz hem de nasıl olacağını bilemeden

kendinize nasıl bir ölümü yakıştırabilirsiniz..
hiç değil mi
evet zor
insan beyni bunu düşünemiyor
yatmış uykuda hissetmeden öleceğiz gibi gelir hiç birşey duymadan görmeden..
herkes böyle düşünüyordu ama herkes çok değişik öldüler
ölüm nasıl birşey düşündükçe garip oluyorum ve bu
kesinlikle
anlaşılmaz bilinmez ve her yaşayanın tecrübe edip de bir sonraki nesle aktaramadığı bir şey
işte sırf bu bile beni ürpertiyor.
Allaha sığınmak korkmak ve acziyetimi anlamak için yeterli oluyor.
ya o kibirli insanlar
kendilerini ve akıllarını üstün görüp aklın dediklerini gerçek ve doğru kabul edenler.
bir insan aklına nasıl güvenir nasıl onun ipiyle kuyuya iner anlayamıyorum
bir rehbersiz yola çıkmak bu koskoca hayatta nasıl mümkün olabilir
kör ve batmış insanlar..
beni yanınıza çekmeyin
rahat bırakın
temizliğimden beslendiniz çok zaman
artık daha fazla kirletemeyeceksiniz.
aptal ve azgın nefsim seni boğarak yok edeceğim..

25 Ağustos 2010

Birgün bu aptal insanlar chp yi iktidara getirmeyi başarırlar mı bilemiyorum ama korkuyorum ve üzülüyorum. Şu anda tüm o 2000 lerin krizini ve rezil Türkiyesini unutmuş insanların şımardığını görüyorum. Neden ve niçin olduğunu bilmeden 3-5 medya borazanının etkisinde kalıp tayyip erdoğana karşı çıkıyorlar ve onun iktidardan gitmesini istiyorlar birgün belki bunu da başaracaklar. İşte o gün bu ülkeye çok yazık olacak. Bir CHPli yada bir MHPli yada en kötüsü ikisi birlikte bu iktidara gelecek ve ülke yine ve emin olun ki bunların iktidarının üzerinden 1 sene geçmeden 90 ların o rezil ekonomik sosyal yapısına geri dönecek. Tek özelliği eline 3 5 dosya alıp televizyonlara çıkmak olan bir adamdan başbakan olacağını umanlar çok yanılacaklar. Tayyip yiyor, Tayyip şeriat getirecek, Tayyip padişahlık kuracak yargıyı da ele geçiriyor diye sadece çok belirli zümrelerin toplumu kendi çıkarlarına doğru yönlendirmek için ortaya attığı dangalak iddialara kananlar ve hepimiz çok ağlayacağız. ama iş işten geçmiş olacak. Çok yazık olacak, ülke hiç soyulmadığı kadar soyulacak, ülke hiç talan edilmediği kadar talan edilecek.. 


Daha önce iktidara yaklaşan bu insanlar nasıl olsa kaybetmeyiz diye yeterince soymamışlardı ki buna rağmen en tarihi ekonomik krizlerden birini yaşamıştık. Şimdi hem yıllardır iktidardan uzak olmanın hem de bir daha bu şansı bulamayızın etkisiyle öyle bir soygun yapacaklar ki halk pişman olduğunda ülke bir daha toparlanamaz bir halde olacak. Ben söz veriyorum bunları yapacağım diyene inanan bir halk. yazık. hiç mi ders alınmaz. hele de böylesine kukla ve oturduğu koltuğu dolduramayan hiç bir dişe dokunur yönetim başarısı geçmişi olmayan bir lider kılığındaki balona inanmak. yada tek işi gücü kürsüye çıkıp bağıra çağıra ağzından tükürükler saçarak ne dediği bile anlaşılmadan böğürmek olan bir çirkin adama inanmak bunların peşinden gitmek. 

Tayyip de suçlu, çok büyük vebal altında.. bir gün bunlar iktidar olursa bu onun suçu olacak ve bu vebali nasıl öder bilemiyorum. Eline geçen bu gücü doğru kullanamadıysa, ekibinde ve kendisinin yakın çevresindekilerin yolsuzluk yapmasına göz yumduysa yada yummak zorunda kaldıysa ve hatalı adımlar attıysa bunlardan dolayı da işte halk onu değil de diğerlerini seçecekse Tayyip de hatalı, Tayyip de sorumlu.. Yaptığım hizmetlerin milyonda biri kadar da çevreme gitmiş ne olur ki dediyse. Yada bunca şey yaptım diye türkiyeye bakıp da kibirlendiyse ona da yazık o koltuğa en başta talip olmasına da yazık..

Umarım korkularım olmaz. Bazen içimden aslında olsun çok matah birşey yapıyormuşcasına şu tayyip gitsin diye bağıranlar ve onları alkışlayanlar muradlarına bir ersinler de sonra görsünler o tayyip gidince ülke ne hale geliyormuş diyesim geliyor ama hemen tövbe ediyorum 3-5 balık hafızalı ve gözü dönmüşün, muhakeme yeteneğinden yoksunun pişmanlığını görmek için koskoca bir ülkeyi bir milleti tehlikeye atmayı düşünmek büyük şerefsizlik olur.. 

Allahım sen bizi basiretsiz, beceriksiz ve din düşmanı idarecilerden koru. 

15 Ağustos 2010

Uzanmış..

Öylesine uzanmış hafif tavana doğru yönelmiş gözlerimle karanlıkta görmeden düşünüyorum..
İnsanlığımı düşünüyorum..
Kalbimin çarpışını hissederek düşünüyorum..
Benden ne bekleniyor bilmiyorum yada herhangi birşey beklenmiş miydi..
Eğer öyleyse kimdi bunlar..
Bazı insanlar geliyor aklıma çeşit olarak.. Hırslı, mücadeleci, hedefli, boynu bükük, küçük başarılarda mutlu, başarısızlıklarını saklamaya çalışıp mütevazi görünme kılıfında, kibirli ama ezik, kibirli ama vahşi, hayatı ve dünyayı kendi hakkı gören vs.. binlerce..
Çoğu mide bulandırıyor..
Kendimi bunlardan hangisiyim acaba diyerek tanımlamaya ve bir sınıflandırmaya sokmaya çalışıyorum..
Bir sürü mide bulanıklığına ait olduğumu görüyorum..
Değişmiyor..
Bir şeyler değişmiyor..
Ruhumdan çok şey kaybetmişim, dünyanın etkisi ve varlığı zaten hiçbir zaman benim için gerçek olamamıştı.. Üstüne bir de bu kayıplar.. Ne istediğimi biliyorum ama takatim yok istemeye..
Gözlerim kapanıyor..
Bu anda kaç insan ölüyor acaba diye düşünüyorum.. Sonra da aklıma kaç insan orgazm oluyor kaç çocuk doğum yoluna çıkıyor..
Küçüklere bakıyorum, 10 yıl, 20 yıl, 40 yıl sonraları gözümde canlanıyor.. bende küçüktüm ve işte bilmem kaç yıl sonra bu oldum..
Ne oldum ben?
O gördüğün konuşamayan yürüyemeyen öylece uyuyup duran yada ağlayıp zırlayan küçük şey birgün insanların hayatında yer alcak. Karar verecek yapacak edecek..
Nasıl yorucu..
Gerçeklerden uzaklaşıyorum.
Her gün her an uzaklaşıyorum..
Kendimi kendime hapsedip kendimi sevdiğim ve saydığım sorunsuz bir imparatorluk kurmak istiyorum ama kafayı yemiş olmak ürkütüyor beni..
Yüzlerine bakıyorum insanların..
Karanlık, gözleri oynayan, sessizliklerinde çığlıklar atan feryat eden bağıran çağıran, baskı kurmak için yırtınan ve bunun için her türlü yolu deneyen çok ama çok fazlaca insan orada burada..
Ne kadar sevimsiz ne kadar uzak herkes, "ben"in var olduğu alanlar beni boğuyor. Herkes ve herşey çok çirkin ve bu karanlığın içinde bende ister istemez kapkaranlığım ve bu utanmama sebep oluyor.. ama çözüm yok..

13 Ağustos 2010

Hiç bir referandumda oy kullanacağımı düşünmemiştim. birisi söylese git işine başka derdim mi yok bir pazar günü bununla uğraşayım derdim. Ama ortalığı gördükçe bir oyun bir oy olduğunu düşünmeye başladım. Gerçekten hayır oyu vermeyi düşünen insanlar olduğunu görünce bunlara karşı oyumu belli etmem gerektiğini ve kendi sesimi bir oy ile de olsa (normali de budur bir insanın bir oy hakkı vardır) duyurmam gerektiğini hissettim. Beni buna zorlayan durumları eleştirmeyeceğim çünkü bu bir süreç ve bu olması gereken bir süreç ama inanıyorum ki herşey iyiye ve normalleşmeye doğru gidiyor.

Bugune kadar Türkiyenin içinde olduğu durum anormaldi. Giderek normalleşiyor. Bu değişiklik yapılırsa da bu normalleşme daha da yol katetmiş olacak. Beni oy vermeye iten en önemli etken de CHP'nin halkı salak ve enayi yerine koyarcasına AKP'nin yargıyı ele geçirmeye çalıştığından dem vurması oldu. Bir kere benim anladığım bir yerler ele geçiriliyorsa bile burada AKP değil hükümet bir yerleri ele geçiriyor olacak ve hükümeti beğenmezsin ve gönderirsin olur biter. Ha yok çoğunluk bir hükümeti seçiyorsa da o zaman bence sorun yok o hükümet özgürce istediğini yapsın zaten. Ben korkmam zira bunca yıldır iktidar olamamış aldığı en yüksek oy onlarca yıldır yüzde 20 leri zor geçmiş olan bir CHP devletin tüm kademelerini ele geçirip bu milletin anasını ağlattı da hala ayaktaysak daha kötü hiçbirşeyin olacağına inanmam. Sonuçta da çoğunluğun istediği seçtiği olacaksa da bundan güzel ne olabilir. Benim istediğim olmayacaksa bile. Nerede o sözde demokratlar.. Gerçek demokrasiye daha var ama geliyoruz ve bu güzel.. 411 el kaosa değil artık çözüme halkın istediğine temsilin gösterilmesine kalkacak..

Aklıma geldikçe sadece utanmazlar diyip kendimi tutuyorum.. Hala daha türbanı ben çözerim diyerek ortalıkta dolaşıyor bir de..

10 Ağustos 2010

Bugün x'un bir yazısını okudum ve birden düşüncelere daldım ve kendimi sinirlenmiş buldum. neden bilemiyorum ama elinde böylesine güç bulunan bir adamın bu kadar boş yazılar yazıp ve de hatta göbeğini kaşıyan adam diye tanımlamalar oluşturup insanları aşağılaması beni sinirlendiriyor. burda x bir örnek yoksa neredeyse bütün köşe yazarları ve elinde güç olup da iyi şeyler yapma imkanı ve aklı varken bunu kolaycılığa vurup kendi mastürbasyonuna yontanlar hepsi..
bu adam mesela devasa bir resim olan hayatın içinden miniminnacık bir detayı alıyor ve onun üzerine yükleniyor. bu şey gibi, uzaktan baktığınızda mükemmel görünen herhangi bir eser vardır el yapımıdır ama yakınlaşır iyice incelersiniz ve bazı noktaları hatalıdır işte bunun gibi. doğru söylemek cımbızla en nadide eserlerin bile bir yerlerinde var olan kusurları gözler önüne sermek yiğitlik değil olsa olsa luzumsuzluktur. Herşeyin yamuk yumuk olduğu bir hayatta ise senin kaygılandığın noktalar başkalarını ilgilendirmedi diye insanlara çamurlaşmak tanımsız.. hergün yazılarına eline ayağına sağlık diye yorum yapılsın bu yorumlar yapıldıkça da ben doğru yapıyorum zannederek aslında hayatın boyunca hiçbirşeye dokunmadan olumlu tek bir şey yapmadan zenginlik refah içinde huzur dolu güneşin üstüne hergün doğduğu ve kimsenin gölge etmediği bir hayatı yaşayıp hergün karla çamurla boğuşan insanların hayatını anlamadan onların hayatını daha da zorlaştırmaya ve de hatta senin o mutlu hayatına bir sıkıntı gelir diye o diğer insanların hayatını önemsemeden onları aşağılayarak karışma hakkını bulmak insan olarak bile görememek midemi bulandırıyor iğreniyorum..

göbeğini kaşıyan adamı tanıyorum ben, sabah kalkıp işine giden dükkanını açan akşama kadar birşeyler satabilmek için çırpınan, binbir taklalarla ticaret yapmaya çalışan zamanın dünyanın finansal dertleri ve dalgalarıyla boğuşan o fabrikada şu madende şurdaki restoranda bir geçim için terleyen bir adam. Çocuğunu elinden geldiğince ezdirmeden giydirmeye çalışan ezdirmeden herşeye sahip olması için çalışan bunun için giymeyen yemeyen, çocuğunu arkadaşları içinde mutlu görünce kendiyle gurur duyan. daha fazla imkana ulaşmak için iş yerinde orda burda fırsatlar bulmaya o fırsatları değerlendirmeye çabalayan belki bunu tamamen bencilce karşısındaki diğer göbeğini kaşıyan adamlarla mücadele ederek, atlatmaya çalışarak yapan akşam karısının yaptığı yemekte huzur bulmaya lezzet almaya çalışan, televizyonla günün tüm sıkıntılarından alacağından, borcundan zihin olarak uzaklaşmaya çalışan, kendisini düşünmeye zorlamayacak dizilerde filmlerde rahatlık arayan bir insan. gece olduğunda karısı yatmaya gittiğinde o televizyonu kapatıp balkona oturup sigarasını karanlığa yakan, borçlarını çeklerini kredi kartı taksitlerini kara kara bir müddet daha düşünen ve içeriden aslında omuzları çökmüş ama bunu belli etmemeye çalışan belki durum çok sıkıntılıysa sigara dumanına iki damla gözyaşı karıştıran adam o. Bu adam yıllarca o gelmiş başa çarpılmış bu gelmiş çarpılmış piyon gibi almışlar oraya vurmuşlar buraya ama bir dönem bir adam gelmiş ve onların dilini konuşan dertlerini anlayan ha belki hiçbir şeyi düzeltememiş, çok küçük kıpırdanmalar oluşturabilmiş ama o kadar.. Ancak onlara göstermiş ki o köşe yazarları o rahat huzur içindeki insanlar aslında göbeğini kaşıyan adamın yanında değil hala onu piyon yapıp sağa sola çatmakta onun için birşeyler yapma potansiyeli olan tabi o da kapasitesi kadar bir iktidarla savaşmak için kullanıyorlar onu. rejim diyorlar, birşeyler diyorlar beyni dolmuş taşmış bir adamı ilgilendirmeyen birşeylerden bahsediyorlar sonra da kendisine hakaret edip gülüyorlar
o kadar derdin içinde bu huzur içinde yaşayan insanlarla aynı kaygılara sahip olmadı diye aşağılanıyor.

bana çok yanlış geliyor. üzülüyorum.
önümüzdeki ayı nasıl çıkaracağını bilmeden, bıorçlarını tahsil edemediğin için kendi yazdığın çeklerin kaygısını duyarak o sigaradan derin derin çekmek ne demektir bilmeden yada daha da beteri bilerek gidip de boş boş tesbitler yapıp bir zümreye kendini alkışlatmak sonra dönüp diğerini alkışlamak al gülüm ver gülümlerle şen şakrak kahkahalarla kadehler tokuşturup yaşamak,... utanç verici..

ölüm tüylerimi ürpertiyor. 
ölüm nefesimi kesiyor
başka birşey düşünemez oldum bu aralar


ölümü hissetmekten kaçış yok 
erteleyemezsin

Siyaset bazen midemi bulandırıyor.. Türban meselesini birtek biz çözeriz diyen kemal beye başbakan bir yanıt vermiş. Demiş ki sen ve senin partin değil mi AKP nin ve MHP nin ve de bazı bağımsızların birleşerek 411 kişi evet dediği değişikliği anayasa mahkemesine götürüp oradan bu sorunun çözümünün iptal edilmesine sebep olan.

Evet ilginç değil mi ben bunu unutmuştum. Ve bu pişkinlik karşısında midem bulandı. Senin kitlen türban sorununun çözülmesini istemiyor ki. türbanın hatta daha da yasaklanmasını tamamen yok edilmesini istiyor. o zaman nasıl da çıkıp bir tek biz çözeriz diyebiliyorsun. Bu lafınla AKP nin kitlesinden oy mu alacağını zannediyorsun. Salak mı o insanlar bu nasıl bir hayal aleminde yaşamak bu nasıl seçmeni aptal yerine koymaktır. Herkes; olmaz ama hadi seçildiğini düşünelim o zaman bu konuyla ilgili yasak olan yere girene kadar takıyor ya yeter diyip geçeceğini ve işte bakın çözdük diyeceğini yada buna benzer bir saçmalık uyduracağınızı biliyor. Kim kanar ki.. Kendi seçmenine karşı gelemeyeceğini, partinin içinde dine imana karşı gözü dönmüş esas yönetenlere karşı gelemeyeceğini ve aslında senin de çözüme dair bir niyetinin olmadığını çok iyi biliyor..

Herkes senin o sorunu çözmek yerine o sorunun var olmasına sebep olduğunu ve çözmek bir yana daha da derinleştirmek için elinden gelen herşeyi yaptığını biliyor.. Türbanı yasaklatırken bayram ediyordunuz önlerini kestik diye belki ama işte milletin iradesine yapılan bu zorlamalar gün gelip içeride büyüyüp senin karşına dikildi değil mi.. Şimdi keşke böyle bir şey yapmasaydık da bunun sayesinde oy toplayan bir rakibimiz olmasaydı diyorsunuzdur. İnsanlara zulum ederseniz bir gün o zulum gelir döner dolaşır sahibini bulur.. Kim olursa olsun. Dikkat çekiyorum başkası da size zulum eder demiyorum o zulum gelir bulur..

Türban bir örnek çok rahat alıp her konuya uyarlanabilir. Samimiyetsiz, inandırıcılığı olmayan, beceriksizliği konusunda kimsenin şüphesinin olmadığı bir parti bugüne kadar her değişimin önünü tıkamış Türkiyenin kendi yolunda akmasını engellemiş. Yıllar kaybetmişiz.. Yazık.

9 Ağustos 2010

CHP, AKP'yi sivil dikta oluşturmaya çalışmakla, kadrolaşmakla falan suçluyor ya beni çok güldürüyor. Şu anda zaten bundan yıllar önce iktidarın kenarından köşesinden tuttukları zamanlarda yerleştirdikleri kadrolarla görüntüde sivil derinlere inildiğinde ne olduğu belli olmayan diktayı oluşturanlar zaten kendileri değil mi? %20 olarak geri kalan %80 i yada en azından %47 yi bastırıp benim dediğim olacak uygulamalarına maruz bırakan onlar değil mi?
AKP hadi diyelim ki "sivil dikta" oluşturuyor onların ancak yapacakları bu sivil dikta uygulama imkanını azınlık bir muhalefetten alıp halkın çoğunluğunun seçtiği hükümete vermek olabilir.
Bu da bana sanki demokrasi gibi geldi?

8 Ağustos 2010

Tayyip Erdoğanı seviyorum şu anda daha iyisi olmadığına göre bu adamın önü kesilmesin ve yürümeye devam etsin istiyorum.. İç karartıcı CHP ve benzerlerinden Allah korusun..

30 Temmuz 2010

Adalet Sarayı

Ne zamandır komik bulduğum birşeydir bu.. Yazayım diyordum ama gereksiz birşey olduğundan yazmıyordum ama bugün canım sıkılıyor yazayım bari..
Avrupanın yada bilemiyorum belki de dünyanın en büyük adalet sarayını inşa ediyorlar istanbulun göbeğine..
ve
bu adalet sarayı yuvarlak..
evet yuvarlak koşesiz devasa bir şişko gibi bir adalet sarayı inşa ediyorlar. herşeye yeni yorumlar getirilmesine varım illa şablonlarla hareket edilmemeli ama bu yeni yorum getirmeyi yaparken anlam değiştirmek de aptalca bir hata değilmidir. ben kreativitenin sıunırlandırılmış çerçeveleri çizilmi,şliğin içinde kendini gösterebildiği zaman hoş olduğunu düşünüyorum.
Köşesiz, yuvarlak bir adalet bana saçma geliyor bilmiyorum detayını ama eminim o adalet sarayının kapısı da allah bilir bildiimiz iki buçuk metrelik doner bi kapıdır. şöyle 20 metre yukseklığınde 5 metre genişliğinde kalın çerceveli girerken seni ezen bi yamuğun varsa titreten bir kapı değildir..

yuvarlak adalet..

24 Temmuz 2010

Fısıldıyor..
Müzik herhangi birşey duymama engel ve duyamamaktan da rahatsız değilim ama dudaklarını kulağımda hissediyorum. içkisinden aldığı son yudumdan kalan nemli dolgun dudakları duyabilmem için iyice yaklaşmış kulağıma neredeyse okşuyor, öpüyor, yalıyor..

Müziğe teslim olmuşum kafam dönüyor ve tüm vucudum dudaklarını hissediyor. Konsantrasyonu arttırmak için gözlerimi kapatıyorum ve nefesimi içime çekip vermeyi kesiyorum..

Anlıyor. Dinlemediğimi anlıyor. Önce emin olmak için başını hafifçe eğip gözlerime bakıyor. Tabi ki göremiyor. Kapalı gözlerimle bunu anlıyorum. Açıyorum.. O duraksayan gözler bir çift muzipe bırakıyor yerini.. Bir el yanağıma uzanıyor bir el başımı çekiyor kendisine ve o tüm bedenimle hissettiğim dudakları dudaklarımda hissediyorum.. Elbette gözlerim kapalı nefesim tutulmuş..

Sadece bedenimde atmakta olan müziği duyuyorum.. Sonra herhangi birşey duymayı boşverip elim bele dolanıyor.. İncecik elbisenin üzerinden dolaşıp bir yerlere gitmek üzere yola çıkıyor..

12 Temmuz 2010

Soğuk! Dondurucu soğuk, yarı uyuşmuş bedenim her geçen saniye biraz daha fazla soğuğu hissediyor..
Üzerimdeki incecik tşörtüm ve kot pantalonum yerden emdiği bütün soğuğu bedenime aralıksız iletiyor.. Çıplak ayaklarımı altıma çekmeye çalışıyorum, kıvrılıp dertop olmuş olabildiğince az yer kaplayarak ve büzüşerek kendimi ısıtmaya çalışıyorum dışarıdaki soğuğa karşı bir set çekmeye çalışıyorum ama nafile..
Titriyorum içeriden dışarıdan aralıksız ve 10 şiddetinde titriyorum. Dişlerimin takırtısı beynimdeki soğuk algısını birden yüz katına bin katına çıkarıyor daha fazla üşüyorum..
Yukarıdaki camsız pencereden süzülen beyazımsı garip ve ürkütücü ay ışığı daha soğuk çağrışımları yapıyor ve ben çok üşüyorum.. Duvarlardaki sızan sular buz gibi parıldıyor zihnim her yerden her şeyden daha soğuk daha soğuk dayanamayacağın kadar soğuk mesajları alarak yüzbinlerce iğneyle dürtülüyormuşcasına acı içinde çaresiz beni yok olmanın eşiğine taşıyor..
Dayanılmaz bir acı içindeyim ve hem acıyı hem soğuğu ve hem de çaresizliği an be an algılamaktan delirecek gibiyim.. Bileklerimdeki kalın demir halkalar, yeterince soğuk girişi için bünyeme yer yokmuş gibi tuz biber oluyorlar. Hareketsiz ve tutuklu olmak değil ama demirin soğuğuna temas etmek zorunda kaldığım için öfke içindeyim.. Halkalar duvara zincirle bağlı ve hareketlerim çok kısıtlı.. Buraya nasıl düştüm buradan nasıl çıkarım bunları düşünemiyorum bile soğuğa teslim olmak üzereyim ayak parmaklarımı hissetmeyeli uzun zaman oldu. Donmaya başladım sanırım..
Soğuk! Çok soğuk..

6 Temmuz 2010

Artık bedenim sinyaller veriyor.
Ağrıyor
Sızlıyor
Acıyor
Çevremden belirtiler saydığımda kalbine baktır ciğerine baktır şekerini kontrol ettir vs gibi geri dönüşler almaya başladım..

Sağlık elden gidiyor
Kendimi giderek daha kötü hissediyorum
aynaya bakıyorum bu yaşlı kalınlaşmış bedeni iyice çirkinleşmiş suratı tanıyamıyorum.. yabancı gibi geliyor ama değil..
hissetmeden hayatımın zirvesine çıkmışım da inişe geçmişim bile..
bomboş hayalleri düşünerek geçirilmiş işe yaramaz bir ömür..
ne şimdiye kadar birşey yapmışım nede yapmaya dair bir isteğim gücüm var..

nasıl olup da çalıştığını muazzam bulduğum kalbim bir gün duruverebilir.. şaşırmam, bir sebebi de olması gerekmez gerçi benim bir etkim yok zaten ama elimden geldiğince kötü etkilemek için uğraştığımı söyleyebilirim..

çook aahlar ve vahlar var içimde birikmiş.
yazık bana, yazık zamana harcanan ve tüketilen herşeye..
bir incir çekirdeğini doldurmayacak boş duygular hisler hayaller
gerçeğe yönelmeyi beceremeden geçirilmiş anlamsız gereksiz mutluluk bile vermemiş geçirilmiş yokedilmiş yıllar.
yazık be..

4 Temmuz 2010

İncitmek - bir büyüleyici kelime daha.. bu kadar zarifce ve bu kadar arada bir tonu tanımlamak..
bazen bu nefret ettiğim dil beni şaşırtarak kendisine hayran bırakıyor..

bende de var eşşeklik hiç ilgi duymadım ki.. biraz kurcalayayım biraz araştırayayım biraz kendimi zorlayayım şu dili daha zengin daha verimli ve derin anlamlı olarak kullanayım diye...

ah ahh nelere ilgi duymadım ki.. nedenini de çok bilemiyorum sanki öz kimliğimin üzerine siyah bir örtü örtülmüş de karanlıkda kalmış gibi.. varlığını bilmişim ama hiç ortaya çıkaramamışım..

herşey Allah'ın takdiri.. karşıma seçenekler çıkmış ben bu yoldan gelmişim aslında önemi az son 1 tane yaşam gibi ve onun nasıl olacağı önemli.. incitmeden, incinmeden..

bilerek yada bilmeyerek mutlaka çok insanı incittim. yazık bana.. tövbe ediyorum. Allahım sen beni affet..

29 Haziran 2010

Leyla

Arayan belasını da, Mevlasını da bulur derler. Aramak, ihlasla istemek, buna kavuşmak için azimle çalışmak demektir. Bir şeyi iyi yapmak, onu çok ve devamlı yapmakla mümkündür. İnsan zamanla o işin ustası olur. Allah yolunda azimle çalışan da Allahü teâlânın rızasına kavuşur. İnsan sevdiğini çok anar. Çok anınca ikisi arasında bilmediğimiz bir şekilde muhabbet hasıl olur. Onun için neyi aradığımıza, neyi çok andığımıza dikkat etmeli. Delikanlının biri, ilk görüşte bir kıza âşık olmuş, kızın haberi yok. Kızın evini öğrenir, gider babasına kızıyla evlenmek istediğini söyler. Bunu ne kız tanır, ne annesi tanır ne de babası. Dolayısıyla adam kovar bunu.
Delikanlı da o bölgede olan evliya bir zata gitmiş, durumu anlatmış:
- Ben o kıza ilk görüşte aşık oldum, gittim istedim, beni kovdular. Ne olur bu işe bir çare bulun, beni o kızla evlendirin.
- Dediklerimi yaparsan, bu çok kolay.
- Efendim ne isterseniz yaparım, yeter ki o kızla evleneyim.
- Kızın adı ne?
- Leyla.
Bunun üzerine, o mübarek zat, genci bir odaya kapatır. Ona der ki:
- Burada Leyla Leyla diye bağır. Namaz, abdest, yemek haricinde bu odadan çıkma ve devamlı Leyla Leyla diye bağır; sevgi ve talebinde samimi isen merak etme Leyla’ya kavuşursun.
Aşık genç, inanamamış ama; başka çare olmadığı için bağırmaya devam etmiş. 
Üçüncü gün genç bir kız dergaha gelir. Hoca efendiyle görüşmek istediğini söyler ve der ki:
- Efendim üç gün önce bize bir genç geldi, beni çok sevmiş, evlenmek istiyordu. Bunu hiç tanımıyorduk, ben de dahil olmak üzere ailece onu kovduk gitti. Sonra ne olduysa yavaş yavaş o gence kalbim meyletmeye başladı, derken ben de ona aşık oldum. Ben de şimdi onunla evlenmek istiyorum ama kimdir, nerdedir, hiç tanımıyoruz. Onu bulmanız için, yardım etmeniz için geldim.
Bunun üzerine mübarek zat, gencin bulunduğu odanın kapısını açar, al sana Leyla der. 
Delikanlı, bakar ki gerçekten Leyla gelmiş. Demek ki başka şey isteseydim ona da kavuşacaktım diyerek, Leyla'dan vazgeçip hocanın talebesi, Allahü teâlânın da sevgili kulu olur. 

Bir elma ve imam-ı a’zamın babası

Şemseddin-i Sivasi'nin Menakıh-i İmam-ı a’zam isimli eserinde şöyle yazılıdır:

İmam-ı a’zamın babası Sabit (rahmetullahi aleyh) küçük yaştan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi idi. Yüzü gayet nurlu olup zühdü, salahı ve ilmi pek çok idi.
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi. Fakat tükrüğünde kan gördü. Şimdiye kadar böyle bir hâl görmediği için tükrükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin etti. Yediğine pişman oldu. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu. Bu zatın gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmaları toplayıp götürülse yine bir şey demeyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler. Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi anlattı, ya parasını almasını veya helal etmesini istedi. 
Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takva ve verasının doğru olup olmadığını öğrenmek için şöyle dedi:
- Yediğin elmam için ne vereceksin?
- Altın gümüş neyim olsa veririm.
- Ben altın gümüş istemem ama, eğer kıyamette senden davacı olmamı istemezsen bir teklifim var, onu kabul etmen gerekir.
- Teklifin nedir?
- Yapacaksan söyliyeyim...
- İslamiyete uygunsa yapabilirim.
- Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.
Sabit hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul etti. Düğün hazırlığı yapıldı. Sabit hazretlerinin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir oldu. Hemen kayınpederine koşup, (Efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok, tam tersi!) Kayınpederi tebessüm ederek, (Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allahü teâlâ mübarek ve mesut etsin.)
İşte bu evlilikten, yani böyle ana babadan imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri dünyaya geldi.