30 Mart 2011

Ver yansın

Bu boktan dünyada sikik ilişkiler ve alabildiğince sığ ama kendini boncuklu bok zanneden moron arkadaşlarla yaşamaya mahkum olmak ne demek sen bilir misin Jack?
Bilmezsin ama merak etme anlatmayacağım zaten tecrübe et ve öğren. Dersin bugün başladı..

Götünü sikmek için fırsat kollayan, yüzüne gülümseyerek bakarken başkalarının sırtından çıkardıkları kanlı bıçakları sana da saplayıp sağa sola oynatarak deşmek için derince fırsat kollayan keneleri kendin tanı istiyorum.
İlk geldiğin ve karşımda saygıyla karışık bir hayranlıkla durduğun gözlerini benden alamadığın sidik kokulu, insanın yanına yaklaştırmayı istemeyeceği halini anımsıyor musun? Bokumun üzerinde vızıldanan yeşil renkli sikik Jack! Gözlerime bak ve dik dur köpek. Ağlak suratın en fazla olsa olsa bir sopayla darmadağın edip kırıp parçalama isteği uyandırıyor.

Bugün artık bana içinden iğrenerek bakarken dudakları ardına kadar açılmış bozulmuş et moru amcıklara gülümsüyorsun. Suratının ortasına fortlasınlar ve kalkıp uzaklaşsınlar sen de ne oldu şaşkınlığında çükün içeri kaçarken geri benim huzuruma nasıl geleceğinin planlarını yaparsın yapabilirsen.

Ama kurtarayım seni bu dertten kıçına dünyada bulabileceğin bütün kalın ve uzun objeleri soksan da bu yer bu halılar o dizleri hissetmek istemiyor. Ve bu öyle bir huzur ki gelmemekle kurtulamazsın kaçsan uzaklaşamazsın. Bir dar amcığa bir huzursuz korkak göt deliğine hayat tercih edilince olacaklar bunlar işte..

Sanat ben anlamamak

Bugun bır haber vardı acı acı dusundurttu benı sımdı arandım lınkını buraya koyayım dıye ama bulamadım kaldırmıslar buyuk ıhtımalle.

haber su beren saat bır sergıye gıtmıs burada da konsept gereı gelen mısafırlere penıs seklınde seker vermısler haberın baslıgı da beren elıne alınca utandı gıbı bıse bır tane foto var beren guluyor ve elının oldugu bolum de mozaıklenmıs bıse gorunmuyor

bu haberı ılk once okudum dedım
1 - bunu yazan ınsanın sevıyesızlııne tukureyım ne beren utanmıstır belkı nede bılmemne artı bızı ne ılgılendırır belkı beren sekerı almamıstır bıle ama berenın resmını ve olayın ıcerıgını goren acar muhabır hemen baslıgı atmıs

2 - sanat denen sey nedır ben anlamıyorum nedır penıs seklınde seker verınce ne denmıs oluyor bunu ben alsam ve sekerı emsem ne olmus olacak tabularımı mı yıkacam yıksam ne olacak penısden urkmez hale gelsem ıpne olsam gotumu yardıra yardıra her ıstedııme versem sanatın bundan cıkarı ne hadı bu hale geldıkten sonra bende resım yapsam kıtap yazsam ıcınde cınsellık su bu olsa bu mudur sanatın amacı

3- nedır bu cınsellık ve cıplaklık ve penıs ve su bu tabularla ınsanların alıp veremedıklerı neden sınırlanmaktan lımıtlerının olmasından korkup kutunun dısına cıkacaz dıye kıclarını yırtar bu ınsanlar kutunun ıcı de dısıda aynı osnsuz kutulardan bırının ıcı yıne bunu bılın raatca oturun yerınıze kasmayın bence

4- art imitates life mı yoksa life imitates art mı gıbı bı sacmalık vardır ya dumduz kalın bır sacmalık ne sanatı yahu sanat nedır kı onemlı olan hayat ve surda yasanacak olan 3 5 yıldır.

ınsanlar donusmek donusturmek degısmek degıstırmek normalden farklı olmak gruptan aykırı durmak su bu gıbı farkedılme temellı degısık kavramlardan bırıne aıt olmak ıcın uurasıp duruyorlar ve ben bunu anlayamıyorum. gelecek nesıle bıseler bırakmak dıye bır sacmalık vardır ya ne bos laftır sana ne lan gelecek nesılden işte bu ınsanlar bu zamanda yasayan dıer ınsanları raatsız ederek huzurunu bozarak gelecek nesıllerı ıcın uygun platform olusturmaya calısırlar amacları budur ve bu ne kadar dangalakca ve hunharca bırseydır. kontrol kontrol kontrol bu ne buyuk bır ego bu ne buyuk bır bencıllık bunu da anlayamıyorum.
bırak be sen daha bugunun ıcındeyken ne curetle geleceı planlamaya calısıosun kımsın sen be..

rafine toplum özlemi

bugun artık bundan 10 20 yıl oncesının rafıne toplumunun olmadığını gormek ve o anları dusunerek o zamanları aramak. artık bundan sonra rafıne bır topluluk olur mu onu da bılemıyorum.

kaybedenler kulubunden bahsederken o zamanların kent fm i akıllara gelınce hıssedılen o guzel zamanlar
kent fm ı o zaman dınleyenlerı ve o zamankı kent fm de yapılan yayınlar ve kalıtesı bugun maalesef bulunamıyor

radyoların azlıgı kent fm ın bır donem tek radyo olması ve orada yayın yapan herkesın cok basarılı olmasını getırdı. yenı bırseydı ozel radyo ve bu konuda yeteneı olan ınsanlar bır yere toplanmıstı
sonra cogaldı radyolar ve bu ınsanlar dagıldı cesıtlı radyolara transfer oldular ve rafıne o mukemmel radyo kalmadı
domatesın ruyası
posta arabası

benkı gecmısı hatırlamakta zorluk ceken adam o zaman bende yer etmıs aklımda kalmıs bunlar

ınternetın ılk yılları da aynı sekılde
elınde bılgısayar ve ınternet olan kesımın ortak paydalarının cokluu o zamanlar ınternette yer alan kıtlenın daha rafıne olmasına sebep olmus yepyenı bır teknolojıyı gelıstırerek kesfeden bır topluluk olmanın verdığı haz olusmustu

ama bugun ben cevremdekı hıc bırseyde bunları goremıyorum hıssedemıyorum

bu rafıne topluluk ozlemı cok bu aralar..

29 Mart 2011

Çıplaklık

Bilmiyorum neden ama çıplaklık midemi bulandırmaya başladı.
Özellikle de kadın çıplaklığı. Sanırım bu kadar rahat ve her yerde alabildiğine karşıma çıkmasından dolayı olsa gerek.
Çıplaklık ve cinsellik birbirlerine çok yakın iki kavram. Vagon kavramlar hatta.
Cinselliği derinlemesine incelediğimde kendi içimde cinsellik heyecan duymakla eş..
İşte bu noktada çıplaklığın günün her anında her yerde ve herkeste gözlemlenebilir olması bütün heyecanı yok ediyor.
O gizli kapalı olanı keşfetmenin hazzını, seks yapmanın hazzıyla ulayarak doruklardan kendini aşağı atmak bilmem sanırım ki bu dünyada daha keyifli birşey yok..

Ama mini etekli neredeyse çırılçıplak kadınlar, belden üstü belden altı çıplak erkekler ve tabi ki bir de herkesin kusursuz olmayan vucut yapıları işin içine girince insanın içinde belirmesi muhtemel bir keşfe çıkma isteği de yok olup gidiyor.

Bana çıplaklık aşağılık birşey gibi gelmeye başladı. Bir yokluk göstergesi ki bu akıl da olabilir. ne kadar çıplaksan o kadar kendine saygısız ve kendini yok sayıyorsun gibi geliyor.

Eskiden şeffaf olmak tamamen çıplak olmak hem fiziki hem de duygusal olarak diye düşünürdüm ve bunu herkese karşı böyle olmak gerek diye abartırdım. Şimdi tamamen zıt düşüncelerdeyim. kendine ve sevdiği yada etrafında birilerine saygısı olan mümkün olduğunca kapanır ve sadece olması gerekenlerle çıplaklığını paylaşır.

Gazetelerin web sitelerinde ister istemez gozumuze sokulan o çıplak kadın fotoları düşündürdü bana bunları. Yok frikik verdi yok bıkınıyle yakalandı haberleri.. hepsi çok iğrenc. bunlara haber diyoruz. ağzı salyalı elleri makınelı adamlar neyın pesınde kosuyorlar. insanlar cırılcıplak sahıllerde bırbırlerıyle oturup muhabbetler edıyorlar. sokaklarda askılı belı acık mını etek elbıselerle dolasıp bırbırlerıyle konusuyorlar. bu normal değil bu sacma bırsey. neysekı toplum erkeklerın sadece mını sort ve gerısı cıplak sehırlerde dolasmasını ıstemıyor..

bır de bu var
erkek cıplak olsa bu garıp karsılanır ama kadın tanga gıyıp neredeyse dısarı cıkacak hale getırıldı. yazık ya bu kadınlarla oynanan oyunlar nedır boyle..

o kadar da kolay manıpule edılıverıyorlarkı
erkek egemen bır dunyada
basıt zevk oyuncakları ve
calıstırılıp calıstırılıp ellerınden tum paraları hunharca 3 5 makyaj ve gıyım malzemesı ıle calındıgının farkına varamıyorlar
ve bu bır de erkeklerın dunyasını ele gecırın artık sız egemen olun esıtlık cıglıklarıyla yutturulmuyor mu
guluyorum.
kendılerını esıtlık adına erkek ıslerı yapmaya zorluyorlar..
ondan sonra erkek gıbı kadınlar turuyor
kadınların daha ıyı yapacakları ıslerı yapan erkekler de kadın gıbı erkek oluyor
bır sure sonra tum kadınlar erkek gıbı tum erkekler de kadın gıbı olursa sasırmayacagım

28 Mart 2011

Midem Bulanıyor

Cinayetler
Vahşi cinayetler
Azmış insanlar
soysuz insanlar

İğrenç insanlar
güvenemediğin seni hayal kırıklığına uğratan insanlar
İhtiyacın olduğunda aradığında hep bahanesi işi olanlar

Sevdiğinde sevgini çamura bulayıp ayaklarının altında çiğneyip suratına fırlatanlar
Kalp kıranlar

Seviyesizlik
Bencillik
Sömürmenin hertürlüsü
Kendi ruh kirini senin üstüne silmeye çalışanlar

Kapkaranlık derinliği belirsiz korkutucu boş insanlar

Yokum
Yokluktayım

Ah be dünya ah..

26 Mart 2011

I dont know

hem yazmak ıstıyorum hem de yazacak aslında pek bır seyım yok yıne
beynımde fıkırler ucusuyor ama ne bunlar yazıya dokulecek kadar olgun ne de cok manalılar
aslında bu onemlı deıl
manalı olmalı dıyerek sımdıye kadar bıse yazmadım dımı ben
hmm

fıkırlerımı yakalayamıyorum dıyeyım o zaman
dusunme hızım yazma hızımdan maalesef yuzbın kat daha hızlı olunca cıkan yazı kopuk ve anlasılmaz oluo

merak ettıım seyler var bunlar gıderek lıstelenıyor bunu burada bır lısteleyeyyım

1- olumden sonra ne oluyor, olmek nasıl bır duygu, olurken neler hıssedıyoruz
2- dusunmek nasıl bırsey kelımeler olmasaydı dusunebılırmıydım nasıl dusunebılıyorum dusunmek ne demek
3- ruya nedır nasıl olusur ruh bedenden ayrılır mı olumle bır benzerlıgı var mı
4- bır ınsan nasıl ınancsız olabılır (kendıne tapanlar harıc) kendıne tapan bır ınsan zaafıyetlerını gorduğu halde kendısıne nasıl tapabılır.
5- dını hayatlarından uzaklastırmaya calısan ınsanlar ve dını ınceleyıp anlamaya calısmayan ınsanlar dıne kufreden ınsanlar olum hakkında ne dusunuyorlar
6- varı yoğu dunya olan bır ınsan 3 sn sonra olebılecegını bıldığı halde bu dunyaya nasıl sarılabılıyor
7- gunumuzde herseyın paraya yada bır degerle takas edılebılır hale gelmesı gerı alınabılır mı bu bogucu yapıdan nasıl sıyrılıp dısarı cıkılabılır..

24 Mart 2011

Tükenış

Bitti.
galba bitti
34umsu yasımda hayatı bıtırdım
aslında bloumu ınceledım eskı postlarımı da bu aynı yakınmalar bayadır suruo
yanı uzun bır sure once bıtmıs aslında 3 sene once falan

hayat gordum alınması gereken zevklerı aldım
gereksızlıklerle boustum
basımı aarıttım
gerı kalan herseyı tahmın edebılıyorum
yada zaten turrev

daha fazla ılerlemem ıcın bı sebep
bu hayata tutunmak ıcın bı dunyevı gereklılık goremıyorum

ve burada boylece durup bılmedıım zamanın gelmesını beklemek
cok zor oluyor
dayanamıyorum
bit artık

22 Mart 2011

Vasiyet

Bu aralar sanki nedendir herşey bir anda benim için bitebilir gibi hissediyorum.
Sağlığım iyi değilmiş gibi hissediyorum. Hastalık hastası olma ve paranoyam çokca artmış da olabilir ama çok yeni yeni böyle gözlerimin kararma noktasına geldiğini sebepsiz dururken kalbimin çılgınca hızlı attığını hissetme durumlarım falan..

Bir vasiyet yazmanın zamanı gelmişti. Neden zaten bunca yıldır bunu yazmayı düşünmedimki..

Sanırım aslında öldüğümü bilen ve bunu okuyan herkesin 11 ihlas ve 1 fatiha okumasını ve ruhuma göndermesini isterdim.
Günahlarımın affı için dua etmesini isterdim.
Bu boş ve bomboş dünyayı önemsemeden ama girdabına yakalanarak zarar içinde geçirdiğimi bilmenizi ve benden ibret almanızı isterdim.
Unutulmamak falan gibi birşeyi istemeyi bencilce bulmuşumdur. İnsan bu ister istemez unutur gider..
Ama beni unutmamanızı yani aslında öldüğümü unutmamanızı ve sizin de birgün başınıza geleceğini hatırlamanızı ve hayatınızı buna göre yaşamanızı isterdim.
Allaha yönelmenizi ve bu çok kısa ömürde bir tılsımlı parıltının yalancı sahteliğine kapılmadan gerçeği bulana kadar arayacak kadar kalbinizin yumuşak ve nefsinizin kibrinizin yok olmasını isterdim.
Geride kalmadığım için de mutlu olurdum sanırım..

19 Mart 2011




bırcok kagıt uzerınde ve kıtap olarak ne kadar guzel duran ama uygulandığında ınsanlıga acılar yasatan "-izm"ler gıbı bu konusmada burada cok guzel duruyor. ama basbakanın gercek konusması gercekten bır yerlere ulasıyor bu ıse sadece cok guzel duruyor o kadar neden? cunku basbakan turkıyede okumus kendını gelıstıren dusunen %1 e deıl olabıldıınce %100 e ulasmak zorunda ve bu tup benzetmesıyle bunu yapıyor ve %99 a ulasabılıyor o %1 e de zaten ulasamayacaını bılıyor pekı basbakanın benzetmesını basarılı kılan ne? basbakan aslında tabanın olaylara oyle global falan bakmadığını bılıyor hatta ınsanların kendı cızdıklerı sınırların ıcınden etkılendıgını ve anca onunla ılgılı kaygı duyarak yasadıklarını bılıyor ve basbakan da bu sınırın ıcıne gırerek oradan ornekleme yaparak ınsanların argumanını anlamasını saglıyor ab krıterı standartlar su bu ınsanlara guven vermez bunun ne oldugunu cok umursamazlar bunlara guven bıle duymaz ab kım onların krıterlerı ne kı bunlar ıcını rahatlatsın halkın artı bır basbakanın kendı ulkesının krıterlerı olmadan baska bı yapının krıterlerınden dem vurtması guven verıcı deıl ıktıdarını paylasıcı olur cok basıt bı sekılde senın evın senın sorumlulugun benım ulkem de benım sorumlulugum sen evının sınırlarına ıhtıyacından dolayı rıskı bılerek tup alıyosan ve bunu alırken en guvendıın yerden alıosan bende nukleere ıhtıyacım var ve bunu guvenerek yapacam dıyor 3 5 yerde tup patladı dıye sen vazgecmıosan almaktan bızde gecmeyecez dıyor ve herkes de bunu anlıyor ıste zaten bunun ıcın basbakanı herkes anlıyor ve oyu da devamlı artıyor o %1 dalga da gecse elestırse de.. adam halka dokunuyor dıerlerı sadece masturbasyon yapıyor

Bundan 8 ay önce chp kemal kılıçdaroğlu balonunu şişirmekle meşgul ve oylarının %40 lara çıkacağı sanrısıyla uğraşırken AKP nin %55 oy alacağını iddia etmişim. Ve şimdi hala bu iddiamı koruyorum ve de şunu görüyorum ki bugün tamamen bu %55 gayet mümkün görünmektedir. 8 ay önce referandum sonucu henüz belirmemişken bunun olacağını gördüysem şimdi kesin olur diyebilirim.. 

keşke neden boyle dusunduumu de yazsaymışıö deyatlı olarak.. 

16 Mart 2011

Sokakta Yaşam

Sokaklara düşme korkumu sanırım yenmeye başladım.
Bir gün gelecek ve sokaklara düşeceğim diye korkuyordum içten içe şimdi pek korkmuyorum..
O gün gelecekse birgün kaçınılmaz olarak gelecek ve sonuçta bu tarz birşey bu hayat için bir sıkıntıdan başka bir şey değil.. Zengin de olsan sıkıntı var sokakta yaşasan da sıkıntı var..
Güzel ve yakışıklı harikulade bir insan olsan da sıkıntı var tersi olsan da..

Onun için dert etmek manasız ve bunu sanırım beynime kabul ettirebiliyorum artık.
Ama açlıktan yada soğuktan ölürsenn..
Eh
Zengin olunca kendine uçak alıp uçağıyla yere çakılıp ölebiliyor insanlar..
Sonuçlar önemli süreçler değil..
Sonuçta ise herkes bir şekilde ölecek..

Sabah Sabunu

Hayatı daha keyifli ve zevk alarak yaşamak için aslında hiç de zor ve de masraflı olmayan küçük oyunlar geliştirmeye karar verdim.

İlki sabah sabunu..

Sabunlarımı ayırdım ve sabahları sevdiğim bir kokuda bir sabunu kenara ayırdım. Sabahları bu sabunu kullanıyorum ve her zaman kullanıp o sevdiğim kokuyu ve bununla temizlenip ferahlama keyfini tüketmiyorum. Sabahları o sabun bende mutluluk ve keyif şartlanmasına yol açıyor. etkisi azalınca bir başka sevdiğim kokuyla değiştirebiliyorum.. Bu uygulamamı çok seviyorum..

Kahvaltı çayını farklı akşam yemek sonrası çayını farklı aromalarla almak gibi..
Zevkleri karıştırmadan sınıflandırarak ve her istediğin zaman tüketmeyerek hayatı yaşamak karmakarışık bir kaos hayatı yaşamaktan bin kat daha keyifli..

Twitter Çorbası - Gündemmetre

Kendime keyif aldığım bir sosyal medya saçmalığı geliştirdim.
Twitterda çeşitli çevrelerden insanları takip ediyorum. Her gün yüzlerce tweet. köşe yazarları, "sanatçılar", magazinciler, sıradan insanlar, rastgele insanlar politikacılar sporcular sosyal medya ünlüleri çeşitli konuların uzmanları
bunlardan deli gibi feed yağıyor
ve bunları okuyorum canım sıkıldıkça
günün temel başlıkları oluyor ve buna çeşitli insanların tepkilerini görebiliosun ve de bu arada kendi beynindeki dünyayı yaşayan kopuk insanları da görebiliyorsun.

bu gerçekten çok keyifli her kim neyse ve bana göre nerede eksik ve gedikse olduğu gibi teşhir oluyorlar..


Bu arada melih gökçek twitterda en severek takip ettiğim şahıs bu adam süper bir adam..

13 Mart 2011

Sosyal, pozitif, dünyaya bağlı

Gerçeğe yaklaştıkça, sabun köpüğüne daha kolay tutunabiliyorum. Acı yerini keyfe neşeye bırakabiliyor ve kendime bunun için izin verebiliyorum.

Bir tehlikeli yürüyüştü o zihnimi berraklaştırana kadar.
Şimdi artık kalıcı netlik
ona ulaşana kadar kendimi sapmalardan korumak için zorlama nedenlerimi ortadan kaldırdı.

huzur
başımı arkaya yaslayıp
kendimi tamamen gevşeterek koyverip
nefesimle birlikte rahatlığı hissediyorum..

huzur

tek kelime öylece asılı duruyor orada
birdenbire kızgın çehreler zihnimi doldurana kadar.

ellerimle ittirmeye çalışıyorum ama nafile parmaklarıma yapışıyorlar hissedebiliyorum jöle gibi yumuşak ve yapışkan yüzler geri çekmeye çalışıyorum ama sünüyor uzuyor ve ellerimle birlikte onlar da geliyor..

ne kadar sallasam da sağa sola sürtsemde o yapışkanlı his geçmiyor.

yüzleri tekrar görüyorum
ama şimdi ellerim tertemiz..

6 Mart 2011

İbrahim bin Ethem

Babası Edhem, Belh şehri pâdişâhıydı. Kendisi Şehzâde olup, tahtta oturur, avlanmayı
severdi.Her türlü imkâna sâhip, her istediğini yer, her istediğini giyer, her emri hemen
yapılırdı.Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker
arkasından yürürdü. O bütün bunları terk etmiş ve Allahü teâlâya gönül vermiştir.Mübârek
sözleri ve kerâmetleri dilden dile dolaşmış, muhabbeti hep gönüllerde yaşamıştır. Dünyâ
sultânları unutulmuş, fakat O unutulmamıştır.
Tâcını, tahtını bırakıp evliyâdan olması şöyle olmuştur:
Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı.Gece bir gürültü ile uyandı. Tavan sallanıyordu.
seslendi: "Kim o?" Damdaki, "Tanıdık biriyim, devemi kaybettim onu arıyorum" dedi.
İbrâhim Edhem, "Hey şaşkın, ne diye damda arıyorsun? Damda deve mi olur?" deyince,
damdaki zât, "Ey gâfil, sen Allahü teâlâyı altın taht ve süslü elbiseler içinde arıyorsun.
Damda deve aramak bundan daha mı acâyib?" dedi. Bu sözlerden sonra kalbi Allahü teâlânın
aşkı ile yandı ve şimdiye kadar yaptığı bütün günahlara, hatâ ve kusurlara tövbe etti.
Başka bir rivâyette: Bir gün sarayda umûmi bir ziyâfet verildi. Devlet adamları yerlerini
almış, hizmetçiler beklerken, gayet heybetli bir zat çıkageldi. Ne askerlerden ne
hizmetçilerden hiçbir kimse ona, sen kimsin, burada ne işin var? deme cesaretini bulamadı.
Bu heybetli zâta İbrâhim Edhem sordu: "Ne istiyorsun?" O zât, "Bu handa konaklamak
istiyorum." dedi. İbrâhim Edhem; "Burası han değil, benim sarayımdır." diye cevap verdi. O
zât, "O halde bu saray bundan evvel kimindi?" diye sorunca, İbrâhim Edhem; "Pederimindi!"
dedi. Gelen zât; "Ondan evvel kimindi?" diye tekrar sordu. İbrâhim Ethem; "Filân zâtın!"
dedi. O zât; "Ondan evvel kimindi?" diye sorduğunda, İbrâhim Edhem; "Filân oğlu filânın!"
cevâbına, o zâtın; "Bunlara ne oldu?" suâline de İbrâhim Edhem; "Öldüler!" cevâbını verdi.
Gelen heybetli kimse; "Bu nasıl senin sarayın ki, biri gelmeden biri gitmede?" diyerek
geldiği gibi geri çıktı. İbâhim Edhem o zâtın peşine düştü ve sordu; "Sen kimsin?" O zât da,
"Ben Hızırım." dedi.

Somuncu Baba

Hâmid-i Aksarâyî hazretleri, bir gün zirâatla uğraşan talebelerinden birine bir mikdâr tohum
verdi ve; "Bu tohumların yarısını, tarlanızın bir kısmına sizin için, yarısını da tarlanızın bir
kısmına bizim için ekiniz." buyurdular. Talebe tohumları ekti. Ekinlerin yetiştiği mevsimde
tarlaya gittiler. Talebenin tarlasında fevkalâde güzel yetişmiş bir ekin vardı. Diğerinde hiç
ekin bitmemişti.Hâmid-i Velî, talebesine dönerek; "Bu tarlalardan hangisi bizim, hangisi
sizindir?" buyurunca, talebe son derece utandı ve kendi tarlasını göstererek; "Bu tarla sizindir
efendim" dedi. O da, ekinlere bakarak; "Biz âhiret için çalışıyorduk. Acabâ hangi
günahımızdan dolayı dünyâmız mâmûr olmaya başladı?" deyip, üzüntüsünü dile getirdi.
Hocasının müteessir olduğunu gören talebe, hakîkati söyleyerek üzüntüsünü giderdi.

Üftade Hz.leri

Osmanlı pâdişâhlarından Kânûnî SultanSüleymân Hân zamânında, Bursa'da yaşayan büyük
velîlerden. 1490 (H.895) senesinde Bursa'da doğdu. İsmi Muhammed olup, babası Manyaslı
Mehmed Efendidir. Üftâde lakabıyla meşhûr oldu. Bursa'nın çeşitli câmilerinde müezzin ve
imâm olarak vazife yaptı. 1581 (H.989) da Bursa'da vefât etti.
Muhammed Üftâde yeni doğduğunda, annesi bir rüyâ gördü. Çocuğu büyük bir süt
deryâsında yüzüyordu. Telâşla uyanıp, rüyâyı kocasına anlattı. O da; "Oğlumuz büyüyünce,
inşâallah çok büyük bir âlim ve velî olacak." diye tâbir etti.
Mehmed Efendi, daha küçük yaşta bulunan oğlu Muhammed Üftâde'yi, ipek satan bir
tüccarın yanına çalışmaya verdi. Muhammed Üftâde, orada çalışmaya başladı. Fakat bir hafta
içinde, ustası ve babası vefât edince, çocuk yaşta âilesinin geçim yükünü omuzuna aldı. Hem
çalışıyor, annesinin ve kardeşlerinin kimseye muhtâc olmadan geçinmelerini sağlıyor, hem de
boş zamanlarında Bursa'daki medreselere gidip gelerek, zâhirî ilimleri öğrenmeye gayret
ediyordu. Seneler sonra, zâhirî ilimleri öğrenerek, Bursa Ulu Câmiinde müezzinlik yapmaya
başladı. Sonra Doğan Bey Câmiine imâm oldu. Senelerce bu vazifeyi yaparak, insanların
ibâdetlerini doğru yapmasına vesîle oldu. MuhammedÜftâde'nin, Ulu Câmii medheden bir
beyti, câminin batı kapısı çevresinde hâlen yazılıdır. Arabî olan beyt şöyledir:
"Yâ câmi'al-kebîr ve yâ mecma'alkibâr,
Tûbâ limen yezûrüke fil-leyli vennehâr."
Mânâsı:
Ey Ulu câmi! Ey büyüklerin toplandığı yer!
Seni gece-gündüz ziyâret edenlere olsun müjdeler!

Bir gün rüyâda Seyyid Emîr Buhârî hazretlerini gördü. "Bizim câmide vâz ve nasîhat eyle!"
emri üzerine, sabahleyin Emîr Buhârî Câmiinde vâz ve nasîhate başladı.
Muhammed Üftâde, uzun boylu, müşfik bakışlı, devamlı tebessüm hâlinde olan bir zâttı.
Görünüşü ile etrâfındakilere güven ve îtimâd telkin eder, herkesin takdîrine mazhâr olurdu.
Kur'ân-ı kerîm okurken, güzel sesinde sanki ağlıyormuş hâli müşâhede edilirdi. Kimsenin
kalbini kırmaz, kalb kırarım korkusuyla kendine hakâret edenlere bile hiç karşılık
vermezdi.Câmiye sabah herkesten önce gider, yatsı namazından sonra orada gece geç
vakitlere kadar ibâdet ederdi. Bâzı geceler evine giderken, ıssız sokaklarda bir sarhoşa
rastlasa, ona yardım ederek evine kadar götürürdü. Herkese yardım ettiği için, Bursalılar onu
çok severdi.
Vakitlerini hep ibâdet yaparak geçirenMuhammed Üftâde, tasavvuf büyüklerinin yolunda
bulunmayı arzu ettiğinden, bir velînin yanında yetişmeyi çok isterdi. Bu sebeple, böyle bir
velîyi hep arar dururdu. Bir gün Karacabeyli Hızır Dede isminde bir velînin Bursa'ya
geldiğini ve Ulu Câminin yanında ikâmet ettiğini öğrendi. Huzûruna varıp, talebesi olmak
istediğini bildirdi. O da kabûl ederek, Muhammed Üftâde'yi yetiştirmeye başladı.
Muhammed Üftâde, hocasının verdiği her vazifeyi en güzel şekliyle yaparak hizmet
ediyordu. Nefsini terbiye etmek için, nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini
yapıyordu. Haramlardan şiddetle kaçıyor, şüpheli korkusuyla mübahların bile fazlasını
terkediyordu. Bu şekilde hocası Hızır Dede'nin terbiyesinde sekiz yıl canla başla çalıştı.
Onun vefâtından sonra da Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin rûhâniyetinden
istifâde ederek kalb gözü açıldı, kemâle gelip olgunlaştı. Her nefes alıp vermesinde Allahü
teâlâya hamd eder, cenâb-ı Hakk'ı bir an olsun hatırından çıkarmazdı. Lüzumsuz hiç
konuşmazdı. Konuştuğu zaman da hikmetler saçar, dinleyenlerin herbiri, kâbiliyeti kadar
istifâde ederdi. Onun bu konuşmalarını talebesi Azîz Mahmûd Hüdâyî Vâkı'ât adlı eserinde
topladı.
Muhammed Üftâde, hocasından sonra talebeleri yetiştirmek üzere dergâhta ders vermeye
başladı. Onların en iyi şekilde yetişmesi için gayret gösteriyor, hocasının kendisini
yetiştirdiği gibi onları irşâd ediyordu.
Muhammed Üftâde hazretlerini sevenlerden fakir bir kimse vardı. Her sene hac mevsiminde
hacca gitmek ister, fakat gidecek parası olmadığı için de bu arzusuna nâil olamazdı.
Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı.
Hanımı, yüzü gülmeyen kocasının bu hâline çok üzülürdü. Yine bir sene parası olmadığı için
hacca gidemeyen bu fakir, hanımına; "Eğer bu sene de hacca gidemezsem, seni üç talak ile
boşadım." dedi. Günler geçti. Kurban bayramı yaklaştı. Fakiri bir düşüncedir aldı. Hacca
gidemezse, hanımı boş olacaktı. Bir yerden de borç bulup hacca gidememişti. Ne yapacağını
şaşırdığı bir gün, aklına Muhammed Üftâde geldi. Hemen huzûruna gidip, ağlayarak
durumunu anlattı. Muhammed Üftâde; "Bizim Eskici Mehmed Dede'ye git, bizim selâmımızı
söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur." buyurdu. Fakir, sevinerek huzûrdan
ayrıldı, süratle Mehmed Dede'nin dükkanına koştu. Mehmed Dede'ye hocasının selâmını
söyleyip, derdini anlattı.Mehmed Dede; "Ey fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma!"
dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendilerini Mekke'de buldular. Mehmed Dede, Allahü
teâlânın izniyle, fakiri bir anda kerâmet göstererek Hicaz'a götürmüştü. O gün, Arefe idi,
hacılar Arafat'a çıkmışlardı. Fakir ve Mehmed Dede de ihram giyip Arafat'a çıktılar. Ertesi
günü Kâbe-i muazzamayı tavaf ettiler. Ziyâret yerlerine gittikten sonra, Bursalı hacıları
buldular. Onlar, hemşehrileri olanMehmed Dede'yi ve fakiri görünce sevindiler. Fakir, birkaç
hediye alıp, bir kısmını götürmeleri için hemşehrisi olan hacılara emânet etti. Vedâlaşarak
ayrıldılar. Aynı şekilde bir anda Mekke-i mükerremeden Bursa'ya geldiler. Fakir, getirdiği
bâzı hediyelerle eve gelince, hanımı, birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak
istemedi ve; "Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun?"
dedi. Kocası da; "Hanım ben hacdan geliyorum. İşte bu getirdiklerimi de Mekke'den aldım."
dediyse de, kadın; "Bir de yalan söylüyorsun. Üç-beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi?
Seni mahkemeye vereceğim." dedi. Kâdıya giderek durumu anlattı ve; "Nikâhımızın
feshedilmesini istiyorum. Çünkü nikâhsız yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple
haram işlemek istemiyorum." dedi. O sırada Bursa kâdılığına Azîz Mahmûd Hüdâyî
bakıyordu. Kâdı, hanımın kocasını mahkemeye çağırtarak onu da dinledi. Fakir, hacca
gittiğini, Kâbe-i muazzamada tavâf edip, ziyâret edilecek yerleri gezdiğini, Bursalı hacılarla
görüşüp, getirmeleri için emânet eşyâ verdiğini iddiâ etti. Bu sebeple boşanmanın vâki
olmadığını söyledi. Fakir, Mehmed Dede'yi şâhid gösterdi. Mehmed Dede de; "Şeytan,
Allahü teâlânın düşmanı olduğu hâlde, bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl
edilir de, bir velînin bir andaKâbe'ye gitmesi niçin kabûl edilmez?" dedi. Kâdı hayret ederek,
mahkemeyi diğer hacıların geleceği günlerden birine tehir etti. Aradan günler geçti. Bursalı
hacılar hacdan döndüler. Mahkeme gününde de, şâhid olarak fakirin hac vazifesini yaptığını,
hattâ emânet verdiği şeyleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhidlerin verdiği ifâde ile, dâvâcı
hanımın nikâhı feshetme isteğini reddetti. Böylece, boşanma hâdisesi olmadı.
Kâdı Azîz Mahmûd Hüdâyî Efendi, bu hâdisenin günlerce etkisinden kurtulamadı. Nihâyet
Eskici Mehmed Dede'nin yanına gidip; "Beni talebeliğe kabûl buyurmanız için gelmiştim."
deyince, o da; "Nasîbiniz bizden değil, Üftâde'dendir. Onun huzûruna giderek mürâcaatınızı
bildirin." dedi. Kadı, evine gitti. Hizmetçisine atının hazırlanmasını emretti. Kendisi de
sırmalı kaftanını ve sarığını giyerek, hazırlanan atına bindi. Yanına seyisini de alıp, Üftâde
hazretlerine gitmek üzere yola çıktı. Bugünkü Molla Fenârî Câmiinin doğu tarafındaki
sokağa geldiğinde, atının ayaklarının, bileklerine kadar kayalara saplandığını gördü. Bütün
uğraşmalarına rağmen atı ileri süremedi. (Bu kayanın Üçkuzular semtinde olduğu da
söylenmektedir.) Atından indi. Sırmalı kaftanıyla, Üftâde'nin dergâhına doğru yürüdü.
Dergâha vardığında, eski bir hırka giyen ve bahçeyi çapalayan Üftâde hazretlerini gördü.
Üftâde, gelenleri görünce doğruldu ve; "Ey Kâdı efendi! Herhâlde yanlış yere geldiniz.
Burası yokluk kapısıdır, biz de, fakirlik kapısının kuluyuz. Hâlbuki sen varlık sâhibisin. Bu
hâlde ikimiz bir araya gelip bağdaşamayız. Senin ilmin, malın, mülkün, şânın ve mâmur bir
dünyân var. Bizim gibi kulların, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi yoktur." buyurdu. Bu
sözler, Kâdı Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye o kadar tesir etti ki, gözlerinden iki sıra yaş döküldüğü
hâlde; "Efendim! Her şeyimi mübârek kapınızın eşiğinde terk eyledim. Yeter ki, talebeniz
olabilmekle ve hizmetinizi görmekle şerefleneyim. Her ne emrederseniz yapmaya hazırım."
dedi. Bu samîmî istek üzerine, Üftâde hazretleri tâne tâne buyurdu ki: "Ey Bursa kâdısı!
Kâdılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın. Her gün de
dergâha üç ciğer getireceksin!" Her şeyi bırakacağına, her emri yerine getireceğine söz veren
Kâdı, derhâl kâdılığı bırakıp, ciğer satmaya başladı. Aldığı ciğerleri Bursa sokaklarında;
"Ciğerci! Ciğerciiii!" diye bağırarak satıyordu. Bursalıların hayret dolu bakışlarına,
kadınların ve çocukların alay etmelerine hiç aldırmıyordu. Onu görenler; "Bursa kâdısı Azîz
Mahmûd Hüdâyî aklını oynatmış, tımarhânelik olmuş!" diyorlardı. Bu şekilde nefsini kırıp,
rûhunu yükseltmek için her türlü alaya alınmaya katlanıyordu. Her akşam Üftâde'nin
huzûruna geldiğinde, hocası; "Bugün ne yaptın, ciğerleri satabildin mi?" diye soruyor, o da, o
günkü olup bitenleri anlatıyordu. Üftâde, bu şekilde yeni talebesinin nefsini kırıp terbiye
ettikten sonra,Azîz Mahmûd Hüdâyî'yi, dergâhta helâ temizleme işinde çalışmak üzere
vazifelendirdi. Onu husûsî sohbetleri ve teveccühleri ile yetiştirmek, evliyâlık makamlarında
yükseltmek için uğraştı. Nefsini terbiyede, kısa zamanda diğer talebelerden çok ileri geçtiğini
gördü. Üç sene sonra ona icâzet, diploma verdi. Yerine halîfesi, vekîli olduğunu bildirdi.
Osmanlı Sultânı Üçüncü Murâd Hân ileÜftâde, bir gün sohbet ediyorlardı. Bir ara Üftâde,
görünüşte lüzûmsuz bir takım el kol hareketleri yapmaya başladı. Mübârek yüzünün rengi,
hâlden hâle giriyordu.Sonra eliyle bir yer sıvarmış gibi yaptı. Pâdişâh, âniden yapılan bu
hareketlere önce bir mânâ veremedi. Sonra Üftâde'nin elinin siyahlaştığını görünce; "Efendi
hazretleri! Niçin böyle hareketler yapmaya başladınız! Elinizin siyahlaşmasına sebep nedir?"
diye sordu. O da; "Sultânım! Tebeanızdan bir balıkçı tayfası Karadeniz'in sularında balık
tutuyordu. Tekneleri su alacak şekilde delindi. Bizden yardım istedikleri için biz de
imdâdlarına yetişerek, teknelerini tâmir ettik. Bu sebeple elimiz karardı. Elhamdülillah
müslümanların boğulmaktan kurtulmasına vesîle olduk." buyurdu.
Üftâde hazretleri bir gün talebeleriyle kıra gitti. Bir pınar başında oturup sohbete başladılar.
Vakit ilerlemişti. Talebelerin bâzıları acıktıklarından; "Hocamız müsâade etse de bir yemek
yesek." diye gönüllerinden geçirdiler. Onların bu düşüncelerini anlayan Üftâde; "Yâ Rabbî!
Bu talebelerime bir sini yemek ihsân eyle!" diyerek içinden duâ etti. O anda ortaya, getireni
görünmeyen bir sini yemek kondu. Üftâde, talebelerine; "Haydi evlâtlarım, yemeklerimizi
yiyelim." buyurdu. Besmele çekilerek yemek yendikten sonra, sini âniden kayboldu. İleri
gelen talebelerinden Kemâl Dede; "Sini, suyun içine girdi!" diyerek sininin peşinden suya
girmeye başladı. Üftâde; "Suyun içine sakın girme!" diyene kadar, Kemâl Dede suyun içinde
eli kılıçlı iki kişinin kendisine doğru hücûm ettiğini gördü. Hızla sudan çıkarak hocasının
yanına koştu. Hâdiseyi görenler şaşırıp kaldılar.
Bir günÜftâde hazretlerine bir kadın gelip; "Efendim! Bir oğlum vardı. Hiçbir suçu olmadığı
hâlde iftirâcıların şikâyeti ile hapse attılar. Hakkımızı arayacak kimsemiz yok. Ne olur bir
duâ buyurun da, oğlumun suçsuz olduğu anlaşılsın." dedi. Bunu derken, kadının iki gözünden
çeşme gibi yaş akıyordu. Kadının bu hâline dayanamayan Üftâde, ellerini açarak Allahü
teâlâya duâ etti. Kadına dönerek; "Evinize gidebilirsiniz." buyurdu. Kadın, merak içinde eve
geldiğinde, oğlunun evde oturduğunu gördü. Oğlunun hasretiyle yanan kadın, evlâdına sarılıp
gözlerinden öptü ve; "Yavrucuğum! Seni hapishâneden nasıl oldu da bıraktılar?" deyince,
oğlu; "Ben de nasıl olduğunu bilemiyorum. Hapishânede otururken, bir anda bir el beni
evimize koydu. Şaşırıp kaldım." dedi. Kadın, bunun Üftâde hazretlerinin bir kerâmeti
olduğunu anladı.
Üftâde hazretleri, bir gün katırına binmiş evine giderken, önüne ihtiyâr bir zât çıkıp, borçlu
olduğunu, yaşlılık sebebiyle çalışamadığını, bu sebeple de borcunu veremediğini bildirdi.
Sonra da bir miktar para istedi. Üftâde, adamın hâline acıdı ve; "Kimseye söylemezsen
borcunu vereyim." buyurdu. Adam söz verince, Üftâde; "Şu taşı kaldır ve altındakileri al!"
dedi. Adam taşı kaldırdı. Altındaki bir miktar parayı görünce, hayret ederek hepsini cebine
doldurdu. Üftâde hazretlerine teşekkür ederek ayrıldı. Parayı saydığında, tam borcu kadar
olduğunu gördü. Alacaklıya gidip borcunu verdikten sonra, tamâh ederek tekrar o taşın
yanına geldi. Büyük bir heyecanla taşı kaldırdığında, hiçbir şey bulamadı. Bu işin, Üftâde'nin
bir kerâmeti olduğunu anladı. Huzûruna giderek talebesi olup, sohbetiyle şereflendi.
Bir gün Yalova'dan İstanbul'a bir gemi gidiyordu. İstanbul'a yaklaştıkları sırada, şiddetli bir
rüzgâr esmeye, dalgalar gittikçe büyümeye, gemiye şiddetle vurmaya başladı. Dalgaların
vuruşundan tahtalar gıcırdıyordu. Gemi, koca denizde bir o tarafa, bir bu tarafa yalpalıyor,
devrilecek gibi oluyordu. Yolcular ne yapacaklarını şaşırdılar. Herkes geminin bir tarafına
birikince, tehlike daha da büyüdü. Kaptan, yolcuları teskîn etmeye çalışıyor ve herkesin
yerinde oturmasını tavsiye ediyordu. Herkes birbiriyle helâlleşiyor ve şimdiye kadar işlediği
günahlarına tövbe ediyordu. Bâzıları da, kurtulmaları için adakta bulunuyordu. Yolcuların
arasındaki bir genç, Fâtiha-i şerîfe ve İhlâs sûrelerini okuyarak, hâsıl olan sevâbı; Peygamber
efendimizin, Eshâb-ı kirâmın, evliyânın, âlimlerin ve zamânın velîlerinden Üftâde
hazretlerinin rûh-ı şerîflerine hediye etti. Sonra da; "Yâ hazret-i Üftâde! Himmetinizi,
yardımınızı istirhâm ediyorum." dedi. O anda, uzaklardan bir karaltı peydâ oldu. Yaklaştıkca,
bunun bir insan olduğunu, suyun üzerinde süratle kendilerine doğru geldiğini gördüler. Onun
yürüdüğü yerlerde dalgalar hemen sâkinleşiyordu. Nihâyet o zât geminin yanına geldi ve
gemiyi eliyle bir mikdâr tuttuktan sonra, geminin önünden yürümeye başladı. Yürüdüğü
yerlerde deniz durgunlaşıyordu. Bir müddet sonra gözden kayboldu. Kaptan, o kimsenin su
üzerinde gittiği istikâmete göre, geminin dümenini ayarladı. Bir müddet sonra, selâmetle
sâhile vardılar. Herkes bu hâdise karşısında şaşırıp kaldı. Sâdece o delikanlı şaşırmamıştı.
Yolcular sâhile çıktıklarında, bir kimse karşılarına çıkıp onlara; "Ey yolcular! Üftâde
hazretlerinin selâmı var. Sağ olduğum müddetçe, bu sırrı kimseye söylemesinler diye bana
emretti." dedi.
Bir kış günü akşamı,Üftâde hazretleri talebelerini toplamış sohbet ediyordu. Bir ara;
"Dostlarım! Canımız tâze üzüm istedi. Acaba bulmak mümkün müdür?" buyurdu.Talebeler
içlerinden; "Bu kış günü, bu karda tâze üzüm olur mu?" diye düşünürlerken, Azîz Mahmûd
Hüdâyî de kendi kendine; "Mâdemki bu sözü hocam söyledi, mutlakâ bunda bir hikmet
vardır." diye düşünerek ayağa kalktı ve; "Efendim! Müsâade ederseniz bendeniz getireyim."
dedi.Müsâade edilince sepeti aldığı gibi Bursa'nın Çekirge mevkiindeki bağa gitti.Bağ, karlar
altında idi. Bir asma çubuğunun üzerinden karları temizlediğinde, salkım salkım üzümler
gördü. Bunun hocası Üftâde'nin bir kerâmeti olduğunu anlayıp, üzümleri sepete koymaya
başladı.Asmadaki üzümler bittiğinde, sepet de ağzına kadar dolmuştu. Sepeti omuzuna alarak
dergâha doğru yürüdü. Hızlı hızlı yürürken, birden ayağı kaydı ve bir çukura düştü. Çukur
derin olduğundan, çıkmak için çok uğraştıysa da başaramadı.Çâresiz kalınca hocası
Üftâde'den yardım istemek hatırına geldi ve içinden; "İmdât! Yâ mübârek hocam!" der
demez, çukurun başından bir ses; "Ey Mahmûd! Uzat elini de yukarı çekeyim." dedi. Bu
sesin sâhibine baktı, fakat tanıyamadı. Çukurun başındaki kimsenin kendisine gülümsediğini
gördü. Utanarak elini uzattı. Yukarı çıktığında o kimseyi göremez oldu. Yine sepeti omuzuna
alarak dergâha doğru süratle gitti. Hocasının huzûruna vardığında sohbet devâm ediyordu.
Omuzunda üzüm dolu sepeti gören talebeler şaşırıp kaldılar. Üftâde hazretleri, yardım
edeninHızır aleyhisselâm olduğunu söyledi. Talebeler hocaları Üftâde'nin, Allahü teâlânın
katında yüksek bir velî olduğunu ve Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin hocalarına olan teslîmiyetini
bir kere daha anladılar.
Bir gün Üftâde, talebeleriyle kıra çıkmıştı. Talebeler hocalarına takdim etmek üzere,
çiçeklerden demet yaparak huzûra getirdiler. Herkesin çiçeğini kabûl eden Üftâde, Azîz
Mahmûd Hüdâyî'nin getirdiği kırık saplı çiçeği görünce; "Evlâdım! Bütün arkadaşların demet
demet çiçek getirdikleri hâlde, sen niçin sapı kırık bir çiçek getirdin?" diye sordu. Hüdâyî de;
"Efendim, zât-ı âlinize ne takdim etsem azdır. Fakat hangi çiçeği koparmak için eğilsem, o
çiçeğin; Allahü teâlâyı zikrettiğini gördüm. Ancak, bu gördüğünüz sapı kırık çiçeğin
zikredemediğini görünce, onu size getirdim. Kusûrumu bağışlamanızı istirhâm ederim" dedi.
Bu cevap, Üftâde hazretlerinin çok hoşuna gitti ve Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye hayır duâlarda
bulundu.
Muhammed Üftâde hazretleri, 1581 (H.989) senesinde Bursa'da hastalandı. Talebelerini
başına toplayıp, onlara son nasîhatlerini yaptıktan sonra, Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.
Sağlığında kendi yaptırdığı câminin bahçesine defnedildi. Mezarının üzerine türbe yapıldı.


Üftâde hazretleri, dergâhta talebelere ders verdiği zamanlarda, bir gece rüyâsında Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî'yi gördü. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî buyurdu ki: "Talebelere bizim
Mesnevî'den de okutunuz!" O da; "Farsçayı bilemiyorum." deyince, Mevlânâ hazretleri;
"Sen başla bir kere, Allahü teâlâ yardım eder." buyurdu. Ertesi sabah, hiç Fârisî bilmediği
hâlde, kırk yıldır Farsça tahsîli görmüş gibi Mesnevî'den vâz ve nasîhat vermeye başladı.


Bir ikindi vaktinde, MuhammedÜftâde'nin yanına yaşlı bir kimse geldi. "Efendim! Bu sene
çocuklarımla birlikte hacca gitmiştik. Vazifelerimizi yaptıktan sonra, maddî gücüm olmadığı
için onları getiremedim. Yanlarına bir mikdar para bıraktıktan sonra, kendim geldim. Eğer
onları buraya getirmek mümkünse, getirmenizi istirhâm edecektim." diye yalvardı. Üftâde de;
"Sağlığımda kimseye söylemezseniz getirelim." buyurdu. Hacı da söylemeyeceğine söz
verince, Üftâde hazretleri adamın yönünü kıbleye doğru çevirdikten sonra; "Şimdi bakınız!
Kâbe-i muazzamanın yanındaki namaz kılan şu kimseler hanımın ve çocukların değil mi?"
buyurdu. Adam hayretle binlerce kilometre uzakta bulunan Kâbe'nin yanındaki çocuklarını
gördü. Üftâde, namaz kılan çocuklara hitâb ederek; "Annenizle birlikte, Harem-i şerîfin
dışındaki deveye binip acele geliniz!" buyurdu. Çocuklar, namazlarını bitirir bitirmez
annelerini aldılar ve dışarı çıktılar. Dışarda bir devenin beklediğini gördüler. Üçü birden
deveye binip Bursa'ya doğru sürdüler. Devenin her adımı, gözün görebildiği uzaklığı
katediyordu. Kısa bir zaman sonra deve, çocuklarla birlikte yanlarına geldi. Üftâde, deveye
bir şeyler söyleyince, birden kayboldu. O, hacıya da; "Bunu sakın kimseye söyleme!" diye
tekrâr tenbih eyledi.

Bursa

Bursayı hep sevmişimdir. Kompakt bir şehir. Ama istanbuldan daha fazla huzur dolu. Daha fazla kalp yumuşaklığına sahip. Bursa sınırlarındayken ruhum istanbulda olduğu kadar sıkılmıyor. Her tarafı tarıh dolu. Her taraf evliya kabırlerı turbelerıyle sarılmış.

Bursaya gıtmısken bırkac mubarek zatın turbesını zıyaret etmemek olmaz tabı. emir sultan, üftade hz. sultan 1. Murad. Şimdi Muradı Hüdavendigar camisinin onunu guzelleştirmişler yolu değiştirmişler kucuk bir park falan yapmışlar hoş olmuş.

Üftade Hz leri çok etkileyicidir. Aziz Mahmud Hüdai Hz ile olan hikayeleri.. Somuncu Babanın hayatı keza duygulandırır beni.. Bu tarz zatların hayatını okuyup kabrlerini ziyaret ettikçe insan bu saçma dünyanın saçma telaşlarından sıkıntılarından uzaklaşıyor. Dünyevi herşey manasızlaşıyor. Normal günlük hayatımızda ne kadar boş şeylerle uğraştığımızı farkediyor insan. Bir tarafta bir girdap gibi bizi çeken ölüm ve bunu bile bile sanki kaçışı varmışcasına umursamadan düşünmeden yaşamak. İnsan çok garip kendime aynada bakıyorum ve hayretler içinde kalıyorum.

Şu hep suriyede ibrahim bin ethem hz lerinin yakınlarında gideyim yerleşeyim diye düşlediğim hayalimi aslında bursada gerçekleştirebileceğimi gördüm. Üftade hz lerinin türbesinin hemen 3-5 yanında sıra sıra dizilmiş iki katlı eski ahşap evlerden restore edildiği belli çok şirin bir ev vardı. düşündüm de bir gün imkanım olursa o evlerden birini alıp oraya yerleşmek çok huzur dolu olabilir. Dünyadan elini ayağını çekip sonsuz hayata hazırlanmak. Bu hadi bilemedin 100 yıllık ömür için sonsuz azabı değişmeden kendimi kurtarmam lazım. Önemsiz insanlar alkışlayacak övecek diye insanın azması kendinden çıkması ne kadar yazık.. Bugün insan sadece çevresini değil medya sayesinde her gün yüzlerce binlerce insan görebiliyor bunlara bakabiliyor. Bakıyorum da anlayamıyorum aslında anlıyorum ama ne kadar yazık. Allaha karşı isyan edince onu beyinlerinden çıkarınca kendilerini birşey yapmış zanneden insanlar. İman etmeyi bırak aramak okumak araştırmaktan bile çekinen insanlar. Neden? Bugün bir insana zengin olmanın bir yolu var deseler şuradaki 10 bin cilt kitapta yazılı deseler hepsini uyumadan okur. Şan ve şöhret kazanmak istiyorsan günde 18 saat şu şu haraketleri yapman lazım deseler 18 değil 20 saat yapar. Ve tüm bunlar ne zaman öleceğini bilmediği ve kendimiz gibi 3-5 insanın arasında yükselmek için..

Hayat çok kısa ve ben şu ana kadar ömrümü pislik içinde debelenerek harcamışım. Kendime çok kızıyorum ve insanın üstüne pislik bulaştı mı kendisini ondan kurtarması çok zor oluyor. Allahım bana kurtuluşu nasip et. Bu pisliğin içinde gördüğüm tanıdığım ve kalbinde birazcık yumuşaklık bulunanlara da hidayet nasip eyle..
Amin..

4 Mart 2011

İçim Kara

Türkiyede çeşitli insan grupları mevcut davranışlarına göre ayırırsak : 


- yangına körükle gidip sonra lan yanıorum diyenler
- olmayan yangına yangın var diye koşanlar 
- olmayan yangına yangın var diye koşup orada yangın çıkarıp sonrada lan beni yaktılar diyenler
- yangına körükle gidip yangın tehlike alanına girmeden körüğü başkasına verip gülenler
- yukarıdaki maddede körüğü başkasına verip lan bunlar yangın çıkarıyor diyenler
off yazamıcam hepsini böyle birşeyler işte oturun kendiniz düşünün bu formatta bin tane daha bulursunuz..