27 Ekim 2010

Acı

İçimde birşeyler biryerler acıyor.
Dilimde tatsızlık, bir pas tadı hatta
Gözlerim boş boş bakıyor
zihnim heyecanlarıma aman sende diyor

insanlar gözüme takılıyor
düşündüğüm, önemsemediğim, görmediğim
karmakarışık bir grup
bazen o bazen bu
bir şekilde beliriyorlar öylece
hareketsiz karşılıyorum
daha beynime ulaşamadan algılarım
geçip gidiyorlar

herşey geçip gidiyor
kaçanları kaçırmadığımı anladım
ben duruyorum birşeyler hareket halinde
ben hareketli birşeyler duruyor
olay basit

duruyorum şimdi sakince..

26 Ekim 2010

Telefon

Oturmuş gece gece bir yandan monitöre dalgın bakarken bir yandan kafamdan çılgın internet girişimleri tasarlarken (hiçbir zaman gerçekleşmeyecek girişimler çünkü hiçbiri 500bin den aşağı malolmayacak ve evet çılgın şeyler) aklıma geçen gün öğrendiğim birşey geldi ve kendi kendime güldürdü beni. Bizim pederin eve 70'li yılların başında telefon bağlanabilmesi için bakanlar kurulundan karar çıkmış.

komik.. şu anda iletişimde gelinen nokta ayrı bir boyut. bakanların o zaman işsiz güçsüzlüğü ayrı bir boyut. Gerçi bilemiyorum bakanlar hala böyle ottan boktan şeylerle ilgili kararlar falan alıyorlar mı?

kafam şu başta söylediklerime takıldı neden ben yiyebileceğim balıkları tutma peşinde koşmam ki. neden ürettiğim her proje 500 bin - 1 milyon seviyelerinde neden çılgın manyak dünyaya hakim olma projeleri bunlar.
birşey gerçekleşmesi makul birşey bulursam onunla uğraşıp durmam gerekecek diye mi fantastik şeylerin peşinde koşuyorum anlamadım ki..

22 Ekim 2010

Gay sayısı artmış mı ne?

gözlemliyorum da bu beyaz yakalı ufaktan 27 28 ini doğrultmuş ve üstüne geçmiş, yardımcı yada esas adam türünden titrler yapmış eli yüzü para gören studyo bir yerlerde tek basına yasayan erkeklerde bir gay yaygınlığı sezinledim.. 5 10 yıldır yıkanan beyinler, önce dikkat etmeye yöneltildi. Hayat tarzına giyime falan derken başka erkekleri inceleme sürecini getirdi bu erkekler arasında moda ve hayat tarzı muhabbeti ve seçmek, stil belirlemek derken erkeklerin başka erkeklere ilgi göstermeye başladığını görüyorum. Gerçekten yiyecekmiş gibi bakanlarından tut, çaktırmadan yazmaya çalışanlarına kadar..

Sanırım önümüzdeki 3 5 yıl gay devrimi falan olacak.
Ne kadar yazık..
Kadın gibi estetik ve sevilesi bir yaratık nasıl görmezden gelinir ama bunda kadınların da suçu çok..
bunu da gözlüyorum ve etrafımda kadın göremiyorum.
Devamlı ve sadece ayaklı sorun kümeleri var..
Var olmaya o kadar çok kafayı takmışlar ki kendilerini imha ettiklerinin farkında değiller.. bir kısmı da erkek olmaya çalışıyor.. yazık be..

End of the Instant Era

90ların o herşeyin instantına sahip olma döneminin kapandığını hissediyorum. Yaşlandığım için olabilir ama sanki gençler de bundan haz almıyormuş gibi geliyor nedense..

Saatlerce bekleyip hatta oluşumunu seyrederek birşeye kavuşmak ve bu versiyonun instant versiyonundan kat kat daha değerli, lezzetli, derin ve önemli olması.. bende instant olabilen herşeye karşı mide bulanmasına sebep oluyor ama işte hayat öyle bir şekle büründü ki tam kaçış yok. herşey karışık ve melez..

instant sebze meyve yemeden yapamıyorsun her daim organik peşinde koşulmuyor malesef..

ınstant a karşı savaş başlatıyorum..

14 Ekim 2010

Sarılmış

Geçenlerde belki daha da eskilerde.. bir domatesi dalından kopardım. avucumda tutup bir müddet baktım.
toprak ve bitkiler beni çok etkiliyor bu aralar.
o yeşil dallar
yarım metrelik gövde
kıpkırmızı domates
ve lezzet

düşün ve düşün..

12 Ekim 2010

Ufukta gözler

Geçenlerde içimdeki huzursuzluk beni dışarı attı ve kendimi sahil kenarında buldum. Sonbaharın bence bu en sonbahar ayında hafif soğuk tenimi ürpertirken ben dalgaların küçük çırpınışlarında kaybolup ufukta birşeyler aranıyordum. Gözlerim kilitlenmiş uzaklara kimbilir nereleri görmeye çalışıyordu. Aslında biliyorum sadece benden kaçmaya uzaklarda kaybolmaya çalışıyordu.

Kendimle kavgam bitmiyor. Bitmeyecek de belki.. Hiçbir zaman ne yapmak istediğimi, ne hissettiğimi ne olduğumu anlayamadım. Hala da anlayamıyorum. Gelgitlerim ve kendi içimde duyduğum kapatılması imkansız yalnızlık yarası, herşeyi çok çabucak yargılayıp sınıflandırıp modası geçmişler rafına kaldırma huyum.. bütün bunlarla artık başedemeyeceğimi farkettim. Aslında farkettim yanlış bir kelime kabullendim demek daha doğru..

Bazı acılar vardır sadece uyarır, ama bunun kısa sürmesi makbuldür ve aslında çok da işe yarar.. Kendinizi kaybetmek de işte böyle bir acı ama hiç bitmediği ve geçmediği için artık en büyük acılardan bile daha fazla acı verici oluyor.

Bugün bir ağacı öptüm. Neden yaptığımı tam olarak bilemiyorum. Kafayı tamamen yediğim için olabilir ama tam emin değilim bu yaptığımın delilik olup olmadığından.. Elimi dayamış öylesine duruyordum ağacın gövdesine ve bir an farkına vardım ki bu ağaç da bir canlıydı. Yaşayan bir varlık. Allahın yarattığı bir varlık. elimi gövdesinde dolaştırdım. elimi hissedip hissetmediğini düşündüm. elim hissediyordu ama. giderek içimden bir sevginin ağaca aktığını ve ağacın da bunu aldığını hissetmeye başladım. elim en azından verdiği sevgiyi anlayabiliyordu. sonra ileride duran bir diğer ağaca baktım. pek benzer ağaçlar değillerdi ama yine de düşündüm acaba kardeşler miydi? Yada yıllardır birbirlerinin varlığını hissederek aynı topraktan beslenerek belki kökleri biryerlerde birbirlerine değerek büyüyen iki yabancı ağaç.. Ama belki de birbirlerini seviyorlardır.. Asla birbirlerine sarılamayacaklarını düsündüm. Çok acı geldi bana. Gerçekten biraz düşünün size anlamlı gelen iki şeyin birbirini sevdiğini düşünün ve hiç birbirlerine dokunamadıklarını ve en önemlisi de sarılamadıklarını düşünün. Ne fena değil mi.. beni bu düşünce hep mahvetmiştir. Hadi biraz daha acıtalım ortalığı biri sevsin diğeri hissetmesin bile.. Aynı rüzgarda savrulmayı, aynı sıcakta kavrulmayı düşündüm.. Türlü ortak badireleri atlatıp da ayrı ayrı öylece durmayı düşündüm bir yandan da elimden sevgi akmaya devam etti ağaca. sonra belki de o ağacın bir daha başına gelmeyecek şeyi yaptım ve ağacı öptüm. Hissetti mi acaba.. bilemiyorum.. ben hissettim.

gökyüzü

Kendinizde hiç böyle bir anda geliveren ve gitmek bilmeyen bir dinginlik hissettiniz mi hiç? Ben akşamdan beri bu haldeyim. Bir garip birşey bu. Çok da anlatamıcam ama dışarıdayken hafif alacakaranlıkta bu dinginliği hissederek ellerim ceplerimde kendime sıkı sıkı büzüşmüş bir şekilde hafif ayazda gökyüzüne doğru bakmak ve ucsuz bucaksız gök ve ben olarak şu koca dünyada yalnız ama doygun hissetmek güzel geldi. Boynum ağrıyana kadar kalakalmışım öylece..

Bunu mu Giysem?

Bunumugiysem.com açıldı. Hoş tasarım ve hoş bir site oldu. Oraya kıyafetleri yükleyip insanların fikirlerini dinlemek ilginç olacak. Biliyorum bazı kıyafetlerimi beğenmeyecekler ve eleştirecekler ama hadi canım siz de ne anlarsınız demekten de keyif alacağım kesinlikle. Bazılarına ise bayılacaklar.. Kıskananlar çatlıcak o kıyafetlerimi görünce şimdiden peşinen oh olsun diyorum.. :))

7 Ekim 2010

Reis Bey

Merhamet. aradığım kelimeyi buldum. O kadar büyüleyici ve mükemmel ki : Merhamet. Anlayabilene hissedebilene tek başına, tek kelime Merhamet.

Reis Beye takıldım son zamanlarda.. Ben bu filmi nasıl olmuşsa seyretmemişim. Ve geçenlerde oturdum seyrettim. Necip Fazıl'ın hissettiklerinden bir kuplenin benim de hislerime tercüman olduğunun bilincindeydim ama bu filmi seyredince çok temel çok çekirdek bir düğümlenmiş his çözülüverdi.. Herşey bu kelimenin etrafında.. Neden Necip Fazıl bana birşeyler hissettirebiliyor? Bunu düşündüm.. Başka şairler hatipler nice kelimeleri kuvvetli insanlar var. Etkileyen insanlar da var ama hiçbiri birşeyler hissettiremiyor kuru bir anlam, kuru bir bilinç yükselmesi, sıkıntı verici bir farkındalık hep aslında bana zarar şeyler.. Fark sanırım empatide sınırsız olmak. Dost düşman şu ve bu diye ayırım yapmadan kendine odaklanmak başka insanları kendini anlamak olunca konu tamamen unutmak ve kendine dönmek. Dostu da düşmanı da düşünmek endişelenmek hissedebilmek.. Bunu hissederek varolabilmek. Ve temel olarak hayrın da şerrin de Allahtan geldiğine iman etmek. İyiyi de kötüyü de yaratanın Allah olduğunu bilmek. Aslında tamamen kendinle ilgilenmek. bir kulu yanlışlıkla incitmekten korkmak.

Merhamet


Çok büyüleyici bir kelime. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bir kelime yazmaya çalışırken binlerce cümle aklımdan geçip gidiyor. Merhamet dolu insanların yanında insan kendini kuş kadar hafif, onbinlerce gülümseyen insanlarla bir meydanda huzur içinde birarada, yemyeşilin her huzur veren tonuna bürünmüş ve daha nice güzelliklerle doluymuş gibi hissediyor.

Merhamet sulu ve lezzetli bir meyve gibi zevk veren birşey..

4 Ekim 2010

Türkiye ne halde..

"Baş örtüsü sorununu çözeriz" diye her gittikleri yerde millete vaadde bulunanlara, "Nasıl çözeceksiniz?" diye sorduklarında "Arkadaşlar üzerinde çalışıyor" yanıtını verdiklerini ifade eden Erdoğan, şunları söyledi:

"Samimi olmalarını umduk, gerçekten samimiyetle bu meselenin çözümüne katkı sağlamalarını umut ettik. Çünkü bizim meselemiz bağcıyı dövmek değil üzümü yemek. Meselenin üzerinde çalışan arkadaşların meselenin tasarım boyutu üzerinde yoğunlaştığını gördüğümüzde de umutlarımızı kaybetmedik. Ama maalesef dün, meselenin üzerinde çalışan arkadaşların nasıl bir sonuca ulaştıklarını gördük ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadık.Ortaya çıka çıka Pakistanİslam Cumhuriyeti modeli çıktı. 

Ortaya çıka çıka İran İslam Cumhuriyeti modeli çıktı. Yıllarca, toplumu kışkırtmak için, ayrıştırmak için, sanal korkularla toplumu tehdit etmek için Türkiye İran oluyor korkusunu pompalayan CHP bugün döndü dolaştı Türkiye'nin baş örtülü kızlarına İran modeli örtünmeyi tavsiye eder hale geldi. Her türlü hak arayışı karşısında, inanç özgürlüğüne yönelik her türlü ifade karşısında 'mollalar İran'a' diyen CHP şimdi İran modeli örtünmeyi Türkiye'nin kızlarına dayatma noktasına geldi. Bir özgürlük meselesini, bir insan hakkını, bir inanç özgürlüğü meselesini kakül meselesine, perçem meselesine indirgediler. Samimiyet bunun neresinde, tutarlılık, tutarlı siyaset, ilkeli siyaset bunun neresinde? Meseleyi sadece bir türban, baş örtüsü şeklinde kavram meselesi olarak görenler, meseleyi sadece bir perçem, zülüf, kakül meselesi olarak görenler, milletin değerleriyle, inançlarıyla üniversite kapısı önündeki genç kızların ciddi meseleleriyle istihza ettiklerinin farkına varmalıdırlar." 


Bunu okuyunca gerçekten üzüldüm. Tanıştığım onlarca insan geldi aklıma. Birlikte hep beraber yaşadığı, çoğunluğu müslüman olan şu ülkede komşusunun, arkadaşının inançlarına saygı gösteremeyen neyi niçin yaptığını anlayamayacak kadar cahilleştirilmiş ve uzaklaştırılmış kendi geçmişine köklerine bir iki jenerasyon üstüne bağsız ve bağlantısız ruhsuz özsüz bırakılmış şu toplum yığını geldi aklıma.. İman etmenin, inanmanın ne demek olduğunu bilmeyen inançların gereği yaşamanın bir inanan için ne demek olduğu konusunda en ufak bir fikri bile olmadan yaşayıp o insanlarla ilgili karar verebilme yetkisini de kendisinde bulabilen insanlar geldi aklıma. 
Bu tavırlarıyla onlarca yıldır insanlara müslümanlara zulum edenlerin seslerini yüksek çıkarabildikleri için ve de başka sesleri bastırabildikleri için, başka sesleri duyulmasın diye gürültülere boğabildikleri için bugüne kadar tasasız geldikleri bugüne.. bakıyorum da.. bir şeyler dönüşüyor birşeyler değişiyor.. dünün zalimleri bugün mazlum olmaya çalışıyor. ama olamıyorlar.. dünün mazlumları zalimleşirlerse onlara da yuh olsun. tarihlerinden ders alsınlar onlara zulmedenlerin bugün içine düşmekte oldukları durumdan ibret çıkarsınlar. İran iran diye korku salanların iranı örnek göstermesi bir insanın bence içine düşebileceği en büyük utançtır. 


Ben şahsen kadınların üniversite okumasının da gerekli olduğunu düşünmüyorum. Uygun ortamlar varsa isteyen okur istemeyen okumaz. Üniversite okumanın insanı modernleştirmediğini, ahlak sahibi yapmadığını, insan sevgisini arttırmadığını biliyorum. En güzel örnekleri zaten heryerde en basta bu sıstemın urunu olan kendım, kendımı ıslah etmek ıcın harcadığım eforu bu tahrıbatın ızlerını kapatmak ıcın harcadığım enerjıyı ben bılıyorum.  insana değer vermeyen egolarının şişkinliklerinden patlama noktasına gelmiş, kendisinden gayri herkesi hor gören onbinlerce ahlaksız okumuş insan her an heryerde karşımızdalar işte. Kültürlü olmak ahlaklı olmak bilgi sahibi olmaktan geçmiyor. hele ki üniversitelerimizin lise mufredatlarından farkı olmadığını ve her turlu gırısımcı ve gelıstırıcı zıhnı bırer koleye cevırdığı dusunulurse.. tamamen gereksız ancak hakka sahıp olarak okumamak ıle o hakkın elınden alınması apayrı seylerdır. 


tahammulsuz, anlama kanalları tıkalı sadece kendısını dusunen ve seven ınsanlar bugunlerde her baktıgım yerdeler ve mıdemı bulandırıyorlar. 


Icınde karsılıksız sınırsız ve onyargısız sevgıyı barındıramayan, her ınsanda kotulugu arayan ınsan karsısında her zaman en kotusunu bulacaktır. kotu de ıyı de bızım ıcımızdekı kadardır ve bız hangısını o an dusunuyorsak karsımıza o cıkacaktır. 





O ve Ben

"... Ama bu Kapı'ya beni köpek diye yazan, bu gemiye paspas diye alan sen, kabûl etmez misin ki, «O Kapı'nın köpeği» ve «O geminin paspası» olmak rütbesinin üstüne bu dünyada pâye yoktur? Kendimi, fikirde, san'atta, şunda bunda, dünyanın en büyük adamı görmek, bilmek, göstermek, bildirmek isterdim; tek, O Kapı'nın köpeğine mahsus derece belirsin diye... Sana ve senden, bağlı olduğum O'na devretmek için.. 


Gûya seni yazdım; atom ve füze devrindeki, inkâr ve ihtilâç asrındaki mâverâ kılavuzunu anlatmaya savaştım, gûya... Soluk bir kumaş üzerinde hâreli lekeler güneşi ne kadar gösterebilirse, bu kargacık, burgacıklar da seni o derecede anlatabilir. Eğer bu arada, kendimden, nefsimden birçok şey kattımsa, yine hâreli lekelerin güneşe bağlı olmasından; ucunda sen varsın, diye. Bu ölçü dışında, nefsim için, kendi başına ele aldığım tek nokta bulunduğunu sanmıyorum. Seni tanıyıncaya kadar hayatım, sana yaklaşmanın, uzaklıkta yaklaşmanın saadeti; seni tanıdıktan sonra da senden uzaklaşmanın, yakınlıkta uzaklaşmanın felâketi içinde, bütün teferruatiyle senin... Hayatım sensin!..    O ve Ben 



Necip Fazıl'ın hocasına karşı hissettiklerini döktüğü şu yazıları okuyunca bu dünyada çok ama çok başka anlamlara gidiyorum. Ve şu yaşadığım dünyanın en anlamsız anımdan utanıyorum. Bütün bedenimi bir ateş ve korku kaplıyor. Ben de kendi yol gösterenim kendi hocamı gözlerimin önüne getiriyorum. Bir an bir yumuşaklık sarıyor sahiplenilmenin korunmanın ne güzel birşey olduğunu hissederek ruhum ferahlarken bir yanda kendi çirkin varlığım ve karanlık ve bulaşıcı karanlık arsız nefsimin bana yaptırdıkları kalbimi avuçlanmış ve bir limon gibi sıkılmakta hissettiriyor. Dayanamıyorum. Aklım başımdan gidecek gibi oluyor. Allahım sana yalvarıyorum. Hakkımda hayırlısını hemde tez zamanda hayırlısını nasip eyle. Amin!
Kendine köpek diyen bir adam, kadı kaftanıyla ciğer satan bir adam, tuvalet temizlemek yakışır mı diye aklından geçirdiği için nefsini yoketmek için elindeki fırçayı bırakıp sakalıyla taşları ovalamaya başlayan adam.. bu adamları anlamak ve bu kendi benliğini yok eden davranışları doğru yolda doğru rehbere uyarak yapmak. iman etmek. allah için peygamberimizin izinden gidebilmek.. kalbinin buna açık olabilmesi bir insanın ve bunu anlayabilecek akla sahip olabilmek. bir şans bir nasip var elimle sımsıkı tutuyorum ama ne yapacağımı bilemiyecek durumda bir şapşallık halindeyim.. kurtulmam lazım..